Sağlam: HÜDA PAR'ın çözümleri ülkenin sosyolojik yapısına uygun yegane yoldur
HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, "HÜDA PAR'ın sorunların halli için ortaya koyduğu çözüm; genelde insanlık aleminin özelde de ülkenin sosyolojik yapısına uygun yegane yoldur." dedi.
"Dürüst Siyaset, Gerçek Adalet" şiarıyla 19 Aralık 2012'de yola çıkan HÜDA PAR'ın 7'nci kuruluş yıldönümü dolayısıyla Diyarbakır'da düzenlenen programda konuşan HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, gündeme ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
Siyasetin ülkeye ve halka hizmet etme aracı olduğunu, ülke siyasetine yeni bir anlayış getirdiklerini söyleyen Sağlam, ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu sorun, sıkıntı ve kaosun bitmesine yönelik ileri sürülen önerilerin çözüm getirmediğini vurguladı.
"Kınayıcıların kınamasından çekinmedik"
Sağlam, "HÜDA PAR'ın sorunların halli için ortaya koyduğu çözüm; genelde insanlık aleminin özelde de ülkenin sosyolojik yapısına uygun yegane yoldur. Bunu geçen 7 yılda açık bir şekilde gördük. Hakkı haykırmak için kınayıcıların kınamasından çekinmedik. Kınandık, engellemelere maruz kaldık. Ama her seferinde zaman haklı olduğumuzu, doğru yerde durduğumuzu gösterdi. Bu ülkenin, bu halkın siz hür kadrolara ihtiyacı var. Şairin dediği gibi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur' şuuruyla hareket eden, halkın her sorunuyla tek tek ilgilenen Hür neferlere ihtiyaç var. Yolumuz uzun, yükümüz ağır, imkânlarımız kısıtlı, zamanımız dar, takatimiz sınırlı olabilir. Ama unutmayın ki iman varsa imkân da vardır. Hür dava oldukça biz var olacağız. Biz var oldukça hizmet etmeye devam edeceğiz." dedi.
"Olayları doğru okumaz, teşhisi doğru yapmazsak doğru çözümlere ulaşamayız"
Asıl başarı ve zaferin hakkı ayakta tutmak ve istikamet üzere durabilmek olduğunu hatırlatan Sağlam, "Ülkemizin ve yaşadığımız bölgenin içinde bulunduğu sorun ve sıkıntılar, şehirlerin ve ülkelerin viraneye dönmesi, ‘bir duvarın tuğlaları gibi kenetlenmesi gereken’ Müslümanların birbirini yok etmeye azmetmesi tesadüfi oluşan olaylar değildir. Yüzyılı aşkın bir süreden beri ilmek ilmek işlenen oyun ve hilelerin, yüzyıl önce ekilen fitne tohumlarının bugün yeşermesidir. Olayları doğru okumaz, teşhisi doğru yapmazsak doğru çözümlere ulaşamayız." ifadelerine yer verdi.
"Adalet, gereği gibi işlemezse diğer kurumların doğru bir şekilde çalışması beklenemez"
7 yıl önce "Dürüst Siyaset, Gerçek Adalet" şiarıyla yola çıktıklarını söyleyen Sağlam, "Adalet, gereği gibi işlemezse diğer kurumların doğru bir şekilde çalışması beklenemez. Bir başka deyişle adalet mekanizmasının bozulması tuzun kokmasıdır. Ve bugün tuzun koktuğunu gösterir emareler her tarafta belirmektedir. Bu bozulmuşluk tüm kurumları ve bir bütün olarak tüm toplumu sarmış durumdadır.
Son birkaç yılda KHK’lar ile getirilen uygulamalar nedeniyle yüzbinlerce aile, milyonlarca insan mağdur hale gelmiştir. Ülkesini ve halkını küresel emperyalist güçlere satmaya çalışanlar yurt dışında müreffeh bir hayat yaşarken, ibadet bilinciyle topluma hizmet ettiğini düşünenler cezaevlerinde ömür geçirmeye veya aç ve açıkta kalmaya mahkûm edilmektedirler.
"Anayasa Mahkemesinin güvenlik soruşturmalarıyla ilgili verdiği son karar önemlidir"
Bu anlamda Anayasa Mahkemesinin güvenlik soruşturmalarıyla ilgili verdiği son karar önemlidir. Umarım bu karar bir milat olarak kabul edilip suç ve cezanın şahsiliği ilkesini ayaklar altına alan uygulamalar son bulur. Bu uygulamanın yeniden kanuni hale getirilmesinde hiçbir hukuki yarar yoktur. Ülkeye verdiği zarar ortadadır. Bu nedenle uygulamanın yeni bir kanunla tekrar yasalaştırılmasından vazgeçilmelidir. Şu anda hukuk ve ceza mahkemeleri ile icra dairelerindeki dosyalar ve buradaki davacı ve davalı taraf sayısı ele alındığında toplumun önemli bir kısmı doğrudan mahkemelerle ilişkilidir. Ancak insanların çoğu yargının hukuk içerisinde adil, tarafsız ve bağımsız bir şekilde karar verdiğine inanmıyor." dedi.
"28 Şubat sürecinde yaşananlar henüz hafızalarda tazedir"
Sağlam, konuşmasına şöyle devam etti: "İslami hassasiyeti olan şahıs ve grupların bertaraf edilmesi için sürek avının başlatıldığı, hukukun ayaklar altına alındığı 28 Şubat sürecinde yaşananlar henüz hafızalarda tazedir. Bu şartlarda 1990’lı yılların başından beri haksız bir şekilde mahkûm olup cezaevinde bulunan mağdurlar için cezaevi kapıları mutlaka açılmalıdır. 25 yılı aşkın bir zamandan beri adalet bekleyen mazlumların bir kısmının cezaevinden cenazeleri çıktı. Anne ve babalar çocuklarının ismini sayıklayarak bu hayata gözlerini yumdular. Cezaevi şartlarının oluşturduğu hastalıklarla; tek başına hayatını idame ettiremeyecek derecede yaşlı, hasta ve bakıma muhtaç mahkûmlar var. Bunların feryatları ve iniltilerine kulakların kapatılması Gayretullaha dokunur. Artık bu sese kulak verilmelidir. Hem bu mahkumiyetlere karar verenlerin büyük çoğunluğunu ‘Terör Örgütü mensubu’ olarak suçlayıp meslekten ihraç edeceksiniz hem de bunların verdiği kararları hukuka uygun olarak kabul edip mağdurları cezaevinde tutmaya devam edeceksiniz. Bu tutarsızlığın hiçbir izahı olamaz." dedi.
Bununla birlikte Ergenekon, Balyoz ve benzeri isimlerle darbeye teşebbüs eden mahkûmların tamamının aynı gerekçelerle serbest bırakıldığını hatırlatan Sağlam, "Bunların bir kısmının onlarca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olduğu biliniyor. Ancak 28 Şubat sürecinin mağdurları halen cezaevinde çürümeye devam ediyorlar." diye belirtti.
"Bugün adalet bekleyen en önemli sorunlardan biri de Kürt meselesidir"
Kürt meselesine de ayrı bir parantez açan Sağlam, "Bugün adalet bekleyen en önemli sorunlardan biri de Kürt meselesidir. Bunun adını doğru olarak koymak gerekir. Kürt meselesi aynı coğrafyada yaşayan kardeşlerin kardeşlik hukukunun ihlali meselesidir. Bir dilin, bir medeniyetin, bir kavmin, bir kültürün yok sayılmasıdır. Kuruluş aşamasında canlarını veren, mallarını son kuruşuna kadar feda eden bir halkın kuruluş tamamlandıktan sonra düşman olarak görülmesidir. Bilindiği gibi Kürtler, ümmetin üç ana unsuru olan Araplar, Farslar ve Türklerin ortasında, dolayısıyla ümmetin merkezinde yer almaktadır. Kürt meselesi adalet temelinde çözülmeyene kadar bölgemizin ve burada yaşayan halkların rahat ve huzura kavuşması mümkün değildir. Zira ümmet bir vücut gibidir. Vücudun azalarının herhangi bir parçası acı çektiğinde nasıl ki bütün beden rahatsız oluyorsa. Kürtlerin tabii, insani ve İslami bütün hakları tanımayıncaya kadar bu coğrafya asla huzur bulmaz, bulmayacaktır. Kürtlerin yaşadığı topraklarda hüküm süren devletler bu sorunu çözerken her şeyden önce yaptıkları yanlış uygulamalar ve hatalarıyla yüzleşip işe, duruşlarını ve söylemlerini düzeltmekle başlamalıdırlar. Artık Kürt meselesini Emperyalistlere havale etmekten vazgeçmelidirler." diye konuştu.
"Ulus devlet anlayışı miadını doldurmuştur"
Ulus devlet anlayışıyla bu meselenin çözülemeyeceğini vurgulayan Sağlam, "Ulus devlet anlayışı miadını doldurmuştur. Bu anlayış dünyanın her yanında on milyonlarca insanın canına mal oldu. Ülkeleri, şehirleri virane etti. Medeniyetleri tarihten sildi. Bunu en katı şekilde uygulamak isteyenler bu gün aralarındaki sınırları kaldırdılar. Onlarca kavim ve millet tek devlet gibi bir araya geldiler. Ama tarihinde hep inanç merkezli medeniyetler oluşturan İslam Ümmetini bu köhnemiş zihniyetle birbirine kırdırıyorlar. Artık oynanan bu oyunu görmek zorundayız. Bu gün olmazsa yarın çok geç olabilir. Kürt meselesisin çözümüne siyasi çekişmeler ve siyasi rant elde etme yönüyle bakılırsa asla bir çözüme ulaşılamaz. Bu mesele bir inanç meselesidir. Allah’ın ayetlerinden birinin gereğinin yapılmasıdır." diye konuştu.
"Bu meselenin çözümü için ne yapılacaksa şimdi yapılsın"
Sağlam, "Yıllardan beri Kürt ve Kürdistan meselesi gündeme geldiğinde devletten ‘önce silahlar susmalıdır’ söylemleri öne çıktı. Evet, şu anda nisbî de olsa bir sükûnet ortamı mevcuttur. Şimdi tam zamanı diyoruz. Bu meselenin çözümü için ne yapılacaksa şimdi yapılsın. Bu meseleye temel insani haklar olarak bakılmalıdır. Çözüm için hiç kimse ile pazarlığa ve anlaşmaya gerek yoktur. Buyurun, temel vatandaşlık hakları nelerse masaya yatırın ve bu hakkı Kürtlere de diğer halklara da tanıyın. Ne eksik ne fazla. Diller üzerindeki baskılara son verin. Herkese anadilinde eğitim hakkı tanıyın. Türkçe’nin yanında Kürtçe ve Arapça da resmi dil olsun. Resmi dillerin çokluğu asla bölünmeye neden olmaz. Allah’ın yasaklamadığı hiçbir şey İslam toplumunu birbirinden ayrıştırmaz; bundan korkulmaması gerekir." ifadelerini kullandı.
"Gençlerimiz, inanç ve kültürel değerlerimizden uzaklaştırılmaktadır"
Gençliğin ve neslin büyük bir tehdit altında olduğunu, din görevlisi yetiştiren binlerce kurumun ve yüzbinlerce din görevlisinin bulunduğu bu zamanda gençlerin gün geçtikçe daha çok manevi boşluk yaşadıklarını hatırlatan Sağlam, "Gençlerimiz, bindörtyüz yıldan beri bizi ayakta tutan inanç ve kültürel değerlerimizden uzaklaştırılmaktadır. 28 Şubat süreci denilen dönemlerde İslami değerleri ve İslami yaşam tarzını benimseyen gençlerin enerjisinden ve çalışmalarından eser yok. Bu tecrübe bize yasakların kaldırılması ve dini eğitim veren kurumların açılmasının tek başına yeterli olmadığını ortaya koymuştur." dedi.
"İstanbul sözleşmesindeki imza geri çekilmeli, 6284 sayılı yasa lâğvedilmelidir"
Aile kurumunun doğrudan hedef alınıp yok edilmeye çalışıldığına dikkat çeken Sağlam, "Yürürlüğe girdiği günden beri yuvaları dağıtan, eşler arasındaki şiddeti arttıran, evlilik oranını düşürüp, boşanmaları arttıran İstanbul sözleşmesindeki imza geri çekilmeli, 6284 sayılı yasa ilga edilmelidir. Kadınlar veya aileler polisiye tedbirlerle değil ancak inanç ve manevi değerler üzerine kurulu eğitim ile korunabilir." dedi ve şunları ekledi:
Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra manevi değerlerin ihyası için çalışan grup ve cemaatlerin hedef tahtasına konduğu, hükümetin de bunlar aleyhine manipüle edildiği görülmektedir. Bir toplumun ihyası ve yeni nesillerin manevi değerlere uygun bir şekilde yetiştirilmesi ancak dini grup ve cemaatlerin çalışmasıyla olur. Tarih boyunca bu şekilde olagelmiştir. Dini hizmetlerin, devletin tekeline alınması inanç değerlerini yozlaştıracağı gibi bir müddet sonra statükocu, mekanik ve hükümetlere endeksli bir çalışma halini alır. Hâlbuki İslami tebliğ ve davet çalışmaları, memur anlayışıyla, mesai saatlerinde değil; amatör ruhla, aşkla, şevkle ve ibadet şuuruyla yapılacak bir hizmettir.
"Bir müddettir âlimlerin ve cemaatlerin aleyhine bir kampanya yürütülmektedir"
Sağlam, konuşmasına şöyle devam etti: "Bir müddettir topluma hizmet etmek isteyen âlimlerin ve cemaatlerin aleyhine bir kampanya yürütülmektedir. Birkaç yıl önce cezaevi kapısında ‘Cemaatlerin kökünü kazıyacağız’ söylemlerinin boş bir söylem olmadığı devletten de destek aldığını göstermektedir. İslami hizmet ve cemaatler söz konusu olduğunda örnek gösterilen FETÖ’nün bu anlamda bir cemaatten ziyade uluslararası bir proje olduğu ortaya çıkmıştır ve bu nedenle dini cemaat ve gruplarla kıyaslanmamalıdır. Unutulmamalıdır ki bu toplumu ayakta tutan asli unsur inanç ve manevi değerler ve bu değerler üzerine inşa olan toplumsal dayanışma ve yardımlaşmadır.
Bugün bunu dini cemaat ve gruplar temsil etmektedirler. Ülke için yapılacak temel hizmetlerden biri, dini cemaat ve grupların önünü açmak ve yapmak istedikleri hizmetleri teşvik etmektir. Devletin ve diyanetin denetim ve gözetimi; sapkın görüş ve fikirlere karşı sahih İslam anlayışını göstermenin ötesine geçmemelidir."
"Faize dayalı ekonomik sistem devam ettiği sürece bu sıkıntılar bitmeyecektir"
Bu gün yaşanan ekonomik krizlerin kaynağının faizli kapitalist sistemi olduğuna vurgu yapan Sağlam, "Faiz bütün iktisadi sıkıntılarının anasıdır. Faize dayalı ekonomik sistem devam ettiği sürece bu sıkıntılar bitmeyecektir. Yüz yıla yakın bir süreden beri bunu tecrübe ediyoruz. Bazı yıllarda ‘ekonomimiz iyiye gidiyor, büyüyor’ diye gösterilen istatistikler ve değerlendirmeler bu oyunun bir parçasıdır. Faiz; iktisadi, sosyal ve siyasi hayatın en büyük düşmanıdır. Başarılı diye tavsif edilen batılı birkaç ekonominin başarısı başka ülkeler ve halkların sömürülmesine dayanmaktadır. Biz İslam toplumuyuz. Biz başkalarının kanı, gözyaşı ve emekleri üzerinde ekonomimizi inşa edemeyiz. Bu anlamda ekonomilerini başka milletlerin yeraltı, yerüstü ve beşeri kaynaklarının üzerine bina eden emperyalisteler bize örnek olamazlar. Kaldı ki bu sömürü uzun süre devam edemeyecek, bir müddet sonra bu sistemleri tepe taklak devrilecektir." dedi.
"İdaredeki yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma ve haksızlıkların önüne geçilmezse bu ülkede ne ekonomi ne de sosyal ve siyasi istikrar asla gelmeyecektir"
Küresel emperyalistlerin ülkede huzur ve güven ortamının oluşmaması için ellerinden gelen tüm gayretleri sarf ettiğini hatırlatan Sağlam, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Bunu yıllardır yaşıyoruz. Ancak ülkede yaşanan tüm olumsuzları küresel emperyalizmin üzerine yıkarak sorumluluktan kaçılamaz. Ülkeyi idare edenler, dış mihrakların oynadığı oyunlara dikkat çektikleri gibi ülke idaresindeki yolsuzluklar, usulsüzlükler ve israfı da görmek durumundadır. İdaredeki yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma ve haksızlıkların önüne geçilmezse bu ülkede ne ekonomik ne de sosyal ve siyasi istikrar asla olmayacaktır. Ekonominin istikrara kavuşmasının ilk adımı olarak para baronlarını besleme anlamına gelen bütçe açıklarına son verilmeli, denk bütçe yapılması zorunlu hale gelmelidir. Rüşvet, yolsuzluk ve usulsüzlüklerle etkin bir şekilde mücadele edilmelidir. Tasarruf yapılması gerekiyorsa elbette tasarruf tedbirleri alınmalıdır. Ancak tasarruf tedbirleri derken akla asgari ücretliler, bordro mahkûmları gelmemelidir. Tasarruf yapılması gerekiyorsa kamu kurumlarının harcamalarından başlanmalıdır. İşe, İslami ahlakın oluşturduğu, Ömervari yaşam tarzıyla başlanmalıdır. Kamu kurumlarını idare edenler devlet işlerini yaparken; devlete ait mumları, kendi işini yaparken kendi mumlarını yakar hale gelmelidir."
"Dış politikada da bütün ilişkiler adalet üzerine bina edilmelidir"
Son olarak dış politikaya değinen Sağlam, "Dış politikada da bütün ilişkiler adalet üzerine bina edilmelidir. Şahsi ve ulusal çıkarlar için gücünün yettiği her uygulamayı meşru bir hak sayana karşı aynı şekilde kendi ulusal çıkarlarınızı koyarak adalet sağlayamazsınız. Bir hata, benzer başka bir hatalı davranışla düzelmez. Bir zulmü def etmek, zalimin yerine geçmek ve zulüm üreten sistemin devam etmesine seyirci kalmak değildir. Tarihi tecrübelerimiz Batı zihniyetinin asla Müslümanların rahat ve huzur içerisinde kalmasını istemediğini göstermektedir. Öncelikle sudan sebeplerle İslam ümmetinin bir kısmını diğerinin üzerine saldırtıyor, Sonra da mağdur ve mazlum duruma düşen tarafa dost görünüp savaşın devamını sağlamak için müdahalede bulunuyor. Bugün yaşanan kaos ve savaş ortamının arka yüzünü göremezsek bir de bakmışız ki kardeşimizi düşman belleyip onunla savaşıyor olacağız." değerlendirmesinde bulundu.
Sağlam, konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı: "Son zamanlarda Suriye, Irak, İran, Lübnan, Yemen ve Libya’da yaşananların Ümmet içerisinde Siyonistlere karşı direnebilecek kimsenin kalmaması için planlanan bir tezgah olduğunu görmek gerekir. Bu tezgâhın ana kumanda masasında ABD ve NATO vardır. ABD ve NATO için dost ve müttefiklik yoktur. Sadece çıkarları vardır. Türkiye’nin üye olduğu 1952 yılından beri NATO’dan dostluk ve müttefik adına bir şey elde edememiştir. Bunun yanında en çok ihtiyaç duyulan zamanlarda da Türkiye aleyhinde yer tutmuşlardır. NATO’nun bu ülkeye bir faydası yoktur. NATO üyeliği ciddi bir şekilde gözden geçirilmeli, NATO ve ABD’ye ait tüm üsler kapatılmalıdır.
Bununla birlikte İslam ülkelerini içine alan siyasi, ekonomik ve askeri bir birliğin kurulması zorunludur. Yakın tarihteki tecrübeler bunu göstermiştir ki Türkiye’nin öncülük ettiği bu tür oluşumlar ciddiye alınmakta ve sonuç elde edilmektedir. Bu millet yüzyılı aşkın bir süredir yönünün Batıya çevrilmesinde bir fayda görmemiştir. Aksine başta izzeti olmak üzere; siyasi, askeri ve ekonomik bağımsızlığını ciddi bir şekilde yitirmiştir."
Program okunan dua ile son buldu. (Ramazan Casuk, Ramazan Zeren -İLKHA)