Geleneksel mimari ve günümüz kentleri
Kerpiç, tuğla, taş ve ahşap… Bunlar neredeyse bütün binaların betondan yapıldığı günümüz kentlerinde rastlamanın çok zor olduğu, binlerce yıllık deneyimlerin ürünü olan doğal inşaat malzemeleriydi...
Kerpiç, tuğla, taş ve ahşap… Bunlar neredeyse bütün binaların betondan yapıldığı günümüz kentlerinde rastlamanın çok zor olduğu, binlerce yıllık deneyimlerin ürünü olan doğal inşaat malzemeleriydi.
Kerpiç, samanla karılan toprağın kalıplara dökülmesiyle elde edilen en ucuz, elde edilmesi ve ustalığı en kolay olandı. Herkes kendi ihtiyacı olan kerpici üretebilir ve her köyde en az bir kerpiç duvar ustası bulunurdu.
(Kerpiç yapım aşaması)
Kerpicin yaygın olarak kullanıldığı bölgelerde tek katlı veya en fazla iki katlı köy evleri, köy konakları ve diğer bütün yapılar kerpiçtendi. Kalınlıkları yarım metreyi bulan duvarların içinde yazın klimaya, kışın doğal gaza ihtiyaç duyulmazdı. Kerpiç evlerin içi yazın en sıcak günlerde 18oC’nin üzerine çıkmaz, kışın en soğuk gecelerinde 8-10oC’nin altına düşmezdi. Yazın pencereleri kapalı tutmak, kışın sobaya bir iki parça odun veya tezek atmak yeterliydi.
Kerpiç evlerin kendine özgü bir yapım tarzı ve estetiği vardı ve kimi bölgelerde dayanıklılık ve estetik bakımından bağlantı yerleri ve belli aralıkları ahşap olanları tercih edilirdi. Her baharda “bahar temizliği” sırasında içi ve ön cephesi kireçle boyanır, “gezinti” denilen balkon duvarları çiçek resimleriyle süslenirdi. Kerpiç evler, “bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur” atasözünün başka bir anlamda en canlı örneğiydi. Kerpiç yapılar, içinde nefes varsa, ocağı tüterse yüzyıllar boyunca ayakta kalabilirdi. Bakılmayan ve içinde oturulmayan evler en fazla 20-30 yılda yıkılıp gider, her şey toprağa karışır, bir 30 yıl sonra da üstünde otlar biten bir tepecik olurdu. Yani kerpiç, son derece çevreci ve geri dönüşüme açıktı.
Tuğla -tabir yerinde ise- kerpicin şehir görmüşü idi. Fabrikalar toprağı fırında pişirir, bir anlamda ömürlük kerpiçler üretirdi. Bu nedenle ülkemizde ve dünyanın pek çok yerinde binlerce yıldır ayakta olan tuğla yapılara hâlâ rastlanıyor.
Tuğla, tek veya iki katlı köy evlerinin yapımında kullanılan kerpicin aksine daha büyük ve görkemli yapıların, kamu binalarının ve kale duvarlarının inşasında kullanılan ve inşaat mühendisliği ve mimarlık bilgisi gerektiren bir üründü. Ancak günümüzde tuğlaya dayalı yapı uzmanları yetişmiyor.
(Alanya Kalesi, Antalya)
Tuğla, betona göre daha ucuz, estetiği yüksek ve ömrü hayli uzundu. Tuğla da kerpiç gibi kalın duvarların içine yazın sıcağı, kışın soğuğu geçirmezdi. Diğer yandan yıkıldığı, terk edildiği zaman, kerpiç kadar kısa sürede olmasa da toprağa karışırdı. Yani tuğla da son derece çevreci ve geri dönüşüme uygundu. Ancak günümüz kentlerinde tuğlanın yerini önce briket, sonra gaz beton aldı.
(Usta Şagirt Kümbeti, Ahlat, Bitlis)
Taş, insanlığın en eski ve doğal inşaat malzemesiydi. Ustalığı kerpice göre zor, tuğlaya göre zahmetliydi. Taşı ocaklardan çıkarmak, yontup şekil vermek ve duvar örmek çok emek ve ustalık gerektirirdi. Taş yapılar da uzun ömürlüydü. Yüzlerce hatta binlerce yıldır ayakta olan taş yapılar vardır. Bu yapılar ayrıca kendine özgü bir üsluba ve estetiğe sahipti. Taş yapıların da kalın duvarları yazın sıcağı, kışın soğuğu geçirmezdi. Bu yapılar yıkıldıkları zaman boşta kalan taşlar yeni binaların yapımında kullanılır böylece malzeme israfı olmazdı.
(Mardin Postanesi)
Türkiye'nin her bölgesinde farklı türde taşlar bulunmasına rağmen günümüz kentlerinde bu zenginlikten yararlanılamadı. Üniversitelerde bu alanda uzmanlar yetiştirilemedi. Çırak bulamayan birkaç usta dışında bu mesleği sürdüren de kalmadı.
Günümüzde “giydirme” yöntemi kullanılarak yapıların inşasında kullanılan beton ve demir gizlenebiliyor ve yapıya taş bina görünümü verilebiliyor. Bu uygulamaya kalıcılık ve estetik açısından tebessümle bakılabilir, hiç yoktan iyidir de denilebilir.
Geçmişte ahşap, ormanların yaygın olduğu bölgeler başta olmak üzere, şehirlerde ve köylerde sivil mimaride kullanılan en yaygın malzemeydi. Tek katlı küçük ve mütevazı evlerden, çok katlı ve büyük konaklara kadar eski kentlerde sivil mimari tamamen ahşaptı. Selçuklu döneminden günümüze gelen ve iyi korunan ahşap tavanlı camiler başta olmak üzere kimi kamu binaları da ahşaptı ve yüzyıllar boyunca ayakta kalabilmişti.
(Eşrefoğlu Camii, Konya)
Ahşap yapı ustalığı da büyük oranda günümüze taşınamadı. Üniversitelerde bu alanda uzmanlar yetiştirilemedi ve ahşap yapı ustalığı günümüz meslekleri arasında yer bulamadı. Bu alanda da çırak bulma zorluğu çeken birkaç gelenek taşıyıcısının deneyimleri dışında yeni bir yorumla yeni bir birikim oluşturulamadı. Bu alandaki belleğimiz yanan ve yıkılan ahşap binalarla birlikte yok olup gidiyor. Günümüz kentlerinde ayakta kalan eski binalar “eski kent” kurgusuyla korunmaya çalışılıyor. Ancak deneyimli usta eksikliği, mühendislik ve mimarlık alanında deneyim azlığı ve maliyetlerin yüksekliği gibi nedenlerle bu süreç yavaş ilerliyor.
(İstanbul’da tarihi bir konak)
Günümüz kentlerindeki çok katlı rezidansları düşününce bir binanın yapımında kerpicin kullanılabileceğini hayal etmek bile mümkün değil. Tuğla, taş ve ahşap binalar ise eski kentin nostalji alanına ötelenmiş durumda. Yüksek binalar ve beton yapılardan oluşan günümüz kentlerinde bu malzemelerden, bu malzemelerin ekonomik ve çevreci özelliklerinden, bunlarla ilgili ustalıklardan, bu yapıların üslup ve estetiğinden vazgeçildi.
Kaynak, BilimGenç