Aliya'yı ancak ilkeli insanlar anlar
Srebrenitsa katliamının yıldönümünde acılar tazelenirken Türkiye solu yine kendinden bekleneni yaptı ve Sırp vahşetini gölgelemek için Aliya İzzetbegoviç’e ve arkadaşlarına iftiralar attı.
DOĞRUHABER / HASAN SABAZ
Bir sol haber sitesi verdiği habere “Bir NATO sevdalısı ve Nazi yandaşı: 'Bilge kral' Aliya İzzetbegoviç...” şeklinde başlık attı. Haberden anlaşıldığı kadarıyla site 2010 yılında yayınladığı iftira ve karalamalarla dolu yazıyı olduğu gibi almış ve yine ortalığa kirli bilgi yayarak zihinleri kirletmeye çalışmıştı.
Haberde hiçbir kaynağa dayandırılmayan görüşler kesin bilgiler gibi sunulmuş, farklı görüşlere hiç yer verilmeyerek faşist bir zihin dünyasında yaşadıklarının işaretlerini belirgin olarak ortaya koymuşlar. Oysa biraz çabalasalar, bizatihi İzzetbegoviç’in hatıralarını okusalar, düşmanlarının bile onunla ilgili değerlendirmelerine baksalar çok farklı bir durumun olduğunu anlayabilirler. Belki de okudular; ama İslam’a olan kinleri hakikate teslim olmalarına engel oldu.
Aliya İzzetbegoviç, “Tarihe Tanıklığım” adlı hatıra eserinde kendi yaşam serüvenini detaylı bir şekilde anlatmaktadır. Kitaptan birkaç alıntı yaparak insaf ve vicdan sahiplerine işin hakikatini anlatmaya çalışacağız.
Aliya İzzetbegoviç’in Faşizme bakışını 18. Sayfada net olarak görmek mümkündür:
“Mart 1941'de, bir Genç Müslümanlar derneği kurmayı ve o tarihte yürürlükte olan düzenlemeler temelinde tescil ettirmeyi denedik. Kendisine bir nevi yönetim kurulu atadığımız bir kurucu meclis topladık. Ancak Nisanda Almanlar Yugoslavya'yı işgal ettiler ve dernek asla tescil ettirilemedi.
Genç Müslümanlar hareketinin genel odağını belirleyen, İslam ile ona muhalif mahiyetteki iki referans noktası -anti-faşizm ve anti-komünizm- idi. Hitler ve Stalin'in şahsında cisimleşen iki sistem, faşizm ve komünizm, o günün dünya düzenini karakterize ediyorlardı. Batı da görünüşte sahnenin bir parçasıydı, fakat bunlar eski dünyayı tahrip etmeyi ya da değiştirmeyi arzulayan yeni eğilimlerdi. Defedildiğinde ise, bir yanılsamadan başka bir şey olmadığı görüldü. Sözde eski dünya var olmaya devam etti ve kendisini değiştirdi.”
Belki de “bizim komünistleri” asıl rahatsız eden şey İzzetbegoviç’in Hitler ile Stalin’i, Komünizm ile Faşizm’i bir tutması ve ikisinin de tahripkar olduğunu söylemesiydi.
Ama İzzetbegoviç’in Faşizm’den daha çok Komünizm’i esas alan bir rejimin baskılarıyla karşı karşıya kaldığı ve İslami kimliği koruyabilmek için Komünizmle mücadele etmesi gerektiğini unutmayalım. Nitekim “Genç Müslümanlar” hareketi bu konuda etkili bir mücadele ortaya koydu. İnancından, kimliğinden koparılmaya çalışılan bir halkın içinden çıkan bir avuç gencin Bosna’da müthiş bir mücadele verdiklerini, zindanlarla tanıştıklarını öğreniyoruz.
İşte Aliya’nın 20’li yaşlarda yaşadıklarından bir bölüm:
“1945 Nisanında Komünistler Saraybosna'ya girdi. Onların 45 yıl sürecek olan dönemi de böylece başlamış oldu. O yılın sonbaharında, biz Genç Müslümanlar, komünistlerin denetimleri altına almak istedikleri, Müslüman derneği Preporod'un teşkilatlanması vesilesiyle bir gösteri düzenledik. Hararetle anti-komünist konuşmalar yaptık. Dinleyicilerin çoğu heyecanla alkışladılar ve bize cesaret verdiler. Ben ve birkaç arkadaşım, konuşma alanından ayrılmadan tutuklandık.” (Tarihe Tanıklığım, Sayfa 20)
İzzetbegoviç, bırakın Faşizme, Nazizme taraftar olmayı, eski ve yeni Faşizmin her türüne karşı olduğunu, Faşizmin zamanla kılık değiştirebileceğini; ama her hâlükârda kötü olduğunu söylüyor. Despotik karakter taşıyan, dayatmacı tüm sistemlerin kısa süre içerisinde faşist bir karakter kazandıklarını sanırım herkes deneyimlerinden yola çıkarak da anlayabilir:
“1945'te faşizmin (geçici olarak) yenilmesi Stalin'in ve onun "Gulag sistemi"nin de zaferi anlamına geliyordu ki bu sistem de en az faşizm kadar zarar vermişti insanlara. Bu zaferde hem acı hem de korku vardı. Faşizme karşı Zafer Günü kutlanıyor ancak, faşizmin yenilmediği ortada. Meşhur 9 Mayıs 1945 tarihinden sonra faşizm (ve diğer bütün insanlık dışı, insanlık karşıtı rejimler) başka başka şekillerde dünyanın değişik yerlerinde yeniden ortaya çıktı. En kötü yüzünü de Bosna-Hersek'te gösterdi. Çetniklerinki de Ustaşalarınki de özünde faşist hareketlerdir, çünkü onlar kendi uluslarını diğerlerinden üstün tutuyor, kendi insanlarını başkalarına, farklı olanlara karşı her türlü kanun ve ilkenin bağlayıcılığından uzak, istedikleri gibi davranmak üzere serbest bırakıyorlar. Bunun sonucu Bosna-Hersek'te ve şimdi de Kosova'da işlenen suçlardır.” (Tarihe Tanıklığım, sayfa 579)
Komünizm iktidarı ele aldığı ya da iktidar yolunda “devrim yürüyüşü” gerçekleştirdiğini iddia ettiği yerlerde baskıcı, despotik ve faşist bir tutum takınmıştır. Bunun Kamboçya’da olması, Sovyetlerde olması, Arnavutluk’ta olması ya da Yugoslavya’da olması bir şeyi değiştirmiyor. Stalin’in, Pol Pot’un, Enver Hoca’nın birbirinden pek de farkı yoktur. Stalin’in uygulamalarını eleştiren Tito’nun Yugoslavya’da gerek Müslümanlar gerekse de solun diğer tonlarına karşı işlediği insanlık dışı cinayet ve katliamlardan söz etmekte Aliya ve romantik komünistlerin canını sıkmaktadır. Tito’nun nasıl biri olduğunu Aliya’nın şu cümlelerinden yeterince anlayabiliriz sanırım:
“Komünistler, kendi yönetimlerini kabul etmeyenlere karşı çok sert tavır aldılar. Tarihçi Noel Malcolm, 1945-1946 döneminde Yugoslavya'da Tito tarafından kitleler halinde kurşuna dizilen, ölüm yürüyüşlerine zorlanan ve toplama kamplarına tıkılan 250.000 kişinin öldürülmüş olduğu yolundaki tahmini alıntılamaktadır.” (Tarihe Tanıklığım, Sayfa 7)
Görünen o ki, Türkiye solunun Aliya İzzetbegoviç’e olan düşmanlığının solun kirli tarihiyle alakası vardır. Solun çok sayıda tonunun Suriye ve Irak’ta NATO şemsiyesi altında “devrimcilik” faaliyetlerini yürütmesi, katliamlara imza atması, sivil-asker ayırımı yapmadan bombalamalarda bulunması, Amerika’nın kara gücü olmayı “onurlu bir hareket” olarak görmesi tüm ideolojinin yeniden revize edilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Sol açısından ilkesizliğin en önemli ilke haline geldiği bir dönemi yaşıyoruz.
Yirminci yüzyıla şerefli bir direnişin nasıl olması gerektiğini öğreten Aliya İzzetbegoviç’in gündeme gelmesi işte bu yüzden solu rahatsız etmektedir. Çünkü o ölçüsünün İslam olduğunu net olarak vurgulamaktadır: “Ben Müslümanım ve Müslüman olarak kalmaya kararlıyım. Bu hayatımın sonuna kadar böyle devam edecek. Çünkü İslam benim için iyi ve asil olmanın en doğru ifadesidir.”
Her ortam ve şartta insan olmayı, ahlaklı kalmayı başarabilmiş bir direniş önderidir Aliya İzzetbegoviç.
Bir gün askerlerden biri gelip kendisine (Sırpları kastederek) “Onlar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar, onlar bizim kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı öldürüyorlar. Buna bigane kalmamalıyız” dediğinde Aliya, tarihe geçecek şu sözleri söylüyor: “Sırplar bizim öğretmenimiz değiller."
Yine onu anlatan güzel sözlerinden biri de şöyledir:
“Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir.”
Ve en önemlisi de,
Katliamların, Srebrenitsaların, insanlık dışı vahşetlerin yaşandığı bir dönemde söylemiştir bu sözleri.
Aliya, inanmış bir Müslüman, ilkeli bir Müslüman, şerefli bir direniş önderidir.
İlke, iman ve şereften nasibi olmayanların, ilkesiz, çıkarcı ve yanar-döner olanların onu anlamasına imkan yoktur.