Vefatının 36.yıldönümünde Necip Fazıl Kısakürek
Türkiye`nin en önde gelen fikir adamlarından Üstad Necip Fazıl Kısakürek, yaşamı boyunca fikirleri yüzünden sık sık zindana atıldı. Kalemi sert ve keskindi. 1946`da dönemin CHP`li başbakanından "yazma, ne kadar para istersen verelim" teklifi aldı, ancak üstad cevap dahi vermedi. Bir dönem kitleleri arkasından sürükleyen Necip Fazıl Kısakürek'i ölümünün 36. yılında rahmetle yad ediyoruz.
Necip Fazıl Kısakürek kimdir? Hayatı ve Biyografisi...
Necip Fazıl Kısakürek (1905 - 1983)
İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Paris'te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı(1939-43). Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.26 Mayıs 1905'da doğdu. Maraş'lı bir soydan gelen Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'ta ki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi (Akseki), İbrahim Aşkı gibi isimler vardı.
Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk şiirleri Yeni Mecmua'da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü
Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Necip Fazıl' ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır.
Necip Fazıl'ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergiler ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi(1936, 17 sayı) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi, Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır. Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu'da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferanslarla büyük ilgi topladı.
Yaşamı boyunca fikirleri yüzünden sık sık zindana atıldı. Kalemi sert ve keskindi. 1946'da dönemin CHP'li Başbakanı Recep Peker tarafından Ankara'ya çağrılır ve gider. Recep Peker Başbakanlıkta Necip Fazıl'a "Demokrat Partinin aleyhinde cehpe almak ve islâmi meseleleri fazla açığa vurmamak" şartıyla 100 bin lira teklif eder, ancak kabul etmez.
1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, 'İman ve İslam Atlası' adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır.
1982 Erenköy'de ki evine çekildi. Var gücüyle, çalışmalarına devam etti. Batı Tefekkürü ve'İslâm Tasavvufu isimli eserini yayınladı. Şubat sayısından başlayarak, Türk Edebiyatı Dergisinin her sayısında bir şiir neşretti. Bu son şiirleriyle, hem kendi şiirinde, hem de Türk şiirine yepyeni bir hava getirdi. Ramazan ayında Tercüman gazetesinde "Ramazan sayfası" düzenlendi. Ayrıca gazetede yeni şiirler de yayınlandı. İkinci romanı "Kafa Kağıdı"nı yazmaya başladı. "Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Vahidüddin" isimli eseri toplattırıldı ve hakkında dava açılarak 2 sene mahkumiyet karan alındı. Hastalığı sebebiyle cezası ertelendi.
1983 25 Mayıs, Çarşamba. İstanbul'da Erenköyündeki evinde, saat 01.15 de Ruhunu Rahman'a teslim etti. Yetmişdokuz sene önce 26 Mayısta doğmuştu ve 25 Mayısta Hakka yürüdü. Arkasından yazı yazan bir dava arkadaşının dediği gibi "Boşluk bırakmadan, herşeyi doldurdu gitti. Kafaları doldurdu, gönüllerdi doldurdu ve ömrünü doldurdu."
Doğduğu gün gibi, yine bir 26 Mayıs günü toprağa verildi. 26 Mayıs, Perşembe. Fatih Camii adeta mahşerden bir sahne. Yurdun dörte bir tarafından gelen gençlik...
Kılınan cenaze namazı. Eyüp Sultan'a kadar omuzlar üzerinde "yürüyen cenaze..." İkindi vaktine doğru Eyüp Sultan'a varış ve defnediliş. Yıkanışında, cenazesinde Namazının kılınışında, defnedilişinde "Vasiyet"inde bulunan "Beni İslâmi usûllerin en incelerine riayetle gömünüz" arzusu, olduğu gibi yerine getirilmiştir. Ölümünden sonra, basında yüzlerce yazı çıkmıştır.
Kaynak: Mahmut Özsoy / DOĞRUHABER