HÜDA PAR'dan iç ve dış gündem değerlendirmesi
HÜDA PAR, Türkiye'deki ekonomik koşullar, Rusya'nın İdlib'de düzenlediği saldırılar, siyonistlerin Mescid-i Aksa baskını, Türkiye-AB ilişkileri ve Avusturya'daki Tevhit bayrağı yasağı konularında önemli değerlendirmelerde bulundu.
HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından iç gündeme ilişkin yapılan değerlendirmede, TÜİK tarafından açıklanan işsizlik rakamlarının rekor seviyeye çıktığına dikkat çekilerek istihdamın öncelenmesi gerektiğine vurgu yapıldı.
Dış gündem değerlendirmesinde ise Rusya'nın İdlip'de sivillerin katline neden olan saldırılar, siyonist işgalcilerin Mescid-i Aksa baskını, İslam karşıtı uygulamalarının sıkça yaşandığı Avusturya'da Kelime-i Tevhid bayrağının kamuya açık alanda yasaklanması ve AB-Türkiye üyelik müzakereleriyle ilgili konulara dikkat çekildi.
Açıklanan Aralık 2018 işsizlik rakamları ile işsizliğin rekor seviyesine çıktığı hatırlatılan iç gündem değerlendirmesinde, işsiz sayısının 4 milyon barajını aşarak toplamda 4 milyon 302 bin seviyesine ulaştığı aktarıldı.
Genel toplamda işsiz sayısının bir yıl öncesinin aynı dönemine oranla 3.1 puanlık artış ile 13.7 olduğu bildirilen açıklamada, bir yıl içerisinde böylece işsizler sayısına tam 1 milyon 11 bin kişinin eklenmiş olduğu kaydedildi.
Asıl vahim olan istatistiğin ise genç nüfustaki işsizlik oranlarının olduğu ifade edilen açıklamada, "15-24 yaş aralığındaki nüfusta işsizlik oranları 5.3 puanlık artış ile yüzde 24.5 olarak gerçekleşti. TÜİK'in açıkladığı bu rakamların sadece kayıtlı işsizler olduğunu hesaba katacak olursak asıl işsizlik rakamlarının çok daha yüksek olduğunu da kabul etmek gerekir. Uzmanların değerlendirmelerine göre yakın bir tarihte bir rahatlamanın da beklenmediği ve işsizlik rakamlarının daha da artacağını söylemek mümkündür." denildi.
"İstihdamın öncelenmesi, hatta acil eylem planı kapsamına alınması gerekiyor"
İstihdamın artırılması ve yerli üretimin teşvik edilmesiyle ekonominin rahatlayacağı ifade edilen açıklamada, "Ekonomi bu kadar kötü durumda iken halen ciddi tedbirler alınmamış ve popülist politikalara devam ediliyor olması üzüntü vericidir. Üretim ve istihdamın öncelenmesi, hatta acil eylem planı kapsamına alınması gerekiyordu. Ancak seçim arifesinde, bu kriz döneminde valiliklere seçim tedbirleri kapsamında ciddi rakamların ayrılmış olması, iktisadi çevrelerce de tepkiyle karşılandı. Seçim endeksli politikalar yerine tarım, yerli üretim ve sanayileşme kapsamında 20-30 fabrikanın kurulması, yerli ham maddenin bu fabrikalarda değerlendirilerek istihdama da ciddi bir alan açılmasının tercih edilmesi gerekirdi. Böyle bir tercih, sıkıntıdaki ekonomiyi de ciddi olarak rahatlatacaktı." ifadelerine yer verildi.
İdlip saldırıları
Rusya tarafından düzenlenen ve sivillerin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan saldırılara tepki gösterilen değerlendirmede şu ifadelere yer verildi:
"Rusya, 'gerilimi azaltma bölgesi' ilan edilen İdlib'e Tahrir El-Şam örgütünün silah deposunun hedef alındığı bir hava saldırısı düzenlediğini açıkladı. Ancak sivil kaynaklara göre saldırıda siviller de hedef alındı ve 5'i çocuk 10 sivil hayatını kaybetti. Rusya'nın, saldırının Türkiye ile koordineli bir şekilde gerçekleştirildiğine dair açıklaması, varılan İdlib Mutabakatı şartlarının hayata geçirilemediğini göstermektedir. Bölgenin silahtan arındırılamaması Türkiye'nin tüm erteleme çabalarına rağmen operasyonu tekrar gündeme getirmiştir. Stratejik açıdan tüm bölgesel aktörler için büyük bir öneme sahip İdlib için temel kaygımız 3 milyon sivilin yaşamıdır. Suriye yönetimi ve destek veren güçler tarafından düzenlenecek hava ve kara saldırıları sivilleri tehdit etmektedir."
"Suriye'de çözümü savunan tüm güçler siyasi çözümün sağlanmasına katkıda bulunmalı"
"Suriye için siyasi çözümün sağlanması yönünde atılan adımlar umut vaat edici bir noktaya ulaşmışken aynı sürecin İdlib için de işlenmesi son derece önemlidir." denilen değerlendirmede, "Suriye iç savaşının başlangıcından bu yana silahlı faaliyetlerin çözümü sağlamadığı aksine Suriye'yi parçalanma noktasına getirdiği açıkça görülmektedir. Sürecin artık çözümle sonuçlanmasının temel yolu silahlı mücadelenin sonlandırılması ve tüm dış aktörlerin ülke içerisindeki operasyonları durdurmasıdır. Suriye'de çözümü savunan tüm güçler siyasi çözümün sağlanmasına katkıda bulunmalı ve yeni anayasa süreci hızlandırılmalıdır. Bölgesel çıkarları doğrultusunda Suriye çatışmasına müdahil olan ülkeler önümüzdeki süreçte çatışmanın değil çözümün ortağı olmalı ve Suriye'de sivil yaşamın korunmasında garantörlük üstlenmelidir. Rusya'nın İdlib saldırısını kınıyor ve İdlib mutabakatının uygulamaya konulmasını temenni ediyoruz." ifadelerine yer verildi.
Mescid-i Aksa baskını
Siyonist işgalcilerin Mescid-i Aksa'ya yaptığı baskına tepki gösterilen değerlendirmede, "İşgal rejiminin 2003 yılında kapattığı Rahmet Kapısı'nın 22 Şubat'ta Kudüs İslami Vakıflar Konseyi tarafından açılmasının ardından işgal rejimi tarafından provokasyonlara hız verildi. Mescid-i Aksa imam ve görevlilerini tartaklayan polis, korumasındaki 240 fanatik Yahudi'ye Mescid-i Aksa'ya baskın düzenletti. Müslümanların hassasiyetlerini kaşıyan işgal rejimi yönetiminin seçim stratejisini Filistin meselesi üzerine oluşturduğu açıkça görülmektedir. İşgalci rejim, kamuoyunu tatmin amaçlı saldırgan politikasına ivme kazandırmıştır. Tüm insani duyarlılığın yitirildiği düzende yönetim, kutsal mekânlara düzenlediği baskınlarla, muhalefet ise Hamas liderlerine suikast vaadiyle oy devşirmeye çalışmaktadır." denildi.
"İlk kıblemize yönelik saldırılar en şiddetli şekilde telin edilmeli"
Bölgede yaşanan tüm sorunların temelinde Filistin meselesinin olduğu hatırlatılan dış gündem değerlendirmesinde, "Filistin'in meşru direnişini terörizm ile suçlayan İslam ülkeleri ise ne yazık ki ilk kıblelerine yönelik saldırıları dahi görmezden gelecek durumdadır. Yaptırım hakkı olmamasına rağmen Mescid-i Aksa üzerinde hak iddia eden işgal rejimi İslam dünyasına da ilk kıblemiz üzerinden mesaj vermektedir. Buna rağmen, altı oyulan Mescid-i Aksa, evleri yıkılan Filistinliler işgal rejiminin insafına terkedilmiştir. İşgal rejimi ile normalleşme yarışına giren İslam ülkeleri tüm insan hakkı ihlallerinin ortağıdır. Bölgede yaşanan tüm sorunların temelinde Filistin meselesinin olduğu ve bu sorun çözülmeden diğer hiçbir sorunun çözülemeyeceği açıkça görülmekteyken İslam ülkeleri, siyonist işgalci rejim lehine bir süreç yürütmektedir. Yönetimlerin tüm duyarsızlığına rağmen, Müslüman kamuoyu Filistin meselesini yine önceliğine almalı ve duyarlılığını yitirmemelidir. İlk kıblemize yönelik saldırılar en şiddetli şekilde telin edilmeli ve yönetimler yaptırıma davet edilmelidir." ifadeleri kullanıldı.
AB-Türkiye üyelik müzakereleri
AB-Türkiye üyelik müzakerelerinin el alındığı değerlendirmede, "Avrupa Birliği'nin Türkiye ile üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını öneren raporu kabul edildi. Türkiye'nin 20 Ekim 2005 tarihinde başlayan müzakere süreci gelinen nokta itibariyle sonuçsuz bir çaba olarak görülmektedir. Süreç içerisinde birçok yetkili tarafından sürecin bilinçli olarak uzatıldığı, Türkiye'nin AB'ye alınmayacağı da ifade edilmiştir. İnsan hakları, hukuki düzen, mevzuat ve uygulamalarda AB'nin ortaya koyduğu reçete faydalı gibi görünse de tüm bunların insanı esas alan devlet politikasında milletin menfaatine göre düzenlenmesi gerekmektedir." denildi.
"Türkiye için AB üyeliği bu süreçte bir kazanç olarak görülmemelidir"
"Türkiye, her alanda milletin menfaatine yönelik politika izlemeli, mevzuatını da buna göre belirlemelidir" denilen açıklamada, şu değerlendirmeler yapıldı:
"Özellikle gümrük ve mülteci antlaşmalarında Türkiye'den fedakârlık bekleyen Avrupa, müzakere sürecinde Türkiye'yi oyalamaktadır. Türkiye için AB üyeliği bu süreçte bir kazanç olarak görülmemelidir. Müslüman bir ülkenin menfaatlerinin korunmayacağı oldukça açıktır. AB mevzuat ve yasalarının bulunduğumuz toplum ve inandığımız değerlere uyum sağladığını söylemek mümkün değildir. Bireyselliği esas alan, aile kavramının yok olduğu, farklı inançlara ön yargılı bir düzen Türkiye'ye sosyal açıdan da bir fayda sağlamayacaktır. Türkiye'nin Avrupa'dan ziyade önümüzdeki süreçte özellikle bölge ülkeleriyle ekonomik, sosyal ve siyasi ilişkiler geliştirmeye ve birliktelikler oluşturmaya yönelmesi bölgesel ve ulusal kazançlar için çok daha kazançlı olacaktır."
Avusturya'daki Kelime-i Tevhid bayrağı yasağı
İslam'a ve Müslümanlara karşı yürütülen resmi politikaların, ırkçı ve İslam karşıtı saldırılara zemin hazırladığına işaret edilen dış gündem değerlendirmesinde, "Avusturya'da yürürlüğe giren 'Sembol Yasası' kapsamında aralarında Kelime-i Tevhid bayrağının da yer aldığı bazı bayrak, simge ve çeşitli gruplara ait işaretlerin kamuya açık alanda kullanımı yasaklandı. Ülkede İslam karşıtı uygulamalar, güncellenen İslam yasasıyla birlikte peçe yasağı, cami kapatma ve imamların sınır dışı edilmesine kadar varmış ve Müslümanlar dini faaliyetlerini devletin belirlediği sınırlar çerçevesinde gerçekleştirmek zorunda bırakılmıştır. İslam'a ve Müslümanlara karşı yürütülen resmi politikalar, ırkçı ve İslam karşıtı saldırılara zemin hazırlamaktadır. Son düzenleme, özgürlük ve insan hakları propagandası yapan batı medeniyetinin İslam karşıtlığını devlet politikası olarak benimsendiğinin açık ilanıdır. Diğer yandan tüm Müslümanların ortak değeri olan Kelime-i Tevhid'in yasaklanmasına karşı İslam dünyasının tepkisizliği oldukça vahimdir. Türkiye'nin Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan kınamanın sadece 'bozkurt işareti' ile sınırlı tutularak Kelime-i Tevhid'in ve Müslümanların değerlerinin yasaklanmasına değinilmemesi üzüntü verici bir durumdur." ifadelerine yer verildi.
"Bu yasanın en kısa zamanda geri alınması sağlanmalı"
İslam dünyasına çağrının yer aldığı değerlendirmede, "Dünyanın her yerinde Müslümanların inanç ve ibadet özgürlüğü İslam ülkeleri tarafından desteklenmeli, aksi uygulamalara karşı yaptırım gündeme gelmelidir. Söz konusu yasayı kınıyor ve bu İslam karşıtı yasaya karşı İslam dünyasını tepki vermeye davet ediyoruz. Bu yasanın en kısa zamanda geri alınması sağlanmalıdır." denildi. (Ramazan Casuk-İLKHA)