Fransa sömürüsünden günümüze Cezayir
Uzun yıllar Fransa'nın işgali altında yaşayan Cezayir, katliamlar, sosyal, kültürel ve ekonomik baskının her çeşidinin uygulanması, Fransızcanın eğitim dili olarak kullanılmasına rağmen dininden ve bağımsızlık isteğinden vazgeçmedi.
Uzun yıllar Fransa'nın işgali altında yaşayan Cezayir, katliamlar, sosyal, kültürel ve ekonomik baskının her çeşidinin uygulanması, Fransızcanın eğitim dili olarak kullanılmasına rağmen dininden ve bağımsızlık isteğinden vazgeçmedi. Müslüman önderlerin öncülüğünde bağımsızlığına kavuşan Cezayir, Batı'nın kirli ellerini çekmemesi üzerine içerideki işbirlikçiler yaptıkları zulüm ve uyguladıkları politikalarla işgalcileri aratmadı.
Uzun süre tek partinin uyguladığı sol rejimle yönetilen Cezayir'de çok partili sisteme geçilmesinin ardından 1991'de yapılan seçimler Batı'nın kirli yüzünü bir kez daha gösterdi. İslam ülkelerine demokrasi ve özgürlük götürme gerekçesiyle giren Batı ülkeleri, Cezayir'de yapılan ilk turunda İslami kesimin önde olduğunu ve iktidara geleceğini görünce içerideki işbirlikçileri eliyle darbe yaptı. İslami kesimi engellemek için darbe yapan cunta yönetimi, Batı'dan da aldığı destekle ülkede adeta terör estirdi.
Akdeniz kıyılarından Büyük Sahrâ'nın güney kesimlerine kadar sokulan geniş toprakları ile Afrika kıtasının alan bakımından ikinci büyük ülkesi olan Cezayir, kuzeyde Akdeniz, doğuda Tunus ve Libya, batıda Fas ve Batı Sahrâ, güneydoğuda Nijer, güneybatıda Mali ve Moritanya ile çevrilidir. Resmi adı el-Cumhûriyyetü'l-Cezâiriyyetü'd-Dimukrâtiyyetü'ş-Şa'biyye olan ülkenin başşehri Akdeniz kıyısında Cezayir kentidir. Nüfusu günümüzde 40 milyonu aşan ülkede resmi dil Arapçadır.
Mısır'ın batısında bulunan mağrib ülkelerinden Cezayir tarihi milattan önce 3000'li yıllara uzanıyor. Berberi denilen yerli halkın yaşadığı Cezayir, Akdeniz'e kıyısı olan ve kıyı boyunca verimli topraklara sahip İslam ülkesidir. Bulunduğu konum itibariyle ticaret merkezlerinden olan Cezayir, dönemin büyük devletlerin hedefi oldu. İlk dönemlerde Fenikeliler ve Kartaca devleti tarafından ele geçirilen Cezayir daha sonra Romalılar ve Bizanslılar tarafından işgali edilerek Hıristiyanlaştırıldı.
Cezayir'in İslam'la tanışması
İslam'ın yayılmaya başlamasıyla Abdullah bin Ebu Serh komutasında 683'te bölgeye gelen İslam orduları tarafından fethedilen Cezayir, halkın İslam'ı kabul etmesiyle büyük bir ilerleme kaydetmeye başladı. İslam'ın kabul edilmesinden sonra İslam medeniyetinin bir parçası olarak İslam kültürünü günümüze kadar devam ettiren Cezayir'de çok sayıda İslam alimi yetişerek İslami ilimlerin gelişmesine katkıda bulundu.
16. yüzyılda yeniden gözlerini Cezayir topraklarına diken batılı devletlerden İspanya 1505'te ülkeyi işgal etti. İspanyolların bölgeye gelmesinden kısa süre sonra harekete geçen Barbaros Hayrettin paşa komutasındaki Müslüman denizciler 1530'da Cezayir'i işgalden kurtararak batılı yağmacılara karşı üs olarak kullandı. Bu dönemde Osmanlıya bağlanarak beylerbeyliği olarak varlığını sürdüren Cezayir, 1800'lü yıllarda yeniden batılıların saldırılarına hedef oldu.
1830'a kadar süren Cezayir'deki Osmanlı hâkimiyeti idarî bakımdan beylerbeyiler devri (1518-1587), paşalar devri (1587-1659), ağalar devri (1659-1671) ve dayılar devri (1671-1830) olmak üzere dört ana döneme ayrılır. Şer'î işler ise biri Hanefî, diğeri Mâlikî mezhebine mensup iki müftü tarafından yürütülmekteydi.
Fransız işgali ve direniş yılları
Fransızların karadan ve denizden başlattıkları saldırılara uzun süre direnen Cezayir, 1830'da işgal edildi. Fransa kolonisi kurulan ülke sömürge idaresi tarafından yönetilmeye başlandı. Fransızları hiçbir zaman kabullenmeyen Müslüman Cezayir halkının başlattığı ayaklanmalar her defasından vahşi bir şekilde bastırıldı.
Osmanlı kuvvetleri çekilmesinden sonra ülkenin batısındaki kabileler Emîr Abdülkādir'in etrafında toplanıp onu sultan ilân ederken (1832) doğuda da Kostantîne Emîri Ahmed Bey mücadeleyi sürdürdü. Uzun süren mücadele sonucunda Fransız kuvvetlerini yenilgiye uğratan Emir Abdulkadir, yaptığı Tâfnâ Anltaşmasıyla ülkenin batısıyla güneyindeki hâkimiyetini kabul ettirdi (30 Mayıs 1837).
Fransızların Tâfnâ Antlaşması'nı ihlal ederek ülkeye çok sayıda asker getirmesine tepki gösteren Emir Abdulkadir 1839'da yeniden cihad ilan etti. Dört yıl süren ve çok sayıda köyün yok edilerek binlerce kişinin katledildiği bu döneminde Fransızlar Emir Abdülkādir'in elinde bulunan Medye, Milyâne, Şerşâl, Bûgar, Tilimsân, Tagdempt, Muasker, Saîde ve Zimâle'yi ele geçirdiler.
Halkı Hıristiyanlaştırma çalışmaları
Bir süre sonra ülkenin tamamında kontrolü ele geçiren Fransa, işgal ve koloniyle yetinmeyerek 1848'de aldığı kararla Cezayir'in Fransa'nın toprağı olduğu kararı aldı. Fransızlar tüm baskı ve katliamlarına rağmen Cezayir halkı hiçbir zaman işgali kabul etmeyerek mücadelesini sürdürdü. Özellikle de dini liderler öncülüğünde devam eden mücadeleler süresince çok sayıda ayaklanma yaşandıysa da işgale son verilemedi.
Silahlı mücadelenin yanı sıra siyasi dini ve kültürel alanda da halkı sindirip asimile etmek için farklı yollara başvuran Fransızlar, halkı İslam'dan uzaklaştırıp Hıristiyanlaştırmak için Arapça yerine Fransızcayı hakim kılmaya çalıştı. Ekonomik baskılarını da sürdüren Fransızlar, halka ait değerli mülklere el koymanın yanı sıra başta kıyı kesimi olmak üzere ülkenin en güzel yerlerine Fransızları yerleştirdi.
Halktan aldığı değerli arazileri getirdikleri Avrupalılara dağıtan Fransızlar, böylece ülkedeki yabancı nüfusu da arttırma yoluna gitti. 1841-1850 arasında 115.000 hektar arazi dışarıdan gelenlere dağıtıldı. 1847'de ülkedeki Avrupalıların sayısı 104.000 iken 1872'de 245.000'e, 1911 yılında da 752.000'e yükseldi. Aynı şekilde ellerindeki arazinin miktarı da 1860'ta 365.000, 1930'da ise 2.345.000 hektarı buldu.
Ülkeyi 3 eyalete ayırarak Fransızlar, 1830-1870 yılları arasında Cezayir'i askerî idare ile yönettiler. Zulüm ve baskının artarak sürdüğü bu dönemin ardından 1870'te sivil idareye geçilerek ülke Fransa İçişleri Bakanlığı'na bağlandı.
İşgali kabul etmeyen Cezayirliler yeniden ayaklandı
Sivil idareye geçilmesinin ardından 1871'de dini liderler öncülüğünde yeniden ayaklanan Cezayir halkıyla Fransızlar arasından şiddetli çatışmalar yaşandı. Rahmâniyye tarikatı mensuplarının önemli rol oynadıkları ayaklanmalar bitmeden 1881'de de Sîdî Şeyh liderliğindeki kabileler ayaklandı. Fransız güçleri bu ayaklanmaları 1884'te binlerce kişiyi katlederek bastırdı. Ayaklanmaların ardından halk üzerindeki baskıyı daha da arttıran işgal yönetimi uygulamaya koyduğu “yerli kanunu” (code de l'indigénat) ile temel hakları daha da sınırlandırdı. Cezayir halkının tüm haklarının sınırlandırılarak ülke gelirlerinin Avrupalılara dağıtıldığı bu baskı ve zulüm dönemi 1919 yılına kadar aralıksız sürdü.
Birinci dünya savaşının ardından bağımsızlık için yeniden harekete geçen Cezayirli Müslümanlar genelde legal olmak üzere farklı dernek ve cemiyetler kurarak haklarını savundu. 1920'da Emîr Abdülkādir'in torunu Emîr Hâlid önderliğinde başlayan bu hareketler Mesali el-Hac, Abdülhamîd b. Bâdîs, ve Ferhad Abbas öncülüğündeki hareketlerle devam etti. Abdülhamid bin Badis'in önderliğinde 1931'de kurulan Müslüman Alimler Cemiyeti (Cemiyetu'l-Ulemai'l-Muslimin)'nin büyük bir etkisi oldu. Bir yandan bağımsızlık mücadelesi veren Bin Badis, diğer yandan da halkın şuurlanması için eğitim ve kültürel faaliyetlerde bulundu.
Abdulhamid b. Badis dışındaki isimler genelde Fransızlarla tanınan haklara kavuşmak için mücadele etti. İkinci dünya savaşına kadar devam eden bu gelişmeler genelde sonuçsuz kalsa da halkta bağımsızlık bilincini canlı tuttu. Abdülhamîd b. Bâdîs'in kurduğu Cem'iyyetü'l-Ulemâi'l-Müslimîn'in (1931) hareketi Müslümanları umutlandırırken bin Bâdîs'in 1940'ta vefatı üzerine sonuçsuz kaldı. Bu hareketler bağımsızlık konusunda sonuçsuz kalsa da Cezayirliler için bazı koşulların iyileştirilmesinde etkili oldu.
Fransa'nın başkentliğini yaptı
II. Dünya Savaşı'nda önemli rol oynayan Cezayir, 8 Kasım 1942'de İngiliz-Amerikan kuvvetlerinin Kuzey Afrika çıkarmasına sahne oldu ve Cezayir şehri Fransa geçici hükümetinin merkezi haline geldi. 3 Haziran 1943'te kurulan Fransız Millî Kurtuluş Komitesi'nin de (Comité de la Libératione Nationale Française) yerleştiği Cezayir şehri 1944 sonuna kadar Fransa'nın başşehirliğini yaptı.
İkinci dünya savaşı sonrası bağımsızlık hareketleri
İkinci Dünya Savaşından sonra bağımsızlık için yeniden harekete geçen Cezayirliler, mücadele için yeni bir aşamaya geçti. 1945'te düzenlenen törenlerde Cezayir bayrağı taşıyanlara ateş açan Fransız askerleri, Fransızlara göre 15 bin, Arap kaynaklarına göre 45 bin kişiyi katletti. Bununla yetinmeyen Fransızlar, önde gelen Cezayirli isimlerin de aralarında bulunduğu çok sayıda kişiyi tutukladı. Yapılan protestolar ve gösterilen tepkilere rağmen halka baskı uygulayan Fransızlar, göstermelik bazı iyileştirmelere gitse de bu halkı tatmin etmedi.
Kasım 1946'da, o yıl genel afla hapisten çıkan Mesâlî el-Hâc'ın önderliğinde Hareketü'l-İntisâr Li'l-Hürriyyâti'd-Dimukrâtıyye (Mouvement Pour le Triomphe des Libertés Démocratiques: MTLD) adıyla bir örgüt kuruldu. Hizbü'ş-şa'bi'l-Cezâirî'nin bir bakıma devamı niteliğinde olan bu örgütün bünyesinde bir de el-Munazzamatü'l-hâssa (Organisation Spéciale) adlı gizli bir birim teşkil edildi ve bu örgütte yer alan Hüseyin Âyt Ahmed, Ahmed b. Bellâ ve Muhammed Haydar gibi kişiler kurtuluş mücadelesinde önemli rol oynayan isimler oldular.
Direnişle gelen bağımsızlık
Fransızların Cezayir'den çıkmaması ve baskıyı devam ettirmesi nedeniyle mücadelelerini artırarak sürdüren bağımsızlık hareketleri 1950'lere gelindiğinde silahlı mücadele başlattı. Güçlerini birleştirerek ülkeyi 6 bölgeye ayıran hareketler silahlı mücadeleyi bütün ülkeye yaydı. Sömürgecilere karşı kurtuluş savaşı veren bütün birlikler Ceyşü Tahrîri'l-Vatanî (L'Armée de Libération Nationale: ALN) adını alırken Munazzamatü'l-lecneti's-sevriyyeti li'l-vahde ve'l-amel de bu mücadelenin siyasî örgütü haline gelerek Cebhetü't-Tahrîri'l-Vatanî (Front de Libération Nationale: FLN) adını aldı.
NATO'nun da desteğini alan Fransa, hava, deniz ve karadan düzenlediği saldırılarla büyük katliamlara imza attı. Vietnam'da yaptığı katliamlarla tecrübe kazanan askerlerle Cezayir'de büyük vahşetlere imza atan Fransızlar, kimi zaman sadece sivillerin bulunduğu yerleşim yerlerinde kokutup sindirme amacıyla katliamlar gerçekleştirirken kimi zaman da yakaladıkları direnişçileri uçaklardan atarak katlediyorlardı. Bununla yetinmeyen Fransa, Müslüman direnişçilere silah yardımı gelmesini engellemek için Akdeniz'de korsanlık faaliyetlerinde bulundu.
1954 başlayan silahlı mücadeleyle özellikle taşra ve kırsalın büyük kısmında kontrol Cezayirlilerin eline geçerken 19 Eylül 1958'de Kahire'de toplanan Cezayirli liderler bağımsız Cezayir Cumhuriyeti'ni ilân etti. Kurulan geçici hükümetin başkanlığına da Ferhad Abbas getirildi. Yurtdışında çalışmalarını sürdüren geçici hükümet, İslam ülkeleri tarafından tanındı.
1960'a gelindiğinde masaya oturmak zorunda kalan Fransa, bir süre oyalama taktiği uygulayarak bağımsızlık isteklerini soğutmaya çalışsa da halkın topyekun tepkisi Fransızlara geri adım attırdı. Yapılan görüşmeler sonucunda 1962'de varılan anlaşmayla Fransa Cezayir'den çekilerek yapılacak referandumun ardından ülkenin bağımsızlığını tanıyacaktı. Yapılan referandumla Cezayir bağımsızlığına kavuşurken, ülkeye yerleştirilen ve kendilerini oranın efendileri gören Avrupalıların büyük çoğunluğu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Silahlı mücadelenin başladığı 1954 yılından bağımsızlığa kadar süren süreçte bir buçuk milyondan fazla Cezayirli katledilirken, 500 bin Cezayirli evlerinden edilerek Tunus ve Fas'a sığındı. İki milyona yakın nüfusun evsiz kaldığı bu dönemde kamu binaları ve fabrika gibi ekonomik kurumların çoğu yıkıldı. Mücadelenin başladığı dönemde yaklaşık 10 milyon olan Cezayir'in nüfusu işgal bittiği zaman 7.5 milyona gerilemişti. Bu da işgalcilerin nasıl bir soykırıma imza attığını ortaya koyuyor.
Her aileden en az bir kişinin hayatını kaybetti
Tarihi bilgilere göre Cezayir'in bağımsızlık mücadelesi verdiği dönemde nüfusu 8-10 milyon civarındaydı. Buna göre Fransız işgal kuvvetleri ülkedeki nüfusun yüzde 15'ini öldürmüşlerdi. Yani her 6,6 kişiden 1 kişi 7,5 yıl süren bir bağımsızlık savaşı esnasında öldürülmüştü. Bu ise her aileden en az bir kişinin hayatını kaybetmesi anlamına geliyordu. Bu ise apaçık bir soykırım niteliği taşıyordu.
İşgale rağmen İslami eğitim sürdürüldü
İslam'la tanışmasından itibaren İslami ilimlerin revaçta olduğu Cezayir'de Eğitim-Öğretim köylerde küçük mekteplerde ve zaviyelerde şehirlerde ise mescit ve medreselerde sürdürüldü. Kur'an ezberinin ilk sırada yer aldığı eğitim sisteminde Arap dil bilgisi, Kur'an ve fıkıh dersleri okutuluyordu.
Uyguladığı politikalarla ilmi hayata darbe vuran Fransızlar döneminde ise İslami Eğitim daha çok merkezde uzak Kabâil (Kabîliye) ve Sahrâ gibi uzak bölgelerde sürdürülebilmiştir. Fransızların İslami eğitim ve kültürü yok etmek Fransızcayı zorunlu hale getirmesinin yanı sıra her türlü yola başvurduğu ülkede Cem'iyyetü'l-Ulemâi'l-Müslimîn ile Hizbü'ş-Şa'b tüm baskılara rağmen kurduğu medreselerle İslami eğitimi sürdürmüştür. Fransız işgali altında 1958 yılına gelindiğinde ülkedeki 43 medresede 14 bin öğrenci eğitim alıyordu.
İşgalle eğitime darbe vuran Fransızlar, İslam kültür ve birikimini yok etmek içinse binlerce kitabın bulunduğu bazı kütüphaneleri yaktı. Buna rağmen 1835 yılında Cezayir kentinde kurulan el-Mektebetü'l-Vataniyye el-Cezâiriyye kütüphanesinde 3 bini yazma eser yaklaşık bir milyon kitap bulunuyordu.
Fransız işgali işbirlikçi yöneticilerle devam etti
Cezayir'de arkasında ajanlarını, kuklalarını bırakarak çekilen Fransızlar, hiçbir zaman kirli ellerini ülkeden çekmedi. Geride bıraktıkları işbirlikçilerle ülke yönetiminde istediklerini gerçekleştirilen Fransa, halkın istediği yönetimlere izin vermedi. 1992'de İslami Selamet Cephesi'nin yönetime geleceğinin anlaşılması üzerine yerli işbirlikçileri harekete geçiren Fransızlar, Cunta yönetimiyle halkın arzusu olan yönetimi engellerken yeni katliamlara imza attı.
Bağımsızlığın kazanılmasının ardından bağımsızlık hareketi liderlerinden Ahmed b. Bellâ'yı hükümet başkanlığına, Genelkurmay Başkanı Albay Hüvârî Bû Medyen de Savunma Bakanlığına getirildi. Bağımsızlık hareketlerinin birleştirilmesiyle kurulan Millî Kurtuluş Cephesi'nin başına ise M. Haydar getirildi. Ancak bir süre sonra Fas'la yaşanan sınır krizinin büyümesi ve çıkan çatışmaların ardından 19 Haziran 1965'te darbe yapan savunma bakanı Hüvârî Bû Medyen Bella'yı görevden uzaklaştırarak tüm yetkileri eline aldı.
Bü Medyen dönemi ve sosyalizm
Anayasayı yürürlükten kaldırarak meclisi fesheden Bü Medyen, kurduğu devrim konseyi ile ülke yönetimini tamamen eline geçirdi. Sosyalizmi benimseyen Bü Medyen, ülkeyi sosyalist ilkelerle yönetmeye çalıştı. Öldüğü 27 Aralık 1978'e kadar yönetimi elinde bulunduran Bü Medyen, tek parti iktidarıyla ekonomiden hayatın diğer alanlarına kadar önemli hiçbir başarıya imza atamadı. Özellikle sosyalist yönetime tepki gösteren İslami kesimin yaptığı muhalefet nedeniyle zaman zaman kumarın yasaklanması, hafta tatilinin Cuma'ya alınması gibi bazı değişikliklere giden Bü Medyen'e itirazlar hiç dinmedi.
Medyen'inin ölüm üzerine devlet başkanlığına seçilen Şadlî b. Cedîd, selefinin yolunu sürdürerek ülkeyi sosyal, ekonomik ve kültürel olarak daha zor duruma soktu. Artan İslami muhalefeti anlama yerine baskı politikası uygulayan Şadlî b. Cedîd'e tepki gösteren halk, 1988'de ülkenin büyük bölümünde protesto gösterileri yaptı. Protestolara sert karşılık veren yönetim yüzlerce kişiyi katletti. Katliamlara rağmen geri adım atmak zorunda kalan Şadlî b. Cedîd, anayasayı sosyalizmden arındırarak çok partili hayat geçilmesini kabul etti.
Kabul edilen 23 Şubat 1989 tarihli anayasa ile yasama yetkisi 292 üyeli Millî Halk Meclisi'ne (Barleman), yürütme yetkisi devletin başı olan ve genel seçimle beş yıllığına seçilen cumhurbaşkanına, yargı işleri ise bağımsız adalet organlarına verildi. Ancak yapılan ilk seçimde iktidarın İslami kesimin eline geçirileceğinin anlaşılması üzerine bu kararlar uygulanmadı.
Çok partili sistem başlamadan bitti
Çok partili hayata geçişin ardından 1990'da yapılan ilk mahalli seçimlerde Abbâs Medenî ve Ali Belhâc liderliğindeki İslâmî Selâmet Cephesi'nin (FIS), oyların yüzde 56'sını alarak 42 ilden 28'nin yönetimini ele geçirmesi batı ülkeleri ile içerdeki işbirlikçilerini panikletti.
Mahallî seçimlerden zaferle çıkan İslâmî Selâmet Cephesinin talebiyle 27 Haziran 1991'e yapılacağı açıklanan genel seçimler, Batı'nın desteğiyle yönetime el koyan ordu tarafından ertelendi. İslami kesimin önünün kesilmesi için ertelenen seçimler İslâmî Selâmet Cephesi'nin liderlerinin tutuklanmasının ardından 26 Aralık 1991'de yapıldı. Tüm engelleme ve baskılara rağmen İslami Selamet Cephesinin seçimin ilk turunda oyların büyük çoğunluğunu bir kez daha Batı'yı harekete geçirdi.
İlk defa iktidarı kaybetmekle karşı karşıya kalan ülkedeki laik kesimler Batı ülkelerini de harekete geçirerek seçimin ikinci turunu tartışmaya açtı. Cumhurbaşkanı Şadlî b. Cedîd'in seçimlere dört gün kala istifa ederek yetkilerini devrettiği Yüksek Devlet Komitesi ilk iş olarak olağanüstü hal ilân ederek seçimleri iptal etti.
Yurt dışından getirilerek komitenin başına getirilen Muhammed Bûdıyâf, İslâmî Selâmet Cephesi'ni etkisiz bırakmak için her yola başvurdu. FİS lider ve taraftarlarını tutuklatan Büdiyaf, çok sayıda kişiyi de işkenceler altında katletti. İslâmî Selâmet Cephesi yanlısı oldukları gerekçesiyle çok sayıda cami imamı görevden uzaklaştırılırken yerlerine rejim yanlısı isimler getirildi. Bazı bölgelerde çıkan çatışmalarda binlerce kişi katledilirken, İslami hareketin yok edilmesi için vahşi yöntemlere başvuruldu.
Ocak 1992'de getirildiği Yüksek Devlet Komitesi başkanlığında İslami Selamet Cephesi'ni kapatarak İslami muhalefete ve halka yönelik her türlü baskıyı uygulayan Büdiyaf, bir konuşma sırasında koruma subayı tarafından öldürüldü. Bûdıyâf'ın yerine Yüksek Devlet Komitesi üyesi Ali Kâfî getirildi.
Silahlı hareketlerin ortaya çıkışı
Cunta yönetiminin İslami Selamet Cephesi'ni (FİS) kapatılarak İslami faaliyetlerin yasaklamasıyla farklı İslami hareketlerin ortaya çıktığı ülkede kimi hareketler siyasi faaliyeti öncelerken bazı hareketler ise silahlı mücadeleye başladı.
Müslümanlara karşı kirli bir savaşa girişen batı destekli cunta yönetimi silahlı mücadelede bulunan grupların adını kullanarak birçok yerde vahşi katliamlar gerçekleştirdi. Cunta döneminde ortaya çıkan bazı İslami hareketleri ise şöyle sıralayabiliriz:
AIS (Islami Kurtulus Ordusu): Cunta yönetiminin faaliyetlerini yasakladığı İslami Selamet Cephesi'nin silahlı kanadı olarak ortaya çıktı. Medeni Mirzak liderliğindeki hareket, Batı medyası ve cuntacılar tarafından katliamlarla gündeme getirilerek terörist grup olarak gösterildi.
GIA (Silahlı İslami Grup): Cuntacıların yönetime el koymasından sonra ortaya çıktı. Yaptığı eylemeler ve bazı İslami gruplara karşı tekfirciliğle öne çıktı. Abdirrahman Emin tarafından kurulan grup, İslami gruplara karşı sert tutumundan dolayı daha sonra kendi içinde de bölündü.
FIDA (Cezayir Cihadı İçin İslami Cephe): 1994'te GIA'dan ayrılanlar tarafından kurulan hareket, ülke içindeki darbe destekçilerini hedef aldı.
Bunların dışında da ortaya çıkan bazı gruplar silahlı mücadelede bulunurken hemen hemen hepsi darbeciler, Batılılar tarafından "katliamcı teröristler" olarak dışlandı. İslami gruplara karşı en sert yöntemlere başvuran cuntacılar, halka yaptığı baskı ve zulümle Fransızları aratmadı. 1999 yılına kadar süren bu dönemde resmi kayıtlara göre 150 bin Cezayirli hayatını kaybetti.
Buteflika dönemi
Bu baskı döneminin ardından Cumhurbaşkanlığına getirilen Abdelaziz Buteflika, iki dönemle sınırlı olan görev süresini uzatmak için 2008 yılında anayasayı değiştirerek 2009 ve 2014 yıllarında yapılan seçimlerle iktidarını sürdürdü.
Ulusal Halk Meclisi adıyla ülke yönetiminde söz sahibi olan parlamento 462 milletvekilinden oluşurken Parlamento bünyesinde yer alan Ulusal Halk Meclisi ve 1996 Anayasasıyla oluşturulan 144'lü Senatörlü Millet Konseyi de bulunmaktadır. Ancak Senatörlerin üçte biri Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor.
Ayrıca 2012 Eylül ayından bu yana Başbakanlık görevini yürüten Abdelmalek Sellal Hükümetinde, FLN (Ulusal Kurtuluş Cephesi), RND (Ulusal Demokratik Birlik), TAJ (Cezayir'in Umudu İçin Birlik) ve MPA (Cezayir Halk Hareketi) partileri yer almaktadır.
Halkın yaşanan çatışmalardan bıkmasının da etkisiyle yaklaşık yirmi yıldır iktidarını sürdüren Cumhurbaşkanı Buteflika, İslami hareketlerin bazı taleplerini yerine getirerek cezaevlerindeki bazı önemli isimleri serbest bıraktı. Bazı alanlarda rahatlama sağlayan adımlar atarak halkın da onayını alan Buteflika, ekonominin de iyiye gitmesiyle iktidarını sağlamlaştırdı. Çatışmaları ortamın yaşattığı travmalar nedeniyle yeni bir gerginlik istemeyen Cezayirliler ise "en kötü hükümeti hükümetsizlikten iyi görerek" Arap Baharı adı verilen Ortadoğu'daki hareketlerin benzerini yaşamadı.
Cezayir'de İslami hareketler
Yaşanan çatışmaları ortamın ardından İslami hareketlerde de değişimler oldu. Cezaevlerine atılan liderlerden bazıları ortamın daha da kötüye gitmesi üzerine Buteflika ile temas kurarak olumlu yönden bazı adımların atılmasını sağladı. Yaşanan uzlaşı ortamında İslami hareketlerden bazıları da yumuşama göstererek çatışmalı ortamın sona ermesini sağladı. Bununla beraber bazı İslami hareketler rejime karşı sert tavırlarını sürdürmeye devam etti. Bazı İslami hareketler ise, siyasi mücadele yolunu tercih ederek partileşerek çalışmalarını sürdürdü.
Cezayir'de en güçlü hareket olarak da varlığını sürdüren ve İhvan'ın uzantısı olarak kabul edilen Cezayir İslâmi Kurtuluş Hareketidir. Daha sonra ismi Cezayir Hamas olarak değiştirilen Cezayir İslâmi Kurtuluş Hareketi, kimi zaman hükümette bakanlıklar düzeyinde temsil edildi. Ülkedeki birçok İslami hareket, teşkilatlı yapısı ve kültürel faaliyetlerle etkinliğini sürdüren Cezayir Haması ile beraber hareket ediyor.
Eski sömürgelerindeki emellerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Fransa, Cezayir'deki menfaatlerini içerideki işbirlikçiler vasıtasıyla sürdürse de halkın Fransa'ya olan nefreti devam ediyor. Cezayir Haması'na bağlı düşünce adamı Tahir Belğayr'in deyimiyle Cezayir halkı, Fransa'dan nefret edilmesini neredeyse dini bir vecibe gibi algılıyor. (Fırat Arslan- İLKHA)