Özgürlükler,Kemalizm`in insafına terk edilemez VESAYET YOKLAMASI
Özgürlükler, Kemalizm`in insafına terk edilemez VESAYET YOKLAMASI 2 HKP`nin Danıştay`a TSK`daki başörtüsü serbestliğine karşı açtığı dava sonrası görüş bildiren Danıştay savcısı, laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle başörtüsünün tüm kamu kuruluşlarında yasaklanmasını istedi. Müslüman düşmanlığı bu istek Danıştay`ca reddedilirken daha önce Öğrenci andı`nın tekrar geri getirilmesi gibi ırkçı girişimleri vesayet yoklamasında ikinci adım olarak değerlendiren hukukçular, özgürlüklerin, Kemalizm`in insafına terk edilemeyeceğini belirtti; yasal bir zemine oturtulması çağrısında bulundu.
M. ERKAN YAVUZ- DOĞRUHABER
Halkın Kurtuluş Partisi (HKP), TSK'daki başörtüsü serbestliğine karşı dava açmış, söz konusu davada mütalaasını açıklayan savcı, “TSK'da başını örtmek laiklik ilkesine aykırı” yönünde görüş bildirdi. Geçtiğimiz günlerde de “Öğrenci Andı” ile ilgili tekrardan okutulması kararını veren Danıştay`ın bu kararları ‘Vesayet Yoklaması 2` olarak değerlendirildi. Öte yandan Danıştay`da yürütülen müzakereler sonucunda düzenlemenin yürütmesinin durdurulması istemi 1`e karşı 4 üyenin oyu ile reddedildi. Konuyla ilgili gazetemize değerlendirmelerde bulunan avukatlar, kanuni ve yasal bir güvenceye dayandırılmayan bu özgürlüklerin her zaman için kirli zihniyetlerin hedefinde olduklarını dile getirdiler.
YASAĞIN TEKRAR GERİ GETİRİLMEK İSTENMESİ VESAYET ÖZLEMİDİR
Danıştay savcısının talebini ‘rezalet` olarak değerlendiren Av. Cüneyt Toraman, “Türkiye`nin en büyük yargı erklerinden biri olan Danıştay`dan söz ediyoruz. En alt kademedeki üç veya beş aylık bir savcıdan, hakimden söz etmiyoruz. Türkiye`nin en yüksek mahkemelerinin birinde Danıştay`da, savcı TSK`da başörtüsünün yasaklanmasını istiyor ve oylama yapılıyor, üyelerden bir tanesi de yasağın sürmesi yönünde oy kullanıyor. Bir defa ırk ayrımcılığı, din ayrımcılığı ve cinsiyet ayrımcılığı hem Anayasada hem de uluslararası sözleşmelerde kesin olarak yasaklanmıştır. Bu yapılan aynı zamanda ceza kanuna göre suç. Böyle bir yasağın tekrar geri getirilmek istenmesi vesayet özlemidir. Yıllarca böyle bir kanun olmadığı halde başörtüsünü yasakladılar. Ceza kanununa göre din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımcılığı yapmak alenen suçtur. Bu yasa öğretmen, öğretim görevlileri veya bir başkası hariç demiyor, herkesi için geçerli.” dedi.
BİR İNSANI İNANCINDAN, DİLİNDEN VE IRKINDAN DOLAYI DIŞLAYAMAZSINIZ
Bu tür kararlara imza atanların yargıdan temizlenmesi gerektiğinin altını çizen Toraman, “Bundan kısa bir süre önce bir öğretim görevlisi başörtülü bir öğrenciyi okula sokmak istemedi, fotoğrafını çekti, birincisinde ceza yemedi, ikincisinde ceza yedi ve cezaevine girdi. Peki, neden atıldı bu öğretim görevlisi cezaevine? Başı örtülü diye bir öğrenciye ayrım yaptığı için. Yine bir şirket ilan verdi, ‘Başı örtülü olmayan eleman alınacaktır` diye; bu şirketin ilanından dolayı Rekabet Kurulu ceza kesti ve soruşturma başlatıldı şirket hakkında. Kendi şirketine dahi eleman alırken ayrımcılık yapamazsın. Türk, Kürt, başı açık, başı kapalı diye ayırım yapamazsınız. Bir insanı inancından, dilinden ve ırkından dolayı dışlayamazsınız. Dolaysıyla insanlara kimliklerinden dolayı, aidiyetlerinden dolayı ayırımcılık yapamazsın. Bu kadar kessin kurallar ortadayken, Türkiye`de bir yüksek mahkemenin savcısı böyle bir yasağı nasıl isteyebilir? Yüksek bir mahkemenin hâkimi yasağın devam etmesi yönünde nasıl oy kullanabilir? Bunların taraflı, tarafsız davranacağına kim karar veriyor? Geçmişten günümüze kadar yapılan darbeleri başörtülü olanlar mı yaptı? Bu kararı verenler yargıdan temizlenmeli, bürokrasiden temizlenmeli. Bizim vergilerimizden maaş alanlar insanların değerlerine hakaret edemez, aşağılayamaz, onlara karşı üçüncü sınıf, ikinci sınıf insan muamelesi yapamaz. Bu aynı zamanda suçtur. Örneğin Almanya`da faşizm yasaktır, Nazizm yasaktır. Orada bunların lehine bir teklifte bulunulamaz. Bir Alman savcısı veya hakimi Nazizm lehinde oy kullanamaz, görüş açıklayamaz. Türkiye`de uygulanmak istenen başörtüsü yasağının Nazizm`den ne farkı var? Şayet Almanya`da bunlara izin verilmiyorsa, Türkiye`de de verilmemesi lazım. Türkiye`de bürokrasi ve yargıda yasağa hevesli olanlar, eski Türkiye özlemi içinde olanlar varsa dünyada bunun örnekleri var. Örneğin Küba`ya, Kuzey Kore`ye gitsinler, oralarda istemedikleri kadar yasak bulacaklardır.” şeklinde konuştu.
BU MİLLET VESAYETE KARŞI 15 TEMMUZ GECESİ SOKAĞA ÇIKTI, TANKLARIN, UÇAKLARIN VE SİLAHLARIN ÖNÜNDE DURDU
Toraman son olarak şöyle konuştu; “Bu millet vesayet istemiyor arkadaş, istemiyor. Millet 28 Şubat darbesine karşı AK Parti`yi iktidara getirdi. Niye? ‘Biz artık darbe istemiyoruz, vesayet istemiyoruz` dedi. Bu millet vesayete karşı 15 Temmuz gecesi sokağa çıktı, tankların, uçakların ve silahların önünde durdu. Niye? ‘Biz askeri vesayet istemiyoruz, yargı vesayeti, FETÖ vesayeti istemiyoruz, Ergenekon vesayeti istemiyoruz. Yani kısaca hiçbir vesayeti istemiyoruz` dedi. Bu adamalar anlamadı mı hala, neden hala oturuyorlar. Bir dakika bile oturmamaları lazım. Yani bu mütalaayı hazırlayan savcı da, yasağın sürmesi yönünde oy kullanan hakim de bir dakika bile oturmamalı o koltukta. Eğer hukuka zerre kadar saygıları varsa oturmamalı o koltukta. Danıştay sadece idari davalara bakar, devlet yanlış yaparsa düzeltmek için vardır. Ama bunlar devletin yanlışını düzeltmek bir tarafa, devletin yaptığı doğruları bozmaya çalışıyorlar. Böyle bir mahkeme, böyle bir rezalet olur mu? Net bir şekilde ifade ediyoruz; her türlü vesayete hayır. Vesayetçi savcı da istemiyoruz, vesayetçi hakim de istemiyoruz, herhangi bir devlet memuru da istemiyoruz. Onlar ait oldukları yere gitsinler, layık oldukları yerlere gitsinler. Buradan HSK`yı göreve davet ediyorum. Bu mütalaayı hazırlayan savcı ve yasağın sürmesi yönünde oy kullanan hakim hakkında derhal soruşturma başlatmak zorunda. Yasakçı bir zihniyete yargıda yer verilmemelidir.”
HER SEFERİNDE BİR ANAYASAL DÜZENLEME TALEP EDİYORDUK VE HALEN DE BÖYLE BİR TALEBİMİZ VAR
TESSEP yetkililerinden Av. Susa Ayyıldız ise, “Başörtüsü veya farklı cenahlarca türban problemi denen meselenin başlangıcı, 1980 Darbesine dayanıyor. Ancak Anayasada ve kanunlarda bu yönde herhangi bir yasak hiç yoktu esasen. Yasak sadece bazı kanunların yönetmeliklerinde karşımıza çıkıyordu. Devlet memurları kanununun kılık kıyafet yönetmeliği, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kılık kıyafet yönetmeliği gibi bazı yerlerde yasaklar vardı. Bu yasaklayıcı ibareler kaldırıldı ve bugünkü serbestlik oluştu. Biz bu konuda her seferinde bir anayasal düzenleme talep ediyorduk ve halen de böyle bir talebimiz var. Ancak AK Partinin genel olarak yaptığı savunma şu şekildeydi: Yasak Anayasadan veya kanunlardan kaynaklanmıyor. Sadece kılık kıyafet yönetmeliğinden kaynaklanıyor. Bu yüzden yönetmeliklerde yapacağımız değişikliklerle serbestliği çok rahat getirebiliriz. Onun dışında herhangi bir şey yapmamıza gerek yok. Bu şekilde de yapıldı. Önce 2007`de üniversitelerde öğrenciler için bir serbestlik getirildi. Sonra Ekim 2013`te yapılan yönetmelik değişikliğiyle devlet memurları için serbestlik getirildi. TSK, emniyet ve hâkim ve savcılar özel kanunlarına tabi olacakları belirtilerek bu değişiklikten ayrı tutuldu. TSK`daysa 2017`de kılık kıyafet yönetmeliğinde bir değişiklik yapılmıştı. Resmi gazetede de yayımlandı. Yapılan değişiklikle TSK`daki üniformalı görevliler için de başörtüsü serbestliği sağlanmış oldu.” ifadelerini kullandı.
KİLOMETRE TAŞLARI YAVAŞ YAVAŞ DÖŞENİYOR
Atılan bu adımları kirli odakların 28 Şubat dönemindeki gibi döşenen kilometre taşları olarak değerlendiren Ayyıldız, “İptal talebine konu olan mesele de bu. Devlet Memurları Kanununa karşı herhangi bir girişim yok. Bu konuda herhangi bir talep de yok. Sadece TSK`daki serbestlik dava edilmiş aslında. Ama Danıştay savcısının işgüzarlığı mıdır, yoksa art niyetini belirtmesi midir bilinmez, verilen mütalaa tüm kamu görevlilerine yönelik verilmiş. “Kamuda laiklik ilkesinin gereği olarak başörtüsü dâhil inancı belli eden hiçbir simge asla olmamalı” şeklinde belirtilmiş. Tabii bunun bir bağlayıcılığı yok. Sadece mütalaa verilir ve mahkemenin kararı beklenir. Ancak biz 28 Şubat döneminden biliyoruz ki yavaş yavaş kilometre taşları döşeniyor. Bu basit bir başkaldırı veya vesayet yoklaması da olabilir. Yapmaya niyetlendiklerini bu şekilde empoze etmeye çalışıyor da olabilirler.
ÖZGÜRLÜKLERİN ANAYASAL GÜVENCEYE ALINMASI ŞART
“Anayasal düzenleme yapılarak bu serbestliğin garantiye alınmasını istiyoruz.” diye konuşan Ayyıldız son olarak şunları söyledi; “Çünkü yönetmeliğin değiştirilmesi çok rahat. Siyasi iktidarın değişmesi durumunda herhangi bir yasa değişikliği, mecliste oy çoğunluğu gerekmiyor. Çok rahat değiştirilebilir. Biz Türkiye`deki o hassas dengeleri bildiğimiz için daha sağlam olması açısından anayasal bir dayanak istiyoruz. Şu an yapılmaya çalışılan şey, ikinci bir vesayet yoklaması olabilir. Önce andımız kararı şimdi de ikincisi. Üçüncüsünde ne olacak hiç bilmiyoruz. Anayasal düzenlemeyi de sırf bunun için istiyoruz zaten. Şu anda vesayete karşı çıktığını söyleyerek iktidara gelen bir parti var ülke yönetiminde. Onların üzerine düşen, mağdur edebiyatı yaparak başörtüsü yasağı konusundan siyasi rant elde etmek değil, ciddi bir faaliyete geçmektir. Zira talep sadece TSK`ya yönelikken savcının tüm kamu çalışanlarına yönelik mütalaa vermesi esas düşüncenin ve isteğin, kökten yeni bir yasak getirme olduğunu çok açık gösteriyor. Verilen mütalaanın hukuki bir bağlayıcılığı olmasa da verdiği mesaj ciddi bir tehdittir. İktidar derhal icraata geçmelidir. Halkın tekrardan bir başörtüsü yasağını kaldıracak hali kalmadı. Onlar hep şunu derdi; toplum bunu kaldırmaz. Kamuda başörtüsü, ayrımcılığa ve infiale neden olur. Şu an görüyoruz ki başörtüsü serbestliği toplumda hiçbir şekilde infiale yol açmadı. Hatta toplumsal hoşgörü açısından çok önemli bir adım oldu. Sırf başörtülü bir kamu görevlisi işini yaptı diye kimse haksızlığa uğradığını düşünmedi. Başörtülü hâkimlerin verdiği kararlarda ben şahsen şu ana kadar, “şu hâkim başörtülü olduğu için adaletsiz bir karar verdi” dendiğini de duymadım. Adaletsizliğin kaynağı kişilerin bağımsız olmamasında. Yoksa başındaki başörtüsüyle hiçbir alakası yok. Bunu toplum da anladı. O yüzden hiçbir şekilde eski günlere dönülmemelidir. İcraatlar da bu yönde olmalıdır.”