• DOLAR 34.469
  • EURO 36.355
  • ALTIN 2869.192
  • ...
İslam Dünyasında Seçim Süreci  -1
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

SDAM, “Tunus, Lübnan, Irak ve Malezya Bağlamında İslam Dünyasında Seçim Süreci” başlıklı bir analiz yayınladı. 2 bölüm olarak yayınlayacağımız analizde; dünyanın üç farklı bölgesindeki, dört İslam ülkesinde mayıs ayı içinde yapılan seçimler, seçimlere katılım oranı ve sonuçlarıyla birlikte ele alınıp irdeleniyor.

Strateji, Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM), “Tunus, Lübnan, Irak ve Malezya Bağlamında İslam Dünyasında Seçim Süreci” başlıklı bir analiz yayınladı. 2 bölüm olarak yayınlayacağımız analizde; dünyanın üç farklı bölgesindeki, dört İslam ülkesinde mayıs ayı içinde yapılan seçimler, seçimlere katılım oranı ve sonuçlarıyla birlikte ele alınıp irdeleniyor.

İSLAM DÜNYASINDA SEÇİM SÜRECİ
Türkiye'de 24 Haziran'da yapılacak seçimlerle ilgili süreç devam ederken İslam dünyasının diğer kesimlerinde Mayıs ayı boyunca üç bölgeye yayılan bir seçim süreci yaşandı. Mayıs ayı içinde Kuzey Afrika'da Tunus, Arap Yarımadasının kuzeyinde Lübnan ve Irak, Güney Asya'da Malezya'da olmak üzere İslam dünyasının prototipi sayılabilecek dört ülkede seçim yapıldı. Her dört ülkede de seçim sonuçları İslami kesimler etrafında gelişirken Malezya dışında seçimlere katılımın düşük oranda gerçekleşmesi önemli bir problem olarak kendini gösterdi.

TUNUS SEÇİMLERİ
Ay içinde ilk seçimler, 5 Mayıs'ta Tunus'ta yerel bazda gerçekleşti. Tunus, seçmen sayısı 5 milyon 370 binden ibaret ve yüzölçümü 163.610 km2 olan küçük bir ülkedir. Ama konumu itibariyle stratejik bir öneme sahiptir. Tarih boyunca Avrupa tarafından ele geçirilmek istenen İslam coğrafyaları arasında yer almıştır. Güney Akdeniz'de yer almasına rağmen Haçlı istilasına uğramış (1270), 1881'den sonra Fransa tarafından işgal edilmiştir. Fiilî işgal 1956'da son bulmuşsa da Tunus, Habib Burgiba'nın önderliğinde Arap ülkeleri için Fransız tipi laikliğin uygulandığı bir laboratuvar gibi düşünülmüş, 2010'daki “Arap Baharı” kalkışmasına kadar İslam dünyasının en katı laiklik uygulamalarından birine konu olmuştur. Bu yönüyle Tunus, genelde İslam âleminde, özelde Arap-İslam âleminde Batı istilasıyla birlikte katı laik uygulamaların nasıl sonuç verdiğini göstermesi açısından önemlidir. Tunus'u önemli kılan ikinci husus, “Arap Baharı” denen ve sonradan Batı'dan rüzgârların esmesiyle şiddetli bir “Arap Kışı”na dönüşen kalkışmanın Aralık 2010'da bu ülkede başlamış olmasıdır. Tunus'u önemli kılan üçüncü husus ise Tunus'taki katı laiklik uygulamalarından en büyük zararı gören NAHDA Hareketi'nin ve onun yıllarca sürgünde kalan lideri Raşid el-Gannuşî'nin Mısır'da yönetimin, Suriye'de ise muhalif grupların uzlaşma karşıtı tutumlarına karşı uzlaşmacı bir tutumu benimsemesidir.

Tunus'ta 2010 kalkışmasından yaklaşık bir yıl sonra, 14 Ocak 2011'de Devlet Başkanı Zeynelabidin Bin Ali ülkeyi terk etti. Ardından Bin Ali döneminin eski başbakanı Muhammed Gannuşi tarafından “Ulusal Birlik Hükümeti” kuruldu. Tunus Meclis Başkanı Fuad Mebazaa da 15 Ocak 2011'de geçici cumhurbaşkanı olarak atandı. Tunus'ta Ekim 2011'de yapılan ilk genel seçimlerden NAHDA zaferle çıktı ancak 217 sandalyeli Ulusal Kurucu Meclis'te (UKM) % 41.47'lik bir oy oranıyla sadece 91 milletvekili kazandı; laik partilerden Cumhuriyetçi Kongre Partisi ve Ettakatol Partisi ile koalisyon yapmak zorunda kaldı. Koalisyon anlaşmasına göre, Cumhuriyetçi Kongre Partisi'nin lideri Munsif el-Marzuki cumhurbaşkanı, NAHDA Genel Sekreteri Hamadi el-Cibalî başbakan, Ettakatol Partisi lideri Mustafa Bin Cafer ise meclis başkanı oldu. Koalisyon, bazı İslami kesimler tarafından, NAHDA'nın çok ödün verdiği; Batılılar ve Tunus'taki Batıcı yapılar tarafından ise NAHDA ile yapıldığı için şiddetli eleştirilere maruz kaldı; hükümetin düzenli çalışması, Batı tarafından olduğu kadar Suudi'nin etkisindeki Selefçi/tekfirci gruplar tarafından da engellendi. Tunus için devrim olarak nitelenen “Arap Baharı”nın ardından ikinci genel seçim, Ekim 2014'te yapıldı. Seçime Batı'nın geniş desteği ve Selefçi grupların kendisine yönelik şiddetli eleştirileri altında giren NAHDA, bu seçimde birinciliği laik milliyetçi Nida Partisi'ne kaptırdı. Seçimde Nida Tunus 80, NAHDA ise 67 milletvekilliği alabildi.

Bu seçim sonuçları, NAHDA'yı sistem dışında bırakmaya yönelik bir kampanyaya dönüştü. Buna karşı, 2012'deki siyasi parti olarak düzenlediği ilk kongresinde kendini “İslami referanslara sahip ulusal, demokratik, Müslüman bir parti” şeklinde yeniden tarif eden NAHDA, Mayıs 2016'daki ikinci kongresinde Gannuşî'nin dilinden “Dini, siyasi mücadelelerden uzak tutmak istiyoruz. Tarafsızlık çağrısında bulunuyoruz. Modern bir devlet, ideolojiler, büyük sloganlar ve siyasi kavgalarla değil, uygulanabilir programlarla işler. Devletin gücü, baskı ve özgürlüklerin reddi anlamına gelmediği gibi; özgürlük de kaos anlamına gelmez.” ifadeleriyle bir tür laiklik vurgusu yaptı. Gannuşî'nin Tunus seçimlerini titizce takip etmekle kalmayıp kontrol altına da alan Fransa'nın ünlü La Monde gazetesine yaptığı açıklama ise çok daha ileri boyuttaydı. “Tunus şu an bir demokrasi. 2014 Anayasası seküler ve dini aşırıcılığa limit koydu. Siyasal İslam'ı bırakıp, demokratik İslam'a geçiyoruz. Siyasal İslam'ı temsil ettiğimizi iddia etmeyi bırakıp, Müslüman demokratlar olduğumuzu söylüyoruz” diyen Gannuşi, daha da net bir laiklik mesajı verdi. Gannuşî'nin mesajları, Batı'nın baskısı ve Tunus'un kendine özgü gerçekliği etrafında açıklandı. “Tunus deneyimi”, “siyasal İslamcılığın bitişi” olarak da değerlendirildi.

Vakanın özünde ise Gannuşî ve arkadaşları, kendilerini Batı'nın İslam dünyasındaki Sünni kökenli hareketlerin önüne koyduğu el-Kaide, DEAŞ, Boko Haram yapılarına benzetilme ve sistem dışına itilme endişesiyle hareket ediyor, sistem içinde kalmanın bu ödünlere rağmen hareketlerinin ve Tunus'un lehine olacağını düşünüyorlar. Güncel siyasette ödün vermeyi, akidevî bir problem olarak görmüyorlar, yaptıklarının maslahata uygunluk çerçevesini aşmadığına inanıyorlar. Gannuşî, izledikleri siyasetin demokrasi olarak tanımlanmasını diktatörlüğe karşı olmak ve fitnenin karşısında durmak şeklinde anlıyor; NAHDA'nın siyasi tercihlerini Müslümanları şeytanlaştıran deformasyonun etkilerinden korunmak, Müslümanlara karşı propagandaları boşa çıkarmak çerçevesinde ele alıyor, hareketinin Müslümanların bu maslahatı için bir fedakârlık içinde olduğuna inanıyor. Tunus, Mayıs 2018 yerel seçimlerine, NAHDA'ya yönelik Batılı tehditler ve İslam dünyasının her noktasındaki seçim faaliyetlerini eninde sonunda varlığına yönelmiş tehdit olarak gören Suudi'nin etkisindeki Selefçi yapıların eleştirileri altında girdi. Tek merkezden yönetildiği düşünülen bu tehdit ve eleştirilerden beklenen, NAHDA'nın tarihi bir hezimete uğramasıydı. Ancak sandıktan çıkan sonuçlar NAHDA'nın çok güç kaybetmekle birlikte tükenmediği, aksine Tunus siyasetinde yeni bir yer edinmeye doğru yol aldığı yönünde oldu. Başkent Tunus'un belediye başkanlığını başı açık kadın adayıyla kazanan NAHDA, seçimlerde parti olarak birinci oldu ancak % 27.5'lik oyuyla; % 22.2 oy alan laik Nida Partisi'ni geride bıraktıysa da % 32.9 oy alan bağımsızların gerisinde kaldı. Öte yandan seçime katılım oranı sadece % 33.7 olarak gerçekleşti.

Bu oranlar,
1. NAHDA'nın aldığı tehditler karşısında takındığı uzlaşmacı tutumun ona güç kaybettirdiğini, özellikle bağımsızların oy oranının yüksek olması NAHDA'ya duyulan güvenin azaldığını,

2. Seçime katılım oranının ancak üçte bir oranında olması, Tunus'ta yöneticilere duyulan güvensizlikle birlikte Selefçi grupların toplumu seçimden uzaklaştırma çabalarının seçime katılımı olumsuz etkilediğini ve laik kesimin gücünün korunması yönündeki Batı-Suudi Arabistan projesine hizmet ettiğini,

3. Başkent Tunus için başı açık bir kadını aday gösteren NAHDA'nın uzlaşmacı tutumunu sürdüreceğini ve bu tutumunun toplumun bir kesimi tarafından ödüllendirildiğini göstermektedir.

% 27.5'lik oy oranıyla NAHDA, oylarını % 41.47 (2012) ve % 31.33'ün (2014) altına düşürerek toplum nezdinde güç kaybetmiş ama geçmişte olduğu gibi sistem dışına atılmamak ve Tunus belediye başkanlığı gibi önemli bir makamı elde etmekle kendi açısından zafer elde etmiştir. Bu sonuçların Tunus ve NAHDA için ne getireceği ve bunun İslam dünyasına nasıl yansıyacağı ancak zamanla ortaya çıkacaktır.

LÜBNAN SEÇİMLERİ
Lübnan'da, Tunus'la eş zamanlı olarak 7 Mayıs'ta ama Tunus'tan farklı olarak parlamento seçimi yapıldı. Yönetimin devletin kuruluş belgesinde dinler ve mezhepler etrafında tarif edildiği Lübnan'da, Meclis seçimlerinden Hizbullah liderliğindeki Şii Blok, ittifakı içinde yer alan Hristiyanlarla birlikte, 128 sandalyeli Meclis'in en az 67 sandalyesini alarak zaferle çıktı. Seçimlerde Başbakan Hariri'nin laik ama Sünnileri temsil etme iddiasında olan Müstakbel Hareketi ise hezimete uğradı. Lübnan da ancak 6 milyonu aşabilen nüfusu ve 10.452 km2 yüzölçümüyle Tunus gibi küçük bir ülkedir. Ama ülkede son 30-35 yılda yaşanan değişim, Lübnan'ı siyaset için önemli kılmaktadır. Lübnan'da başbakanlık makamını elinde bulundurmakla en önemli siyasi güç konumunda olan Sünni Müslümanlar, son 30-35 yılda seküler bir yaşama doğru sürüklenmektedir. Ülkede Sünni siyaset Suudi etkisindeki Hariri ailesinin liderliğinde laikleştirilirken yine Suudi etkisindeki Selefçi grupların etkisiyle Sünni kesimler, kendilerini ülke yönetiminden dışlamakta, seçimlere ilgi göstermemektedir.

Buna karşılık 30-35 yıldır Şii Müslümanların dindarlaşması ve dindarlık kodlarıyla örgütlenmeleri, Lübnan'da ilan edilmemiş bir siyasi devrimin yaşanmasına yol açmıştır. Nüfusları gittikçe azalan Hristiyanların da önemli bir bölümünün Şii Müslümanlarla birlikte hareket etmesiyle Lübnan'da ülkenin kuruluş belgesini zorlayan bir durum ortaya çıkmıştır. Lübnan'ın anayasası hükmündeki kuruluş belgesine göre, ülkede Cumhurbaşkanı Hristiyan, Başbakan Sünni Müslüman, Meclis Başkanı Şii Müslümanlardan seçilmek durumundadır.  Başbakanlık sistemine göre yönetilen ve bütün makamların aynı esaslara göre dağıtıldığı ülkede, siyasi etkinliklerini gittikçe artıran Şii Müslümanlar, bu dağılımın değişmesini istiyor. Bu da İsrail tehdidi altında olan ülkenin durumunu daha da kaygı verici boyutlara ulaştırıyor. Başta Fransa olmak üzere Hizbullah'ın Avrupa ülkeleri ile ABD ve İsrail'in aksi tutumuna rağmen iyi ilişkileri vardır. Hizbullah'ın son yıllarda Hristiyanlarla kurduğu ittifak, bu ilişkiyi daha da geliştirmiş; ABD de Avrupa ile Hizbullah arasındaki ilişkiyi bugüne kadar problem hâline getirmemiştir. Ancak Hizbullah'ın son seçimleri kazanmasından rahatsız olan Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)-Bahreyn grubunun da katkısıyla “Terörün Finansmanı ile Mücadele” bağlamında Hizbullah liderlerine karşı yeni yaptırım kararları alındı. Karar, ABD'nin bölgede bir siyaset değişimi içinde olduğuna işaret etmektedir.

Lübnan seçimlerinin de Tunus'ta olduğu gibi dikkat çekici bir yönü, katılım oranının 2009'daki % 54 oranının altına düşerek % 49'da kalmasıdır. Bu düşük katılımın altında birden çok etken olmakla birlikte en önemli etken Sünni Müslümanların, Suudi Arabistan'ın desteklediği ya da onun enstitülerinden beslenen Selefçi yapıların seçimli siyasete karşı propaganda yapmalarıdır. Bunun yanında Suudi Arabistan'ın ekonomik imkânları ile Sünni kesim üzerinde etkili olarak onları Hariri ailesinin seküler siyaseti içinde yer almaya itmesidir. Hariri ailesinin seküler siyaseti, Sünni toplumu sorunlarının siyaset yoluyla çözüleceği inancından uzaklaştırmakta; Selefçi gruplar ise bu oluşturulmuş hâli kullanarak siyasetin hiçbir sorun çözmeyeceği düşüncesini yaymakta, konuyu akidevî bir renge doğru taşımaktadır. Başka bir ifadeyle oluşturulan ve sunulan siyasi tablo ile halkın inanç ve talepleri arasındaki uyumsuzluk, Selefçi grupların propagandaları için malzeme oluşturmakta ve o propagandanın etkisini artırmaktadır. Öte yandan Selefçi grupların kimi eylemleri baz alınarak Lübnan'da emperyalizme karşı güçlü bir söyleme sahip Sünni şahsiyetler terörizmi besleme ithamıyla yüz yüze bırakılmakta, Lübnan'da Sünni Müslümanlar arasında bir hedefe odaklanmış, makul bir İslami çalışmanın oluşması engellenmektedir. Tek elden yönetildiği izlenimi veren bu durum, Lübnan'ın kuruluş aşamasında Fransız karşıtlıklarıyla ülkenin kurucu unsurları arasında yer alan geniş bir Müslüman kitleyi Lübnan siyasetinde her geçen gün etkisizleştirmektedir.        Devamı yarın…

Bu haberler de ilginizi çekebilir