Tarihte Bugün - 17. Şubat. 2018
TARİHTE BUGÜN / DOĞRUHABER / 17 ŞUBAT
1909: Apaçi reisi Geronimo öldü. 1829'da doğan Geronimo topraklarını işgal eden beyaz adama karşı Apaçi direnişinin sembollerinden biri olup savaş suçlusu olarak tutuklanmıştı. Bazılarına göre Geronimo işkenceyle öldürülmüştü.
1923: İzmir'de, Cumhuriyetin 1. iktisat kongresi olan İzmir İktisat Kongresi düzenlendi. 1. iktisat kongresi, Kurtuluş Savaşı bitip de bağımsızlık ilan edilince yeni rejimin siyasi ve ekonomik yol haritasını çizmek üzere toplanmıştır.
1926: Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Bu kanunla evlenme işleminin, evlendirme memuru tarafından yapılacağı hükme bağlandı. Böylece şeriat hukukuna dayalı aile düzeninin yerini, bu konularda sözüm ona eşitlik getiren ama yerine erkeğin "reis" olduğu, kadının ev işlerinden sorumlu tutulduğu, ikametgah seçimi, çocukların velayeti konusunda karar verme hakkı gibi belli başlı hakların sadece erkeklere ait olduğu bir aile düzeni getirildi.
1939: Hatay Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını, Hatay kanunları olarak kabul etti.
Suriye, hatırlanacağı üzere Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Lozan Antlaşması`nda ise Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, Türkiye sınırlarının dışında kalmıştı. 1936'da Fransa, Suriye'ye bağımsızlığını verirken Hatay üzerindeki yetkilerini Suriye'ye devretti. Doğal olarak Türkiye buna itiraz etti. Hatay'ı tekrar alamayan Türkiye, 9 Ekim 1936`da Fransa`ya resmî bir nota vererek, Suriye`ye yapıldığı gibi, İskenderun Sancağı`na da bağımsızlık verilmesini istedi. Bunun üzerine 27 Ocak 1937`de Cenevre`de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay`ın bağımsızlığını kabul etti ve bir seçimle nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar verdi. Böylece bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938`de devlet olarak kuruldu. Kurulan Hatay Devleti, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını kanun olarak kabul etti. Bağımsız Hatay Cumhuriyeti bilahare 30 Haziran 1939`da halk oylaması yaparak Türkiye`ye katılma kararını aldı.
1959: Başbakan Menderes'i Londra'ya götüren uçak, Gatwick Kasabası yakınlarında düştü. 14 kişinin öldüğü kazada Başbakan Adnan Menderes kurtuldu. Olayın Türkiye'de duyulması üzerine, bir süredir İktidar ile Muhalefet arasında süren gerginlik bir anda yerini ılımlı bir ortama bıraktı. Ancak bu bahar havası fazla sürmedi.
1993: Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in bulunduğu askeri uçak Ankara Güvercinlik alanından havalandıktan kısa süre sonra Ankara Yenimahalle'deki PTT İşleme Merkezinin bahçesine düştü. Kazada, Bitlis ile 3 subay, 1 astsubay ve 1 PTT görevlisi öldü. Genelkurmay, olayın teknik bir arızadan meydana geldiğini açıkladı, ancak kamuoyunda sabotaj ihtimali üzerinde ağırlıkla duruldu. 1993 yılında Kürt Halkına yönelik kimi iyileştirmeleri dile getiren devlet yetkililerinin açıklamalarından sonra Cumhurbaşkanı Özal'ın ani ölümü, Eşref Bitlis'in uçağının düşmesi gibi şüpheli ölüm vakaları meydana geldi. Kürt açılımını engellemek isteyen karanlık güçlerin devreye girmesi, Bingöl'de 33 erin öldürülmesi gibi karanlık olayların meydana gelmesi, Özal ve Bitllis'in ölümlerinde hep cinayet şüphelerini canlı tuttu. Nitekim bu dosyalara 2000'lerin sonunda başlatılan Ergenekon operasyon ve duruşmalarında da gündeme geldi.
1994: TBMM Anayasa ve Adalet Komisyonu Refah Partili Hasan Mezarcı'nın dokunulmazlığının kaldırılmasını kararlaştırdı. Hasan Mezarcı anlaşılmaz bir çıkış yaparak Atatürk için "Veled-i zina" demişti. Tabi bunu kabul edilemez bulan meclis Hasan Mezarcı'nın dokunulmazlığını kaldırdı.
2006: Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, ABD'nin terör şüphelilerini hapsederek sorguladığı Guantanamo üssündeki tutukevinin varlığını kınayan bir rapor yayımlarken, BM Genel Sekreteri Kofi Annan da, Küba'daki tesisin ‘er veya geç' kapatılmasını istedi. ABD Başkanı George W. Bush'un ‘terörle savaş' kapsamında gerekliliğini ısrarla savunduğu Guantanamo konusunda BM komisyonunun verdiği raporda, toplama merkezindeki tutukluların sık sık istismar edildiği bildirildi. Raporda, 500'ü aşkın tutuklunun yargılanması veya serbest bırakılması çağrısı yapıldı.
Rapora destek veren Avrupa Parlamentosu da, insan hakları adına ABD'nin Guantanamo'yu kapatması gerektiğini açıkladı. Beyaz Saray ise, ‘BM dünya çapında insan hakları konusunda ciddi çalışmalar yapmıştır. Ancak bu rapor, onlardan biri değildir' diyerek çağrıları geri çevirdi.
2007: İstanbul'da 15 ve 20 Kasım 2003 tarihlerindeki 4 ayrı bombalı saldırıya karıştıkları öne sürülen 73 sanıklı El Kaide davası karara bağlandı. El Kaide davasında örgütün özel görevli üst düzey yöneticisi Sakka ile 6 örgüt üyesi ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde sonuçlanan 73 sanıklı davada, 40 kişiye de çeşitli hapis cezası verilirken, 26 sanık ise beraat etti.
2007: Yazar Ernst Zündel, Yahudi soykırımını inkar ettiği için 5 yıl hapse mahkum edildi. Kanada'nın yargılanmak üzere 2005'te Almanya'ya iade ettiği Zündel, Yahudi soykırımını inkar yasağını 14 kez ihlal etmekle suçlandı ve bu suçun maksimum cezasına çarptırıldı. Zündel'i yargılayan Savcı, Zündel'in "Altı Milyon Kişi Gerçekten Öldü Mü?" başlıklı kitabına atıfta bulunarak "Güneşin batıdan doğduğunu tartışabilirsiniz ama kanıtlanmış soykırım gerçeğini değiştiremezsiniz" dedi. Savcılık Zündel'i ayrıca, "sahte bilimsel metotlar" kullanmakla suçladı. Zündel ise soykırımın incelenmesi için uluslararası tarihçilerden oluşan bir komisyon kurulmasını talep etti. Yalnızca tanık ifadelerini değil somut deliller istediğini belirten Zündel, "eğer komisyon Yahudilerin gaz odalarında öldürüldüğünü kanıtlarsa ben de Yahudilerden ve tüm dünyadan özür dileyeceğim" dedi. Hiç düşündünüz mü İsrail'in özellikle etki edebildiği Avrupa ülkelerinde "Holokostu inkar" suç kapsamına alınmıştır. Yani Yahudiler katliama uğramamıştır demek suç sayılmaktadır. Yahudiler Nazilerin soykırımı neticesinde 6 milyon Yahudi'nin öldürüldüğü hikayesini anlata gelmişlerdir. Ama bahsedildiği gibi, gaz odaları, sabun yapma, fırınlarda yakma gibi hikayelerini ispatlayamadıkları gibi tüm bunların yalan olduğuna dair deliller de vardır. Bu noktada tarihi karartmak için "Holokostu inkar" suç kapsamına alınmıştır. Zaten böyle bir kanunun bir çok Avrupa ülkesinde olması dahi, Yahudilerin katledildiğine dair bir kuşku doğurmakta değil midir? Çünkü bu kanunun gölgesinde gerçeklerin ortaya çıkarılması engellenmekte, tüm dünya Yahudilerin anlattıklarına inanmak zorunda bırakılmakta ve gerçekte katliamın Yahudilerin abarttığı kadar olmadığı gerçeği sansürlenmektedir. Evet Hitler Yahudilere kötü muamele yapmıştır. Ama bunu sadece onları tüm Avrupa'dan korkutup Filistin topraklarına kaçırtacak kadar yapmıştır. Katliama gelince; Hitler anlatıldığı gibi 6 milyon Yahudiyi katletmiş değildir. Bu gerçekleri yeri geldikçe konuşmak lazım. Zira gün gelir Türkiye'de de "Holokostu İnkar" suç kapsamına alınırsa, konuşmak imkanı olmayabilir..
2008: Kosova, Sırbistan'dan ayrılarak tek taraflı bağımsızlık ilan etti. Başbakan Haşim Taçi, yaptığı konuşmada bağımsızlık bildirgesini okudu. Taçi, "Halkımızın liderleri olarak bu bildirgeyle Kosova'yı bağımsız ve egemen bir devlet ilan ediyoruz" dedi.
2010: Birleşmiş Milletler, sivillere oluşturduğu tehlike nedeniyle eleştirilen misket bombalarının kullanılmasını yasaklayan uluslararası konvansiyona onay verdiğini açıkladı. Oslo'da imzalaya açıldığı Aralık 2008'den beri konvansiyona 107 ülke imza koymuş bulunuyor. Konvansiyonun yürürlüğe girmesi içinse en az 30 ülke tarafından onaylanması gerekiyordu. Ancak İsrail, ABD, Rusya ve Çin gibi bu bombadan çokça barındıran ülkeler konvansiyonu onaylamayı reddediyor. İlk kez 1943 yılında Sovyetler Birliği tarafından Nazi ordularına karşı kullanılan misket bombasını şu ana kadar aralarında İsrail, ABD ve Rusya'nın da bulunduğu en az 15 ülkenin kullandığı biliniyor. BM, İsrail'in 2006 yılında Lübnan'da Hizbullah'a karşı 4 milyon adet misket bombası kullandığını açıklamıştı. İsrail'in ayrıca Gazze'de de bu silahtan kullandığı bildirilmiş, ancak Tel Aviv yönetimi iddiaları reddetmişti. Uluslararası Engelliler isimli sivil toplum kuruluşu, geçmişte Çeçenistan, Kosova, Irak, Afganistan ve Kamboçya'da da kullanılan misket bombasının kurbanlarının yüzde 98'inin sivil olduğunu ve bunların üçte birinin çocuklar olduğunu açıkladı. Salkım bombası olarak da adlandırılan misket bombası, “bomba içinde bomba” olarak biliniyor. Hedefe atıldığında ana bomba infilak edince içindeki misket büyüklüğündeki minik bombacıklar dağılarak çevreye saçılıyor ve arka arkaya patlıyor. Etki alanı geniş olduğundan verdiği zayiat da büyük oluyor.
2010: Bir gün önce 16 Şubatta Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in evi ve ofisinde arama yaptıran ve gözaltına alan Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal, özel yetkili Başsavcı vekili Tarık Gür, Cumhuriyet savcıları Rasim Karakullukçu, Mehmet Yazıcı'nın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu HSYK tarafından yetkileri kaldırıldı. Laik cephenin karşı saldırısı olan yetkilerin kaldırılması Türkiye'de gündeme otururken hükümet HSYK'ya ateş püskürerek bunu yargıya müdahale olarak değerlendirdi. Hükümet yetkileri HSYK'nın istediği gibi at koşturamayacağını ifade ederken gerekli düzenlemelerin yapılarak HSYK'nın yetkilerinin kısıtlanacağını açıkladı. Yaklaşık 1 yıl sonra da hükümet dediğini yaptı ve "Yargıda Reform" paketiyle başta HSYK olmak üzere yargıya yuvalanmış laiklerin bir mevzisini daha ellerinden aldı. Yetkileri kaldırılan Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Berk'i de şüpheli sıfatıyla ifade vermeye çağırmıştı. Tartışılan diğer bir konu da Şanal'ın yetkileri elinden alınınca 3. Ordu Komutanı Orgeneral Berk'i kim sorgulayacak?
2012 : Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Mit Mensupları Veya Kamu Görevlileri Hakkındaki Ceza Soruşturmalarında ''Başbakan İzni'' Şartını Yeniden Düzenleyen Devlet İstihbarat Hizmetleri Ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'u Onayladı.
Kanuna Göre, Mit Mensupları Veya Başbakan Tarafından Belirli Bir Görevi Yerine Getirmek Üzere Kamu Görevlileri Arasından Görevlendirilenler, Görevin Niteliğinden Doğan Veya Görev Sırasında İşledikleri İddia Olunan Suçlardan Dolayı Haklarında Soruşturma Yapılması Başbakanın İznine Bağlı Olacak.
Sözkonusu Kanun İle Kamu Görevlilerine Sağlanan Dokunulmazlık Kamuoyunda Tepkiyle Karşılandı.
MERCEK
17 ŞUBAT 1909: Apaçi reisi Geronimo öldü. 1829'da doğan Geronimo topraklarını işgal eden beyaz adama karşı Apaçi direnişinin sembollerinden biri olup savaş suçlusu olarak tutuklanmıştı. Bazılarına göre Geronimo işkenceyle öldürülmüştü.
Geronimo 16 Haziran 1829'da doğdu. 17 Şubat 1909'da öldü veya bazılarına göre öldürüldü. Kızılderili lideri olup beyazlara karşı mücadele veren kahraman ve son Kızılderili olarak tanınmıştır. Kendi adı, öz dilinde Goyathlay (Esneyen adam) olarak biliniyor.
Avrupalılar Amerika kıtasını işgal ettiklerinde başta Kızılderililer olmak üzere kıtanın asıl sahipleri olan yerlilerini katlederek kıtayı sahiplendiler. Kızılderililer, Amerikan filmlerinde gösterildikleri gibi vahşi ve cani değildirler. Aslında medeni, doğayla iç içe, paylaşmayı bilen insanlardır.
ovboy filmlerinde senaryo edilen tarih akışı şöyle işler; "Avrupa'dan gelmiş bir çiftçi ailesi, mutlu yuvalarında yaşarlarken aniden çılgın bağırışlarla vahşi Kızılderililer gelip çiftliği basar, hepsini öldürüp kafa derilerini yüzerdi" Filmde bunu seyredenlerin Kızılderili imajı tahmin edildiği üzere oluşurken, gerçekte Kızılderililerin saldırıp kafa derisi yüzdüğü filan yoktu ama zihinlerini tecavüze açık tutanlar şunu dahi sorgulamazdı: O ailenin gelip yerleştiği topraklar aslında kimindi? Bu şekilde gerçek hayatta işgal edilen topraklarını savunmak için kendilerini koruyan, vatanlarının ellerinden alınmasına rıza göstermeyen direnişçilerken birden bire yamyam ve barbar yaratıklara dönüştürülüyorlardı. Korkunç tarafı ise; Kızılderililerin katledilmesinin film senaryoları dahilinde meşrulaştırılmasıydı. Zira bir çiftliği basıp çoluk çocuk öldüren Kızılderililerin peşine düşen Kovboyların Kızılderili kabilelerine baskın yapıp öldürmeleri, intikam almak olarak senaryolaştırıldığı için insanlar gerçekte katliama uğratılan Kızılderililere acımamakta, hak ettikleri cezayı bulduklarına inanmaktaydılar. Çünkü, Beyaz Adamlar Kızılderilileri, öldürülen çoluk çocuğun intikamını almak için öldürmüşlerdi ve bu da gerekliydi. Western filmleri bu manada Amerikan propagandasına dönüşmüştür. Amerikan filmleri bu anlamda Vietnam Savaşında, Ortadoğu'yu konu edinen İslam temalı operasyonlarda, Soğuk Savaşta hep aynı misyonu üstlendi. iyi ile kötü, mağlup ile muzaffer, doğru ile yanlış dengeleri arsızca tersyüz edildi.
Bu girişten sonra Apaçi Lideri ve gerçekte kendi toprakları üzerinden değerlendirecek olursak bir direnişçi olan Geronimo'ya dönelim.
Geronimo veya diğer adıyla Goyathlay, günümüzde Yeni Meksika olarak adlandırılan bölgede doğmuştu. Şef Mahko`nun torunu olan Geronimo, bir Apaçi yerlisiydi. Meksikalı askerler ona Geronimo, İspanyollar ise Jerome derlerdi. İsmi bu nedenle, sonradan Geronimo olarak bilinecekti.
Apaçi yerlileri için o bir lider olarak görülüyordu. Geronimo`nun savaş kariyeri bir Apaçi Savaşçısı ve aynı zamanda şefi olan kayınbiraderiyle de bağlantılıydı. Juh adındaki bu şefin, sözcüsü olarak beyazlarla ilişki kurmuştu. Geronimo Amerikan hükümetine karşı savaşan son liderlerden biriydi. Apaçiler arasında ise son savaşçıydı. O sıralar Amerikalı yerleşimcilerin yanı sıra İspanyollar da bu bölgeye akın etmeye başlamıştı. Geronimo`nun hayatındaki en kötü anı da bu dönemde gerçekleşti. 1858 yılında bir gün eve döndüğünde, eşi, annesi ve 3 çocuğunu İspanyollar tarafından öldürülmüş olarak buldu.
Anlatılanlara göre Geronimo, beyaz olan herkese karşı nefret duymuş ve elinden geldiği kadar beyaz öldürmeye çalışmıştı. Onun bu intikam ateşi Apaçiler arasında bir üne sahip olmasını sağlamıştı. Arizona ve New Mexico`da (Niv Meksiko) yaşayan beyaz yerleşimcilere suratındaki agresif ifadesi ve vücudundaki Apaçi kanından dolayı hep korku saçacaktı. Geronimo, aslında bir şef değil, bir şaman yani şifacı-büyücüydü ve bu yönü diğer özellikleri ile de birleşmiş, sonuçta ruhsal ve entelektüel bir lider olmasını sağlamıştı.
Apaçi şeflerinin hepsi, onun görüşlerine ve gücüne saygı duydu. 1870`de rezervasyon bölgesine diğer adıyla toplama kampına yerleştirilen Geronimo, buradan kaçmaya çalışacak, fakat tutuklanıp bölgeye geri gönderilecekti. Üç kez daha kaçmayı deneyen Geronimo, dördüncü kaçışında başarılı oldu ve yakalanamayınca, 500 izci ve 3000 Meksikalı asker onun peşine düştü. İzciler sonunda onu buldu ve rezervasyon bölgesine geri götürüldü. Ancak özgür ruhlu Geronimo bir yıl sonra 35 savaşçı, 109 kadın, çocuk ve gençle bu bölgeden de kaçmayı başardı. 1885`teki bu kaçışından 1894` yılına kadar Geronimo bulunamadı.
Bir keresinde 24 adamı ile 5000 süvariden kaçan Geronimo Dumanlı Dağlara sığınmış ve dağları didik, didik arayan süvariler ilginçtir ki Geronimo`nun izine bile rastlayamamıştı. Geronimo`yu yakalayamayan süvariler köylere saldırıp kadın ve çocukları öldürmeye başlamışlardı. Bunu duyan Geronimo sonunda dayanamadı ve halkına zarar gelmemesi için teslim oldu ve Oklahoma`daki Fort Sill`e yerleştirildi. Geronimo teslim olduğunda yanında en son 16 savaşçı, 12 kadın ve 6 çocuk kalmıştı.
Lawton`daki bir okul müdürü, Geronimo bir savaş suçlusu olduğundan dönemin başkanına varıncaya dek, her makama yazarak “Sürgündeki Kızılderili`nin sözlerini ve hayat hikayesini kaydetmek için izin istemişti. İzin çıkıca da yerli bir çevirmen aracılığı ile hayatını kaydettirdi.
Geronimo ölümünden önce son günlerini geçirmek için Arizona`daki evine dönmek istemiş ancak izin verilmemişti. Ve 1909 yılında bir savaş mahkumu olarak Oklahoma`da öldü. Kimilerine göre Geronimo işkence yapılarak öldürülmüştü. Öldükten sonra Geronimo rezervasyon bölgesinin arka tarafına gömülmüştü. Fakat -ilginçtir ki- ertesi gün Geronimo gömüldüğü yerde değildi.
2011 Mayısında Usame Bin Ladin'i ölü ele geçirdiğini iddia eden Amerika, Bin Ladin'e düzenlediği sözde operasyona " Geronimo" adını vermişti.
Amerika'nın kanla yazılmış tarihini karıştırdığınızda ilk katliam kurbanlarının Kızılderililer olduğu görülecektir. Kızılderili Katliamları Amerika'nın resmi devlet politikasıydı ve 1492 ila 1886 yılları arasında devam eden bu katliam politikasında tam 70 milyon Kızılderili katledilmiştir. Bu sayıyı ve Kızılderili katliamlarının resmi devlet politikası olduğunu abartılı bulabilecekler için şu bilgileri de aktaralım; Avrupa'dan gelenlere yer açmak ve çiftlikler kurmak için toprak gerekiyordu. Ve Amerika kıtasındaki her karış toprağın sahipleri vardı. O toprakların el değiştirmesi için de başvurulan politika, katliamdan başka bir şey olmadı. Nitekim 2012 Türkiye'sinin nüfusuna eşit sayılacak bir sayıda 70 milyon Kızılderili'yi resmi bir devlet politikası olmaksızın üç beş Kovboyla öldürmek mümkün müdür? Hem resmi kayıtlarda bile ABD resmi makamlarının Kızılderili kellesi başına 5 dolar ödediği ve getirilen Kızılderili kelleleri karşılığında ödenen paraların yolsuzluk yapılmaması için kellelerin devlete ait binaların bodrumlarına konulduğu, devlet binalarının bodrumlarının kellelerle dolup taştığı bilgisi vardır. Kelleler saklanmıştır, çünkü devletin Kızılderili kellesine ayırdığı bütçeden çalınmaması için hesap sorulduğunda müfettişlere "Şu kadar kelle karşılığında şu kadar para ödedik" denilmekteydi. Kızılderililere uygulanan katliam şekli sadece öldürmek suretiyle olmadı. İlk biyolojik silah, Kızılderililer üzerinde uygulanmıştı. Sürgüne gönderilen Kızılderililere sözde yardım olarak dağıtılan battaniyelere çiçek mikrobu bulaştırılarak çok sayıda Kızılderili çiçek hastalığı salgınıyla öldürüldü. Kızılderililerin açlıktan ölmesi için başlıca yiyecek kaynakları ortadan kaldırıldı. Bu sebeple bizonlara dahi toptan katliamlar yapıldı. Ne ki, Kızılderililer bizon avlayıp karınlarını doyurmasınlar. Ancak ABD`liler, soykırım için son derece ilginç bir savunma yapıyor: “Sonuna kadar öldürmedikçe soykırım sayılmaz!” Yani hala hayatta kalan Kızılderililer varsa bu yapılanlar soykırım değildir.
İspanyol bir Papaz olan Bartolome de Las Casas (bartelamo de las kasas) Türkçeye de " Kızılderililer Nasıl Yok edildi?" adıyla çevrilen kitabında şunları anlatır; “Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar...”
Düşünebiliyor musun; "Süt bebeklerini bir taş atar gibi kim en uzağa atar yarışı yapmak" insanlığın neresindedir?
Bartolome de Las Casas (bartelamo de las kasas) kitabında ayrıca şu tespitleri yapar;
Amerika kıtası keşfedildiğinde oraya medeniyetten önce ölüm gitti. Vahşet, hırsızlık, soykırım gitti. Peki daha sonra medeniyet gitti mi? Hayır! Çünkü oranın yerlileri "Beyaz Adam"dan çok daha medeniydiler. Hırsızlığı, insan öldürmeyi bilmiyorlardı. Huzur içinde yaşayan büyük bir aile gibiydiler.
"Beyaz Adam" gelince onu misafirperverce ve samimiyetle ağırladılar. Yiyeceklerinden bol bol ikram ettiler. Topraklarını açtılar. Hatta altınlarının da çoğunu karşılığında hiçbir şey beklemeksizin bu yeni misafirlerle (!) paylaştılar. Fakat "Beyaz Adam"ın gözü doymuyordu. Ne kadar verirlerse hep daha fazlasını istiyordu. En sonunda canlarını da istedi. Verdiler..."
Yine Amerika kıtasını keşfettiği söylenen Kristof Kolomb`un seyir günlüğüne göre Kızılderililer, ”Keskin silahları ilk kez gören, kötülüğü tanımayan ve hiç silahı olmayan“ bir ulustu. Ve o dönemde Kızılderililer dünya nüfusunun 5`te birini oluşturuyordu. Ancak bugün yok denecek kadar az. İnsanoğlu, fıtratında Allah'ın ve bir hesap sorma gününün var olmasını şiddetle arzulamaktadır. Haşa bir hesap sorma günü olmasaydı yeryüzü canilerinin yaptıklarının yanlarına kar kalacak olmasını kim hazmedebilirdi ki?