Riyazet Mertebesi
"Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz" mertebelerinden biri de riyazet mertebesidir.
Riyazet, nefsi doğruluk ve ihlasa alıştırmaktır.
Müellif, Menazilinde bu hususta şöyle demektedir.
Riyazet nefsi, doğruluğu kabul etmeye alıştırmaktır. Riyazet ile iki mana murat olunur:
Birincisi, doğruluğu, söz, fiil ve iradelerinde kendisine arzettiği zaman, nefsi kabul etmeye alıştırmaktır. Bunun neticesi olarak, nefse doğruluğu arz ettiği zaman, onu kabul eder ve ona boyun eğer.
İkincisi kulun kendisine arz edilen hakkı kabul etmesidir.
Nitekim Cenab-ı Allah:
" Doğruyu getirene ve onu doğrulayanlara gelince: İşte müttakiler onlardır" (Zümer, 33) buyurmaktadır.
Binaenaleyh, sadece senin doğruluğun kafi değildir. Ayrıca doğruları tasdik etmen de gereklidir. Çünkü pek çok insan vardır ki, kendileri doğru oldukları halde kibir, haset veya diğer bazı şeyler onların doğruyu getirenleri tasdik etmelerine engel olur.
Müellif şöyle der:
"Riyazet üç mertebedir.
Birincisi avamın riyazetidir ki, o da ilimle ahlakı güzelleştirmek, ihlasla amelleri temizlemek ve davranışlarda haklara riayet etmekten ibarettir."
"İlimle ahlakı güzelleştirmek" tabirine gelince bunun manası şudur:
İlmin sonucuna uyarak, ahlakı düzeltmek ve temizlemek. Yani, kulun zahirî ve batınî bütün hareketlerini daima ilmin icabına uygun olarak yapması; zahir ve batınının hareketlerinin şeriat ölçeğiyle tartılmış olmasıdır.
"İhlasla amelleri temizlemeye" gelince, onu Allah'tan başka bir etkenin karışmasından korumaktır. Yani, muradı tek kılmak, ona etken olan sebebi soyutlamaktır.
"Davranışlarda haklara riayet etmeye" gelince, bu da sana emredilmiş olan Allah ve kul haklarını tam ve eksiksiz olarak yerine getirmendir. Hak sahibine son derece samimi davranman, onu tam olarak razı etmen; onun hamd ve şükrünü kazanmandır.
İşte bu üç husus nefse son derece ağır geldiği için, onları işlemesi riyazet olarak kabul edilmiştir. Ancak onlara alıştığı zaman, o hususlar onda bir huy haline gelecektir.
Müellif şöyle der:
"Havassın riyazetleri ise ayrılmaya son vermek, geçtiği makama yönelmeyi kesmek ve ilme uygun hareket etmektir."
"Ayrılmaya son vermek" kalbini Allah'tan ayıran şeyleri ortadan kaldırıp bütünüyle O'nunla meşgul olmak, her şeyiyle O'na yönelmek, bütün kalbiyle O'nunla birlikte olup O'ndan başka herhangi bir şeye iltifat etmemektir.
"Geçtiği makama yönelmeyi kesmek" salikin o makamın feyiz ve lezzetini, kendisini güzel bulmakla meşgul olmaması; o makamın kendisinin daha ileriye gitmesine mani olmasından korkarak, ondan kaçınıp Allah'a yönelmesidir. Çünkü aksi halde tek düşüncesi o makamı korumak olur. Onun üstünde bir makama çıkmak için ne güç ve ne de gayret sarfeder. İlerleme gayreti olmayan bir kimse ise, hiç farkında olmadan geriye gider. Çünkü ne tabiatta, ne de seyrü sülükte durmak diye bir şey yoktur. Ya ileriye veya geriye gidiş vardır. Binaenaleyh, başarılı bir salik hiçbir zaman arkasına bakmaz; o ancak önünden çağıranın sesine kulak verir.
"İlme uygun hareket etmeye" gelince bu da, ilmin sonucu nereye götürürse onunla birlikte gitmek, o nereye akarsa onunla birlikte akmaktır. Yani, ilme boyun eğmek, ona ne düşünce, ne zevk ve ne de hal ile karşı çıkmamak, o nereye giderse onunla birlikte gitmektir. Salikin bu noktada yapması gereken şey, ilmi, yaşantısına egemen kılmak, ona karşı gelmemektir. Fakat, bunu başarmak, azim sahibi havas kimseler müstesna tutulursa, son derece zordur. Zaten böyle olduğu içindir ki riyazet türleri içine girmiştir.
Nefis ne zaman buna alışırsa bu artık onun için bir ahlak haline gelir. Ne var ki birçok salik, bir parıltı gördüğü veya kendisine bir hal yahut da bir zevk vaki olduğu zaman, ilmi arkasına atıp terk eder, kendi halini ona hakim kılar. Ancak bu, Allah yolundan sapan, eğrilik güden yozlaşmış saliklerin halidir. Onun için, istikamet sahibi mürşitler daima ona yapışmayı emretmişlerdir.