Yapıcıoğlu: 80 milyon birinci sınıf vatandaş
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu partisinin Yüreğir İlçe Kongresinde konuştu.
Partisinin Adana merkez Yüreğir İlçe Kongresine katılan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.
Kamuoyundu Umut Kitapevi Davası olarak bilinen davanın FETÖ Kumpasları neticesinde kurgulandığı iddiasıyla sanıklarının tahliye edilmesi olayını değerlendiren Yapıcıoğlu, FETÖ'nün oluşturduğu başka mağduriyetlerin de olduğunu ve bunların da görülmesi gerektiğinin altını çizdi.
Parti olarak insanları bir tarağın dişleri gibi birbirine eşit olarak gördüklerini belirten Yapıcıoğlu, "Şimdi 2'inci olağan kongre döneminde temamız '80 Milyon Birinci Sınıf Vatandaş' Yani herkes bir tarağın dişleri gibi kanun önünde eşit olmalıdır. Peki, memlekette gerçekten vaziyet bu mu?" diye sordu.
Irak Kürdistan Bölgesinde yaşanan gerginliğe de dikkat çeken Yapıcıoğlu, tarafların bir birine tahakküm etmesi ve kan dökmesinin çare olmadığını, yaşanan gerginliğin mutlaka bitmesi ve mevcut sorunların müzakere yoluyla bir çözüme kavuşturulması gerektiğinin altını çizdi.
Asgari ücretle çalışanlardan vergi alınmasının da kabul edilemez olduğunu belirten Yapıcıoğlu, 2012 yılında Anayasa değişikliği için Meclis'te gurubu bulunan 4 partinin oluşturduğu uzlaşma komisyonunun kaleme aldığı "Asgari ücretliden vergi alınmaz" maddesini hatırlatarak meclise; "Madem anlaşmıştınız, elinizi tutan ne? Niçin asgari ücretliyi vergiden muaf hale getirmiyorsunuz?" diye sordu.
Devletin 5 temel görevi olduğunu; vatandaşların can, mal, din, akıl ve nesil emniyetini sağlamakla yükümlü olduğunu; milletin bekasının sağlanabilmesi için aile kurumunun temelinin sağlamlaştıracak bütün tedbirlerin alınmasının zorunlu olduğunu belirten Yapıcıoğlu, zinanın mutlaka yasaklanması ve suç sayılması gerektiğini söyledi.
Yapıcıoğlu, "Neslin karışması, nesebi belli olmayan çocukların sayısının artması toplumun dibine dinamit yerleştirmektir. Bu toplum için çok büyük bir tehlikedir." uyarısında bulundu.
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu'nun kongre konuşmasından satır başları;
"Adalet hiçbir şeye feda edilemez"
Değerli dostlar 5 yıl kadar önce yola çıktık. Önce insan dedik, önce adalet dedik. Adalet hiçbir şeye feda edilemez, dedik. Birinci öncelikli hedefimiz adaletin yeniden tesis edilmesidir, dedik. Bütün insanlar Âdem ve Havva'nın, yani bir tek erkek ve dişinin çocuklarıdır. Hepimizin Rabbi birdir, hepimizin babası birdir. İnsanlar bir tarağın dişleri gibi birbirine müsavidir, birbirine eşittir, deyip yola çıktık. Şimdi 2'inci olağan kongre döneminde temamız '80 Milyon Birinci Sınıf Vatandaş' Yani herkes bir tarağın dişleri gibi kanun önünde eşit olmalıdır. Peki, memlekette gerçekten vaziyet bu mu? Tarağın dişleri gibi mi herkes?
"Bu memlekette pek çok kişiye kumpas kurdular"
Memlekette gündem o kadar hızlı ki, bazı şeyleri gerçekten takip etmekte zorlanıyor insan. Hatırlarsanız bir zamanlar memlekette çok gürültü koparan bir dava vardı. Umut Kitabevi Davası olarak kamuoyunda meşhur olmuştu. İki astsubay bir de PKK itirafçısının bir yere bomba attığı iddiasıyla her birisine 39 yıl 5 ay ceza verilmişti. Dosyanın hikâyesi, yılan hikâyesi gibi. Dün bu dosyadan ceza alanların dosyaları yeniden ele alınmak üzere tahliye edildiler. Gerekçesi ne? FETÖ mensubu hâkim, savcı ve kolluk görevlileri, bunlara kumpas kurmuşlar. Olabilir, mümkündür. Zira biz biliyoruz ki FETÖ mensubu kolluk, FETÖ mensubu hâkim ve savcılar, FETÖ mensubu bilirkişiler, FETÖ mensubu Yargıtay üyeleri, bu memlekette pek çok kişiye kumpas kurdular, pek çok kişiyi cezaevlerine attılar. Niçin yaptılar bunu? Bunun birkaç sebebi var. Bir; kendi önlerinde engel olarak gördükleri kişi ve kurumları bertaraf etmek. Böylece kendi önlerinde yol açmak, kendi adamlarına, kendi yandaşlarına yer açmak, bunu yaptılar. Zaten bu gerekçeyle zamanın Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu, Türkiye'de görev yapan hâkim ve savcıların yaklaşık olarak üçte birini görevden ihraç etti.
"Bunların kumpas kurdukları sadece Ergenekon sanıkları mı?"
Peki, bunların kumpas kurdukları sadece Ergenekon sanıkları, sadece Balyoz, Eldiven, Sarıkız, Ayışığı sanıkları, sadece Umut Kitabevi Davası sanıkları mı? Peki, bu memlekette haksızlığa uğrayanlar, yargı tarafından sözüm ona adalet adına adaletsizliklere maruz kalanlar, yirmi yılı aşkın süredir zulmen hapishanelerde ömür tüketenler sadece bunlar mı? Pek çok kişi var. Siz devletin bir kurumu olarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olarak 4 bin 500 civarında hâkim ve savcıyı meslekten uzaklaştırırken, 'bunlar sahip oldukları yetkileri ve işgal ettikleri makamları adaleti tesis etmek için değil, kendi yandaşlarına yer açmak için, muhaliflerini, önlerine engel olarak gördüklerini sindirmek, yok etmek, itibarsızlaştırmak için bir silah gibi kullandılar' dediniz mi? Evet, dediniz. Peki, o silahlardan çıkan mahkeme kararlarıyla, bilirkişi raporlarıyla, polis fezlekeleriyle yargılanan insanlar için ne yaptınız? Sizin Adalet Bakanınız dedi ki; FETÖ mensubu hâkim ve savcıların vermiş oldukları kararları iptal edersek, yargı bu yükün altından kalkamaz. Biz de o zaman dedik ki; Ey Bakan! Ey Hükümet yetkilileri! sizin bu dile getirdiğiniz gerekçeler, hukuki değildir, insani değildir, İslami değildir, vicdani değildir, hiçbir kalıba sığmıyor. Yani birileri; yargının yanlış işlemesi, terazinin bozuk olması veya o makamlara oturanların, orayı işgal edenlerin vicdanlarının bozuk olması nedeniyle haksız yere cezaevinde kalıyorsa, oradan çıkması için illa eşinin bir ağaca mı tırmanması gerekiyor? Bunu mu istiyorsunuz, bunu mu bekliyorsunuz? İlla bir yerlerden memleketin en yüksek idare makamından bir talimat mı gelmesi gerekiyor? Şuna bir daha bakın, bir daha araştırın mı demesi gerekiyor? Veya böyle bir talimatın gelmesi için illa birilerinin ağaca mı tırmanması gerekiyor?
"Başarı, istikamet üzere kalabilmektir"
Evet değerli dostlar, memleketin gündeminde gerçekten o kadar çok şey var ki; biz yola çıkarken söylediğimiz şeylerden bir tanesi de şuydu: 'Başarı, istikamet üzere kalabilmektir. Başarı, sırat-ı müstakim üzere yol alabilmektir. Ne kadar yol aldığınızın çok fazla bir ehemmiyeti yoktur. Şu memleketin son bir hafta, son bir ay ki gündemindeki meselelere bir bakar mısınız? O kadar çok zikzak var ki başımız döndü. Mesela bir TEOG sınavı vardı, üç yıl önce bu Hükümet tarafından getirilmiş, büyük bir devrim olmuş gibi TEOG ortadan kalktı. Gelirken de devrim olmuştu, değil mi? Şu sağlıkta yapılanlar, yazboz tahtası. Üniversiteye girişte yine öyle.
"Savaş çözüm değil, dâhilde kılıç çekilmez"
Adana'dan belki iki yüz kilometre mesafede Suriye sınırı var. Sınırın öteki tarafından birkaç yıl önce karışıklıklar başladı. 2011 yılının Mart ayında. Neredeyse 7 yıl oldu. Bir milyona yakın can kaybı var. Şu anda, yedi yıldan sonra, bu kadar can kaybından, bu kadar tahribattan sonra, bir ülke baştanbaşa yıkıldıktan sonra Mart 2011'in şartlarına geri dönmeye çalışıyorlar. Ona da asla dönemeyecekler. Çünkü giden canlar geri gelmeyecek. Belki yıkılan şehirleri yeniden inşa edebilirsiniz ama giden canları nasıl geri getireceksiniz. Sahile vuran bebek cesetlerini yeniden diriltebilir misiniz? Açlıktan ölen yaşlıları, ilaçsızlıktan ölen bebekleri, perişan olmuş o virane yurttan kaçmaya çalışırken bindikleri derme çatma deniz araçları battığı için boğulan kadınları siz geri getirebilir misiniz? Siz onları diriltmeye kadir misiniz? Böyle bir güce sahip misiniz? Şimdi biz diyoruz ki, bakın biz yola çıktığımız günden beri Suriye konusunda uyardık. Adeta yalvardık, yapmayın, etmeyin diye. Savaş çözüm değil, dâhilde kılıç çekilmez, dedik. Kardeşler arasında savaş olmaz, bundan sadece emperyalistler ve silah tüccarları kazanır, dedik.
"Orada da bir milyon insanın birbirine kıyması mı gerekiyor?"
Şimdi son birkaç gündür, işte İdlib'te Astana'da alınmış olan çatışmasız, güvenlikli bölgeler oluşturma kararının belki icrası olarak İdlib'te bir operasyon var. Açıklandığı gibiyse eğer, maksat çatışmasızlığı kalıcı hale getirmek, çatışmaları önlemek, barışı tesis etmek. İnşallah öyledir. Eğer öyleyse ne ala. Peki, orada çatışmasız günler yaklaşıyor diye Suriye sınırının hemen doğu tarafında bu sefer Irak topraklarında yeni bir çatışma başlamasının kimseye bir faydası olmadığını görmek için onun da üzerinden bir 7 yıl geçmesi mi gerekiyor? Orada da bir milyon insanın birbirine kıyması mı gerekiyor? Orada da bebek cesetlerinin sahillere vurması, orada da yaşlıların enkaz altında kalması, orada da kadınların iffetine el uzatılması mı gerekiyor? Bunu anlamak için illa bu kadar yıkımı seyretmek zorunda mıyız biz?
"Müzakere dediğiniz illa elin gâvuruyla mı olacak?"
İşte biz bugünden söylüyoruz; Bakın son birkaç gündür Amerika ile bir vize krizi baş gösterdi. Kim bu Amerika? Sizin burnunuzun dibinde, burada, İncirlik'te üs'te konuşlanmış, elçilikleri de ajan kaynağı, sizin kuyunuzu kazmaya çalışan, sizin devletinizi yıkmaya çalışan, bizim insanlarımızı, yani kardeşi kardeşe düşürmeye çalışan Amerika değil mi? Ne yaptığını biliyoruz değil mi? Amerika'nın Türkiye'ye, bu millete veya ben Allah'a, O'nun son elçisi Hazreti Muhammed'e ve ahiret gününe iman ettim, diyen bir tek kişiye dost olduğuna, dost olabileceğine inanan bir kişi var mı bu salonda? Amerika sadece kendi menfaatinin dostudur. Şimdi o asla dost olmayan, sürekli kuyumuzu kazmaya çalışan, bizi birbirimize düşürmeye çalışan ve gözümüzün içine baka baka bize açıktan düşmanlık eden, bunu gizleme ihtiyacı bile hissetmeyen Amerika ile bir vize krizi baş gösterdi. Hemen anında misliyle mukabele edildi, biz de sevindik. Sonra peş peşe ardı ardına açıklamalar yapıldı: 'Bu kriz çok uzun sürmemeli, hafta sonuna kadar çözülmeli, heyetler gidip gelmeli, diyalog başlamalı, bu işler diyalogla çözülür, aman siyasi müzakere.' Tamam, biz savaş tamtamları çalalım, haydi hep beraber seferberlik ilan edelim, savaşa gidelim, demiyoruz. Ama şunu söylüyoruz; Yahu, 'bizim stratejik dostumuz, müttefikimizdir, biz niçin onlarla kavga edelim, hadi biz müzakere edelim, onlarla barışalım, sorunlarımızı diyalog yoluyla çözelim' dediğiniz Amerika mı, yoksa sizin yanıbaşınızdaki, sizinle aynı dine mensup, hatta aynı mezhebe mensup, aynı coğrafyada bin yıldır beraber nefes aldığımız, Kut'ul Amare'de birlikte omuz omuza çarpıştığımız, İngilizleri oradan kovmak için birlikte savaştığımız ve sınırın bu tarafında 20 milyon vatandaşımızın soydaşı olan kardeşlerimiz için niçin diyalog kapılarını açmıyorsunuz? Evet, besbelli ki bir sorun var. Evet, orada bir bağımsızlık ilanı ne getirir, ne götürür, bunlar hepsi tartışılır. Fakat lütfen bunları namlularla konuşmayın! Siyaset ne işe yarar? Diplomatlar ne iş yapar? Müzakere dediğimiz illa elin gâvuruyla mı olacak?
"Bir çatışma çıksın diye savaş duasına çıkmış insanlar var"
Oradaki Araplar da Türkmenler de bizim kardeşimiz, Kürtler de kardeşimiz. Oradaki kardeşlerimiz arasında bir sorun var, bir anlaşmazlık var. Hadi, büyük kardeş olarak gidelim. 'Selamun aleykûm, hadi biz geldik, nedir derdiniz, hele buyurun bir masanın etrafında oturup konuşalım' diyemez miyiz? Desek ne kaybederiz. Büyüklük biraz da bu değil mi? Yoksa Amerika bize açıktan düşmanlık yapıyor, biz de ona güç yetiremiyoruz diye hıncımızı bizden daha zayıf gördüğümüz kardeşimizden mi çıkaracağız? Mesele bu mu? Bakın! Bu arada Allah muhafaza, orada bir karışıklık çıksın diye, bir çatışma çıksın diye adeta savaş duasına çıkmış insanlar var.
"Savaş bilgisayar oyunlarına benzemez"
Kardeşlerim! Savaş bir oyun değil, bilgisayar oyunlarına benzemez, Allah mecbur etmesin. Evet, bu millet mecbur kaldığında kanının son damlasına, dizinin feri tükeninceye kadar bütün imkânlarıyla, silah yoksa taşla, sopayla, kazmayla, kürekle savaşmıştır, savaşmayı bilmiştir. Bunu da dost düşman dünya âleme ispat etmiştir. Allah mecbur etmesin. Fakat kardeşler arasında savaş, herkese yıkım getirir. Savaş arzu edilebilecek bir şey değildir. Özellikle bir kısım basının kullanmış olduğu dil, adeta yangına körükle gitmektir. Büyük bir yangına dönüşsün diye yangına benzin dökmektir. Basınıyla, siyasetçisiyle, akademisyeniyle, televizyon yorumcusuyla, sokaktaki vatandaşıyla herkesin sorumlu davranması gerekir. Gerginliğin azalması ve bir çatışmaya dönüşme riskinin tamamen ortadan kaybolması için kimin üzerine ne sorumluluk düşüyorsa onu mutlaka yerine getirmelidir.
"Adeta ölümü görün sıtmaya razı olun, der gibi"
Gündemdeki konulardan bir tanesi de vergilerle ilgili son günlerde yapılan bazı düzenlemeler. Motorlu taşıtlar vergisine yüzde kırk civarında bir zam yapılacağından bahsedildi. Sonra o oran biraz aşağıya çekildi. Motor silindir hacmi küçük olanlarla ilgili yüzde 15'i düşürüldü. Adeta ölümü görün, sıtmaya razı olun, der gibi. Diğer motor hacmi daha yüksek olan, silindir hacmi yüksek olan araçlar için daha yüksek miktarda vergiler söz konusu.
"Niçin asgari ücretliyi vergiden muaf hale getirmiyorsunuz?"
Vergi ile ilgili bir diğer konu daha tartışıldı. Toplumun çok geniş kesimini ilgilendiren asgari ücretlilerden alınacak vergi konusu. Malumunuz, şimdi verginin dilimleri var. İlk gelir dilimi yıllık 13 bin TL'ye kadar gelirden yüzde 15 vergi alınıyor. 13 bin TL'yi geçti mi, 30 bin TL'ye kadar ikinci dilimde yüzde 20 alınıyor. 1404 TL aylık alan asgari ücretliler ilk 9 ay, birinci dilimini doldurdular mı son 3 ayda maaşlarında bir düşüş oluyordu. Şimdi Hükümet müjdeyi verdi. Dedi ki bu ikinci dilime geçmelerinden dolayı asgari ücretlilerin maaşlarında düşüş olmayacak. İyi güzel, teşekkür ediyoruz. Sanki çok büyük bir şey yapmışlar, değil mi? Bakın değerli dostlar! Hafızamızı tazeleyelim. Sene 2012, Anayasa değişikliği için Meclis'te gurubu bulunan 4 parti bir Anayasa uzlaşma komisyonu oluşturdular. Her bir parti 3'er milletvekili verdi. Komisyonda 60 civarında madde üzerinde anlaştılar. Anlaştıkları hususlardan bir tanesi de şuydu. Anayasa'ya şöyle bir madde eklenecekti; 'Asgari ücretliden vergi alınmaz' Şu anda Meclis'te bulunan 4 parti ile o gün Meclis'te bulunan 4 parti aynı. Peki, siz o Anayasa'yı bütün olarak değiştirme konusunda birbirinizle anlaşamadınız. Siz asgari ücretle kıt kanaat geçinen işçilerden ne istediniz? Madem anlaşmıştınız, elinizi tutan ne? Niçin asgari ücretliyi vergiden muaf hale getirmiyorsunuz?
"Aç insandan vergi alıyorsunuz"
Allah'tan korkun, kuldan utanın! Asgari ücret 1404 TL. Farklı farklı kurumlar, sendikalar açlık sınırını, şu kadar oldu diye her ay güncelliyorlar. Açlık sınırı nedir? Açlık sınırı, 4 kişilik bir ailenin giyim, barınma, ulaşım, haberleşme, kültür hariç sadece ve sadece sağlıklı ve düzenli bir şekilde beslenmesi için gıdaya harcaması gereken paradır. Açlık sınırı ne kadardır biliyor musunuz? Rakamlar muhtelif, en düşüğü 1522 TL. Yani siz diyorsunuz ki; 4 kişilik bir aile, hiç yeni bir elbise almak zorunda olmasa, kışın ısınmak, yazın serinlemek için elektrik yakmasa, güneş batar batmaz da yatağına girip uyusa hiç elektrik harcamasa, buzdolabı, çamaşır makinesi hiç biri olmasa, bunun çocuğu okula gittiğinde defter kalem de kullanmasa doğrudan hafızasına yazsa, bunun karnını doyurabilmesi için 1500 TL'den fazla para kazanması gerekirken 1400 TL alan asgari ücretliden vergi alıyorsunuz. Yani aç insandan vergi alıyorsunuz. Yahu açtan vergi alınır mı?
"Asgari ücreti tamamen vergiden muaf hale getirin"
Eğer bir devlet; normal bir devletse, sosyal bir devletse, olması gerektiği gibi davranırsa; bütün vatandaşlarına asgari düzeydeki yeme içme, barınma, giyinme masraflarını tekeffül eder, yani bunun kefili benim der. Bunu karşılayamayanınkini ben karşılayacağım, demek zorunda. Asgari ücretlinin çok sefer elverişsiz koşullarda, sabahtan akşama kadar ter döküp aldığı o 3 kuruş paranın bir kısmına nasıl göz dikebiliyorsunuz? Buradan milletim adına yetkililere sesleniyorum. Eğer 2012 yılında Anayasa uzlaşma komisyonunda ortaya koyduğunuz iradeye hala sahipseniz, eğer o zaman rol yapmadıysanız işte buyurun. Asgari ücreti vergi dışı bırakmak için Anayasa'yı değiştirmeye ihtiyacınız yok. Biz millet adına talep ediyoruz. Asgari ücreti tamamen vergiden muaf hale getirin. Eğer getirmezseniz biz her fırsatta, imkân bulduğumuz her yerde bunu size hatırlatmaya ya da istiyorsanız başka bir ifadeyle söyleyeyim; sizin yüzünüze vurmaya devam edeceğiz.
"Devletin 5 temel görevi vardır"
Son günlerde gündeme gelen diğer bir konu da il ve ilçe müftülerine nikâh kıyma yetkisi verilmesi konusu. Bizim parti programımızda, aileye verdiğimiz değerden dolayı şöyle bir talebimiz var. Biz diyoruz ki, madem aile toplumun temel taşı ve çekirdeğidir, o temel taş niteliğindeki tuğla ne kadar sağlam olursa toplum da o kadar sağlam olur. Öyleyse devlet, milletin bekasını istiyorsa aile kurumunun temelinin sağlamlaşması için bütün tedbirleri almak zorundadır. Çünkü aile yıkılırsa toplum temelden sarsılır ve yıkılır. Şimdi bununla bağlantılı olarak diyoruz ki; Devletin 5 temel görevi vardır. Beş ana hürriyeti, hakkı teminat altına almak zorundadır. Devlet bütün vatandaşlarının can güvenliğini sağlamak zorundadır. Devlet bütün vatandaşların mal emniyetini sağlamak zorundadır. Devlet, nesil emniyetini sağlamak zorundadır. Devlet bütün vatandaşlarının hangi dine inanıyorsa inansın din emniyetini sağlamak zorundadır. Devlet bütün vatandaşlarının akıl emniyetini sağlamak zorundadır.
"Zina yasaklanmalı ve suç sayılmalıdır"
Neslin karışması, nesebi belli olmayan çocukların sayısının artması toplumun dibine dinamit yerleştirmektir. Bu, toplum için çok büyük bir tehlikedir. Bundan dolayı zina yasaklanmalı ve suç sayılmalıdır. Bakın iyi kötü bir zina tarifi vardı kanunlarda. Ne zamana kadar? 2005 yılına kadar. Şu anki mevcut hükümet iktidara geldikten sonra yürürlüğe koydukları ceza kanununda zina suç olmaktan çıktı. Önceki zina tarifi de ucube bir şeydi, zinayı yasaklamak amacıyla konulmuş değildi, daha çok ikinci evlilikleri cezalandırmak üzere konmuş bir kanundu. Şimdi son günlerde bizim de parti programımızda bir talep olarak ve Rabbim nasip eder de iktidara gelirsek taahhüt olarak yerleştirdiğimiz bir şey vardı. İmam nikâhına resmi statü verilmesi. Hükümet bir düzenlemeye gidiyor. Diyor ki; il ve ilçe müftülükleri resmi nikâh kıyabilecek. Birileri hop oturup hop kalkmaya başladı. Türlü türlü yalanlar, çarpıtmalar, oraya buraya çekmeler. Mahsus yapıyorlar. Onların amacı belli. Müftülerin resmi nikâh kıymalarına karşı çıkanlara şunu söylemek istiyorum. Nikâh zorunlu hale getirilmiyor, sadece isteyen gidiyor. Onlar zannediyorlar ki nikâh zorunlu hale gelecek onların ahlaksızlıkları yasaklanacak. Korkmayın, Hükümet o kadar cesur değil. İnşallah iktidara geldiğimizde biz yapacağız. Hükümet sadece isteyen vatandaş, nüfus memurunun ya da belediye evlendirme memurunun yerine gidip il ve ilçe müftülüklerinde kıydırabilsin, diyor. Bu kadar. Zina yine serbest olmaya devam ediyor. Şu muasır medeniyet dedikleri, Batı medeniyeti, biz ona medeniyet demiyoruz, mimi düşmüş, o deniyettir, o düşüklüktür, belki çukurluktur. Uygarlık bile değil, sadece nesli ve ekini ifsat etmek üzere kurulu, çarkları zulüm ile dönen bir barbarlıktır. Onlara özeniyorlar. Onların toplumsal yapısının çöktüğünü görmüyorlar, ama biz görüyoruz.
"Sürekli Rabbimizden bize güç vermesini dileyerek yürüyeceğiz"
Şimdi biz biraz da kendimize dönelim, biz ne yapıyoruz, ne yapacağız? Şimdi memleketteki bu kafa karışıklığı, İslam ümmetindeki bu fitne ateşinin yayılmaya çalışılması karşısında biz HÜDA PAR olarak, 'Hür neferler' olarak bize düşen ne? Bizi ne bekliyor? Biz yola çıkarken veya bu makamlara talip olurken nasıl bir yükün altına omzumuzu verdik? Bunun farkında mıyız? Elbette bunun farkındayız. Elbette bunun dağlar kadar ağır bir yük olduğunu biliyoruz. Elbette yola çıkarken bizi engellemeye çalışan, bize çelme takmaya çalışanların çok olacağını biliyorduk. Sesimizi kısmaya, sesimiz duyulmasın diye kulakların önüne duvarlar örmeye çalışacaklarını biliyorduk. Ama buna rağmen çıktık yola. Yola çıkarken şunu söyledik. Başarının ancak Allah'ın dilemesiyle gerçekleşeceğini bilerek, bu uğurda, bu yolda, bu davaya inanan bu hedefe kilitlenmiş kardeşlerimizle birlikte takatimiz tükeninceye kadar imkânlarımız, gücümüz nispetinde yol yürümeye azmettik. Sürekli Rabbimizden bize güç vermesini dileyerek yürüyeceğiz. Bütün kardeşlerime hep şunu söylerim. Yükümüzün ağırlığının farkındayız ama sakın yükümüzün hafiflemesini dilemeyelim. Gelin hep beraber gücümüzün artmasını dileyelim. Bu ağır yükün altından kalkabilecek güç vermesi için rabbimize yalvaralım.
Bu hak ve adalet yürüyüşünde safları sıklaştıralım. Çabamızı ve gayretimizi arttıralım ve Rabbimizden niyazda bulunalım. Ya Rabbi! ayaklarımızı Sırat-ı Müstakim üzere sabit kıl. Ya Rab! Bizlere hidayet verdikten sonra kalplerimizi kaydırma. Ya Rabb! kalplerimizi dünya malı ve makamlarına meylettirme. O zalimlerin zulümlerine engel olabilecek güç ve kuvvet ver. (İLKHA)