"Mahkûmlara bakış açısının değişmesi lazım cezaevleri eziyet evleri değil"
Ameliyat olduğu hastanede iyileşmesi beklenmeden tekrar cezaevine gönderilen mahkûm Mehmet Emin Alpsoy`un avukatı Hasan Bozdaş, Alpsoy`un tedavisine hastanede devam edilmesi gerektiğini söyleyerek cezaevlerinin eziyet evleri olmadığını belirtti.
Ameliyat olduğu Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ameliyat sonrası iyileşmesi beklenmeden cezaevine götürülen 70 yaşındaki mahkûm Mehmet Emin Alpsoy'un avukatı Hasan Bozdaş, Alpsoy'a yapılan muameleye tepki gösterdi.
Alpsoy'un tedavisine hastanede devam edilmesi gerektiğini söyleyen Bozdaş, cezaevlerinin eziyet evleri olmadığını belirtti.
Hastalığı ve ilerlemiş yaşıyla daha önce de kamuoyunun gündemine gelen, 17 yıldır tutuklu olan hasta mahkûm Mehmet Emin Alpsoy, geçtiğimiz Salı günü Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine kasık fıtığı rahatsızlığı nedeniyle ameliyata alınmıştı. Başarılı bir ameliyat geçiren Alpsoy, ailesinin 3 gün boyunca tüm resmi başvuruları almasına rağmen hastane yönetimi tarafından görüştürülmeyerek, tedavisi tamamlanmadan cezaevine gönderilmişti.
Yaşanan mağduriyetlere tepki gösteren mahkûm Alpsoy'un oğlu Dr. Abdurrahman Alpsoy, zulmün azalacağını beklediklerini fakat daha fazla artmasının kendilerini derinden üzdüğünü ve var olan beklentilerini bitirdiğini belirtti.
Alpsoy'un avukatı Hasan Bozdaş, Alpsoy'un uzun zamandan bu yana çektiği sancılar olduğunu, rahatsızlıkları sebebiyle ciddi sıkıntılar yaşadığını söyledi.
"Alpsoy'un şu anda hastanede olması gerekirdi"
Bozdaş, Alpsoy'un şu anda cezaevinde değil, hastanede olması gerektiğine vurgu yaparak, "Çift taraflı bir fıtık ameliyatı geçirdi. Yaşının da vermiş olduğu sıkıntılar, bununla beraber diğer rahatsızlıklarından ötürü çektiği sancılar sebebi ile zaten yürümekte, hareket etmekte, kendi bakımını yapmakta zorluk çekerken ameliyattan hemen sonra, dinlenmesine ve iyileşmesine mahal verilmeden cezaevine götürülmesi, cezaevinde şu anda kendi bakımlarını yapamayacak yaşlılıkta, yorgunlukta ve hastalıkta olması açıkça bizi üzdü. İdari makamlara müdahil olduk, en azından ameliyatın etkisi geçinceye kadar bir süre hastaneye yatırılması gerektiğini ilettik. Fakat ulaşabildiğimiz kadarı ile henüz bir gelişme yok, bu anlamda en son Perşembe günü görüşebildik, kendisi dediğim gibi hareket etmekte, oturup kalkmakta ve yürümekte güçlük çekiyordu, kendi ihtiyaçlarını gidermede zorlandığını belirtti bana. Bu anlamda muhakkak hastanede o süreci aşması gerekiyor." dedi.
"Mahkûmlar çok ciddi ihmallerle karşı karşıya"
Cezaevlerinde hasta mahkûmlara gösterilen muameleye dikkat çeken Bozdaş, "Elbette hiç kimse yakınlarını, hatta tanımadığı insanların dahi bu şekilde bir muameleye maruz kalmasını istemez. Buna zaten evrensel hukuk da, mer'i hukuk da, hiçbir insani norm da izin vermez. Karşınızda bir mahkûm var ve bu mahkûmun sağlık durumunun sürekli kontrolü, tedavisi, infazı yapan makamlar üzerine ve tedavisini yürüten hekimler üzerine bir yükümlülüktür. Fakat bu şekilde muameleler, kişinin hem ailesini yıpratmakta hem de bu anlamda mahkûm açısından bir eziyete dönüşmektedir. Özellikle sağlık konularının hiç ihmale gelmemesi gerektiğini, sağlığa en önemli derecede önem vererek kişilerin hayati tehlikesinin önüne geçilmemesi gerektiğini ısrarla belirtiyorum. Bu vurdumduymazlığın birçok olumsuz örneğini yaşadık. Cezaevlerinde mahkûmlar çok ciddi ihmallerle karşı karşıyadırlar. Sağlıklarına yeterli özen gösterilmediğini düşünüyorum. Mahkûmdur, buradan kurtulmaya uğraşıyor anlayışı var, bazı ilgilerin ideolojik yaklaşımı var. Personel yetersizliğinden bazı cezaevlerindeki hekimler mahkûmlara yetişemiyor ya da üstünkörü ilgileniyor. Doktor muayene ya da tetkik tarihi veriyor, gidip gitmemek askere kalmış. Askere görev çıktı mı hasta mahkûmların tedavileri öteleniyor. Bu durumu Mehmet Emin Alpsoy'da da, kanser hastası oğlu Şeyhmus Alpsoy'da da müteaddit kereler yaşadık. Ya da hasta yatırılıyor hastaneye, ona refakat eden personel psikolojik bir baskı oluşturuyor hekimler üzerinde, bir an önce cezaevine götürelim vs vs. Bunu kendi bazı müvekkillerimde de yaşadım, meslektaşlarımdan da bazı örnekler duydum. Bu anlamda yapacak hiçbir şey olmadığı için üzgünüz." ifadelerini kullandı.
"Mahkûmların birer insan olduğunu bilmemiz gerek"
Medya gücünü arkasına alan ve toplumsal algı yürütenlerin sağlık durumlarına ciddi anlamda itina gösterildiğini sözlerine ekleyen Bozdaş hasta mahkûmlara yönelik çifte standarda dikkat çekti.
Bozdaş, "Yani ben özellikle şunu görüyorum, yanında medya gücü olan, arkasına ciddi bir toplumsal kesimi alan, medyada veya diğer organlarda bir propaganda yürüten, kısaca sesi kısık olmayan şahısların sağlık durumlarına çok ciddi şekilde itina gösteriliyor, taleplerinin vakit kaybetmeden karşılandığını öğreniyorum. Neden? Çünkü hastanedeki, cezaevindeki en küçük ihmal dâhi dillendirildiği için bu kişilere sahip çıkılıyor. Bunlar yapılsın, fakat herkese eşit ve doğru muamele yapılsın. Fakat sahipsiz olduğu aşikâr olan insanlar için herhangi özel muamele yapılmıyor. Bu sadece İslami davalardan mahkûm kişilere has bir uygulama değil, arkasında herhangi bir medya gücü olmayan insanlar, hakkını arayamayan, uğradığı adaletsizlik dillendirilmeyen insanlar maalesef çok ciddi ihmallerle karşı karşıya. Tabi burada zihniyetin değişmesi lazım öncelikle. Bu, bir yere kadar idari bir kusur olsa da esasında insani bir kusurdur. Hiç kimse insani ve vicdani bir inisiyatif almazsa, mahkumların da tüm insanlık gibi temel haklara sahip olduğunu benimsemezse bu uygulamalar her yerde yaşanır. Bu mahkûmların birer insan olduğunu bilirsek, ona göre davranırsak, inanın çoğu şey aşılacaktır. İnsanların öncelikle kafalarındaki bu açığı tamir etmeleri gerekiyor." şeklinde konuştu.
"Her bir vakıa kendi ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmeli"
"Ben hiçbir zaman kendi müvekkillerimin diğer mahkûmlarla, diğer olgularla, karşılaştırılması taraftarı değilim." diyen Bozdaş sözlerini şöyle sürdürdü: "Herkes için doğru ve adil muamele taraftarıyım. Yıllardır hasta mahkûmlar için, hangi fikirden ve ideolojiden olursa olsun sesimi yükseltiyor ve ağır hasta bir mahkûm için ceza evinin artık eziyet evine dönüştüğünü, bunun da hiçbir hukuk normunda yeri olmadığını belirtiyorum. Dolayısıyla her bir vakıa kendi ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmeli. Şimdi, Mehmet Emin Alpsoy'un 7-8 hastalığı var, bunlardan bir tanesi parkinson, kemik erimesi, kamburlaşma, işitme kaybı vs... Onunla konuşan, onu sürekli ziyaret eden, onu sürekli gören, insan benim ve ben sadece dışardan görünüşle dahi sağlıklı bir şekilde yürüyemediğini, sağlıklı bir şekilde hareket edemediğini görebiliyorum ama doktorlar sadece evraklar üzerinden yapmış oldukları incelemelere, göre bu kişi hayatını tek başına idame ettirir şeklinde rapor düzenliyorlar. Ayrıntılı bir fiziki bir muayene yok. Hiç unutmam, vekâletini henüz aldığım dönemde yaklaşık bir yıldır önemli bir kontrolüne götürülmediğini öğrendim. Cezaevi müdürünün yanına çıktım, kendisi de yeni atanmıştı. Durumu izah ettim, avukat bey dedi, ben Mehmet Emin Alpsoy'u biliyorum, hatta ring aracından indirildiğinde yürümekte zorlandığını görüp kendisinin yanına gittim, sağlık durumunu sordum. Kontrollerine gidemediğini ifade edince de gerekli işlemleri yaptım fakat bundan sonrası askerin kontrolünde, ne zaman uygun olurlarsa o zaman götürebiliyorlar. Şimdi cezaevi müdürünün dışardan yapabildiği gözlemi, cezaevi doktorlarının gösterdiği hassasiyeti, branş uzmanları yapmıyor o da çok üzücü bir durum.
"Alpsoy kendi bakımını yapmakta ve kendi ihtiyaçlarını karşılamada zorlanıyor"
Alpsoy'da birden fazla hastalık olduğunu dile getiren Bozdaş şöyle devam etti: "Yani Adli Tıp Kurumu rapor veriyor ama Adli Tıp Kurumu müvekkili ayrıntılı bir muayeneden geçirmiyor. Cezaevi şartlarını da bilmiyorlar. Bir insanın dışarda veya cezaevinde bakımını yapması, ihtiyaçlarını gidermesi arasında fark var, bu bilinmiyor, buna kimse eğilmiyor. Bu adam yürüyebiliyor mu, bu adamın hastalıkları ne durumda, her bir hastalığı tek başına hayati tehdit oluşturmuyor ama birçok farklı hastalığınızın sıkıntısı büyük tek bir hastalıktan daha fena olabiliyor. Kendisine gelen raporları görüyor kurum, bir karar veriyor, asıl sıkıntı burada Mehmet Emin Alpsoy'un 7-8 tane hastalığı var ve bu hastalıkların seviyesi düşük bile olsa, bu hastalıkların seviyesi az bile olsa, bu adam kendi bakımını, kendi ihtiyaçlarını karşılamada zorlanıyor. Cezaevi şartlarında yaşayabilecek bir insan değil, onun bakımını oğlu Şehmus Alpsoy karşılıyordu, fakat Şehmus Alpsoy kanser hastalığına yakalandığı için hastanede tedavi altında, o gittiğinden beri Mehmet Emin Alpsoy tekrardan kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma geldi."
"Cezaevlerindekiler birer emanet, o emanete sahip çıkılması gerekir"
Cezaevlerindeki bakış açısının değişmesi gerektiğini ifade eden Bozdaş son olarak, "Cezaevleri ıslah makamları. Dolayısıyla mahkûmlar topluma emanet. Kazanmak zorundasınız bu insanları. Müvekkil 17 yıldır cezaevinde, bu süre zarfında yeterince yıprandı, yaşlandı ve sağlığını kaybetti. Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infaz mantalitesi için söylüyorum, müvekkil topluma zarar verebilme kabiliyetini kaybetti. Dolayısıyla ceza hukuku da müvekkil üzerindeki amacını kaybetti. Bundan sonra infazının sürmesi, yaşama hürriyetini olumsuz etkilemekten başka hiçbir şeye yaramayacaktır. Mademki infazı durdurulmuyor, en azından müvekkilin ve tüm hasta mahkûmların her bir özgür birey gibi doğru ve etkili bir tedavi almasının önü açılmalı, infaz rejimleri, tedavi rejimlerinin önüne geçmemelidir. Müvekkilin tedavisinde yaşanacak her kusur hem sağlık makamlarını hem ceza infaz makamlarını bağlar." ifadelerini kullandı. (M. Hüseyin Temel, Murat Orhan - İLKHA)