Zulüm ve darbe dönemlerinin tanığı: Risale-i Nur talebesi Hafız Ali -2
Sadece bir döneme değil, kritik eşiklere tanıklık etmiş olan Hafız Ali, İttihat Terakki zihniyetinin yaşatmış olduğu zulümlere, sonraki yıllarda gerçekleşen darbelere ve Üstad Bediüzzaman ile hayatının kesişmesine dair önemli anekdotlar anlattı.
Türkiye'de farklı dönemlerde yaşanan zulümlere tanıklık etmiş olan Hafız Ali Mülayim, 82 yıllık ömründe görüp geçirdiği günlerden önemli ve ilginç olanları İlke Haber Ajansına (İLKHA) anlattı.
Camilerin ahırlara çevrildiği, ezanın Türkçeleştirdiği dönemlere ve rutinleşen darbelere tanıklık eden Hafız Ali, Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur ile kesişen dikkat çekici hikâyesini, o günleri yeniden yaşarcasına derinlere dalan gözleri ve yöresel şivesiyle ifade etti.
15 Temmuz gecesinde Fetih Suresiyle darbeye direnen halka meydanda sabah namazı kıldıran Hafız Ali, yaşadığı müddetçe Allah için hizmet etmeye devam edeceğini söyledi.
Çocukluğundan buyana Kur'an ile iç içe olmuş Hafız Ali, Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur ile olan ilişkisine dair ilginç anekdotlar aktardı.
Çalışmak için Almanya'ya gitmeden önce üç gün ardı ardına rüyasında Üstad Bediüzzaman'ı gördüğünü ve kendisine memleketinde kalmasını söylediğini aktaran Hafız Ali, o günleri anlatmaya devam etti.
"Ceza olarak askerliğimi verdikleri Isparta bana bir mükâfat hükmüne geçti"
Bitlis'teyken gözaltına alınarak askere götürüldüğü anlatan Hafız Ali, askerlik için Isparta'ya verildiğini ve orada Bediüzzaman ile tanışmak için çektiği sıkıntıları dile getirerek, bugün de olsa aynı sıkıntılara katlanacağını ifade etti.
Hafız Ali şöyle konuştu: "...Baktım iki tane genç girdi koluma. Dediler ki 'Kimsin? Kimliğini çıkar, gidelim karakola.' Onlara kim olduklarını sordum. 'Gidelim kim olduğumuzu öğreneceksin.' dediler. Kimliğime baktılar, bana baktılar ve sen neredesin? diye sordular. Buradayım, dedim. İki tane inzibat geldi ellerimi kelepçelediler. Beni askerlik şubesine götürdüler. Binbaşı bir yüzüme bir nüfus cüzdanıma bakıyor. O da dedi 'sen neredesin?' Ona, Türkiye'deyim dedim. 'Ne Türkiye'si, iki senedir askerliğin geçiyor, yoklama bile olmamışsın.' dedi. Biz Doğu'nun insanı çoğumuz bilmiyorduk yoklamanın ne olduğunu. Ben de dedim ki 'nedir yoklama?' dedi ki 'Yoklamanın ne olduğunu şimdi sana göstereceğim.' Binbaşı dedi 'Bunu bir yere göndermeden cezalı olarak hemen askere gönderelim.' Ve ardından hemen sülüsümü ve elbisemi hazırladılar. Binbaşı 'nerede cezalı bir eğitim yeri varsa onu oraya verelim. Tunceli'den giden Üçüncü Er Eğitim Tugayı 58'inci Tümen Komutanlığı cezalı olarak Isparta'ya verelim.' dedi. Hay dedim Allah sizden razı olsun. Benim şeyhim orada, giderim elini öperim. Bana dua eder."
"Tabii bunları onların yüzüne karşı değil içimden söyledim." diyen Hafız Ali, sözlerine şöyle devam etti:
"Ellerimi kelepçelediler. İki tane inzibat nezaretinde Diyarbakır'a kadar beni getirdiler. Buralarda tren olmadığı için. Eskiden kara trenler vardı. 1957'nin 10'uncu ayı trene bindirdiler. Herkesin nereye gideceğine dair elinde kâğıtları vardı. Malatya, Konya ve Afyon'dan sonra benden başka cezalı kimse kalmadı trende. Son durak da zaten Isparta idi. İndim geldim Mimar Sinan'da namazımı kıldım. O gün otelde kaldım. Sabahleyin doğru üstadın evinin olduğu yere doğru gittim. Orada öylece 20 dakika bekledim. Baktım hiç kimse o sokaktan gidip gelmiyor. Sonra tek bir kişi geldi. 'Sen kimsin?' diye sordu. Dedim 'Vallaha ben de insanım.' Dedi, 'Burada ne geziyorsun?' Bediüzzaman Said Nursi'yi görmeye, elini öpmeye geldiğimi söyledim. Nereli olduğumu sordu. Bitlisli olduğumu söyledim. Dedi 'O da Bitlisli, senin akraban mıdır? Akrabam olmadığını, sadece ismini duyduğumu söyledim. Sonra dedi ki 'Bu kitapları sen mi dağıtıyorsun?' Dedim 'Ne kitapları, ben de hâlâ gençtim. Bir tane göğsüne vurdum. Yere düşmedi ama göğsünü açtı, baktım ki polis rozeti. Dedim eyvah! vallahi taşa çarptım. Dedi 'Sen Türk polisine karşı mı geliyorsun? Sen beni vurdun, ver ellerini, seni kelepçeleyeceğim. Polise karşı gelmenin ne olduğunu sen biliyor musun? Seni götüreceğim karakola.' Dedim 'Yapma, etme, yahu senin siman ne kadar evliyalara benziyor, elini öpeceğim. Sen ya alimsin, ya evliyasın siman ona benziyor.' dedim. O da herhalde bu kafakontaktır diye düşündü. İmana geldi beni bıraktı. Geldim otele anlattım. Dediler 'Vallahi bütün devlet erkanı Bediüzzaman'dan korkuyor. Nasıl yani dedim? Dediler ki 'İmanı öyle kuvvetlidir ki, bütün hükümet erkanı ondan korkuyor.' Sonra sabah oldu, abdestimi aldım saat 08.00 gibi gittim. Üstadın evinin orada bir karakol vardı. Bir şeyler oldu, çağırdılar ve polisler hepsi gittiler. Ben de geldim kapıyı çaldım. Kapı açıldı. Bana baktı ve dedi ki 'Hafız Ali sen misin?' Evet, dedim. 'Vallahi senin ayaklarını öpeceğim' ayaklarını çekti, 'Ellerini ver dedim elini öpeyim' elini de vermedi. 'Benim ismim Ceylan abi' deyince, 'Eyvah! Vallahi Üstad değil.' Dedim ve ardından boynuna sarıldım, ağladım. Daha sonra 'Üstadın bundan iki buçuk saat önce arabası hazırlandı. Ben Barla'ya gidiyorum, 2-3 saat sonra Hafız Ali gelecek buraya. Benim selamımı söyleyin kendisine. Ben onu talebeliğe kaydetmişim, yalnız bir şartla; bir daha buraya gelmesin, doğru kıtasına gidip teslim olsun.' diye anlattı. Ağladım halime, tabi kısmet olmadı. Ağlayarak giderek teslim oldum. Orada onbaşı oldum, sonra erbaş dergahında merasim kıta çavuşu oldum."
"Bütün subaylar bu şekilde Üstada selam durdular!"
Askerlik yıllarında başından geçen bir anıyı da anlatan Hafız Ali, "İki sene orada askerlik yaptım. Aliköy vardı, yol oradan geliyordu. Toprak yoldu, asfalt falan yoktu. Demek o zaman şehirde iki taksi varmış. Her gün öğlen vakti istirahat veriyordular. O gün istirahat verdiler. -Bilerek bu işi yapmadım, yaptırıldı bu iş.- Benim tabancam ve bir dürbünüm vardı. Öylece bakıyordum. Uzaktan iki araç geliyordu. Yanımda arkadaşım vardı, ona gösterdim. O da baktı dedi doğru söylüyorsun. Önemli kişilerin geldiğini zannettik. Sonra arkadaşım seslendi ve bütün bölük olduğu gibi kalktı. Subaylar kalktılar, astsubaylar, hepsi kalktılar. Subaylar, astsubaylar herkes mangasının başına geçti. Hepimiz hizaya geçtik. Taksi gelince hepimiz selam durduk. Ben de selam durdum. Araç geçti, en son baktım ki sarıklı, beyaz cübbeli, mübarek biri selamlıyor pencereden. Dedim bu kimdir ki, geçti sonra, ben dedim herhalde Osmanlı devletinden kalma bir padişah veya subaydır. Sonra anladık ki Üstadmış. Ardından subaylar, astsubaylar beni çağırdılar ve epeyce dövdüler. Bütün subaylar bu şekilde Üstada selam durdular. O günden beri Elhamdülillah hizmet ediyoruz." dedi.
Umre için bulunduğu Medine-i Münevverden, 15 Temmuz gecesinde geldiği Bitlis'in Ahlat ilçesinde cemaate sabah namazını kıldırarak Fetih Sûresini okuyan Hafız Ali, o gecenin öncesi ve sonrasına dair yaşadıklarını da anlattı.
Diyarbakır'dan 15-20 kişilik bir gurupla umre için yola çıktıklarını belirten Hafız Ali Mulayim, gitmeden önce İstanbul'da bulunan Bediüzzaman'ın talebelerinden Abdullah Yeğin'e uğrayıp hatır istediğini belirtti.
" Abdullah Yeğin abi: Hafız Ali, Türkiye'nin başına büyük bir felaket geldiğini görüyorum"
Abdullah Yeğin'i ziyaretinde yaşadığı ilginç diyaloğu anlatan Hafız Ali, şöyle konuştu:
"Diyarbakır'da 15-20 kişilik öğretmen kardeşlerimizle birlikte umreye yolculuk için İstanbul'a gittik. Ramazan'ın son on günleriydi. Üstad Bediüzzaman'ın talebelerinden Abdullah Yeğin abiye uğradık. Son günleriydi. Hiç olmazsa elini öperiz öyle gideriz dedik. Yanına kimseyi almıyorlardı. Dediler ki 'Diyarbakır'dan Hafız Ali Mulayim gelmiş.' Ardından içeriye girdik. Bizi görünce hemen birden kalktı, ben de kucakladım. 90 yaşlarındaydı. Bediüzzaman talebesiydi, ona hizmet etmişti. Görüştükten sonra Allahaısmarladık derken dedi ki; 'Hafız Ali, Türkiye'nin başına büyük bir felaket geldiğini görüyorum.' Ağlayarak dua etti. Sonra 'sen de dua et.' dedi. 'İnşallah Türkiye'deki Müslümanlar bunları bertaraf edecek, bir şey olmayacak. Fakat içinde münafıklar ve Yahudiler inkılap gibi bir şey yapacaklar. Aynı Suriye gibi. Ama Allah muhafaza edecek.' dedi, sonra oradan ayrıldık."
"Ağlayarak dua ettik, Allah nusret etti"
Umre için Hicaz'a gittiğini, daha sonra Abdullah Yeğin'in vefat haberini alınca bulunduğu Medine'den İstanbul'a geldiğini, ardından Ahlat'a geçtiğini, o gece 15 Temmuz'un yaşandığını ve oradaki meydanda sabah namazını Fetih Sûresini okuyarak kıldırdığını dile getiren Hafız Ali, sözlerine şöyle devam etti:
"Umre yaptıktan sonra Mekke'den Medine'ye geldik. Burada Bediüzzaman'ın talebesi Abdullah Yeğin'in vefat haberini duyduk. Peygamber Efendimizi (sav) ziyaret ederek, arkadaşlarımı bırakıp uçakla İstanbul'a geldim. Buradan da arkadaşlarla birlikte Diyarbakır'a geçtik. Ahalat'taki arkadaşlarımızı görmek için Ahlat'ta gidelim dediler. Okuma programına gidelim. Biz de o gece Ahlat'a geldik. Medresede bulunuyorduk. Talebeler, öğrenciler, arkadaşlar geldiler. O esnada ezan okuyordu. Ondan sonra Diyarbakır Ulu Cami baş imamı oğlum aradı. Dedi, 'Baba haberin var mı? İnkılap olmuş. Türkiye'yi yıkacaklar bu FETÖ'cüler. Ordu içindeki adamları, hâkimler, savcılar, askerler... Dua edin' dedi. Çıktık baktık camilerin etrafında salavatlar okunuyor. Biz de ağladık. Kalktık dualar ettik. Ondan sonra dediler meydanda toplanmışlar. Biz de geldik baktık belediye başkanı, eski bakan, millet vardı. Sabaha kadar salavatlar okuyarak ağladık. Allah'a yalvardık Türkiye'mize bir şey olmasın diye. Bu zalimlere ve hainlere fırsat vermesin diye. Sonra sabah oldu. Meydanda namaz kılınacak dediler. Dediler 'Kardeşimiz Medine'yi Münevvere'den cemaatiyle birlikte gelmişler buraya, beraber namaz kılalım.' Biz de kalktık o meydanda hem namazımızı kıldık, hem de milletimize, insanlığımıza dualar yaptık. Allah'ın inayetiyle dedik; 'Ya Rabbi! Bu belayı def et.' Ağlayarak dua ettik, Allah nusret etti. Sabah baktık ki herkes çıkmış dışarıya; canıyla, malıyla. Allah, bu milletin kalbine, duasına, bu gençlerin gayretine baktı ve ülkemizi muhafaza etti."
"Darbede sabah namazını Fetih Sûresini okuyarak kıldırdım"
"İçimizdeki münafıklar kâfirlerden daha beterdirler." diyen Hafız Ali, "Kadın, erkek, genç, yaşlı salavatlarla çıktılar meydanlara. Allah nasip etti bu günlere geldik elhamdülillah. Peygamber Efendimiz, 'Bir belde de okunan bir salavat, yedi kapıya kadar gelecek belaları önlüyor.' buyuruyor. Böyle bir inkılaptan haberimiz yoktu. Uçakta duymamıştık. Darbede sabah namazını Fetih Sûresini okuyarak kıldırdım. Sanki Peygamber Efendimizin gözümüzün önünde olduğunu hissettik. Sanki ashaplar yürüyorlar. Bütün insanlar çıkmışlar mezarlarından. Sanki manevi âlemde o salavatlarla dua ediyorduk. Yapılan duaların, salavatların yüzü suyu hürmetine Allah bu belayı defetti. Suriye'den daha kötü bir duruma düşeceğimizi düşünüyorduk. Ama bu gençlerin, inançlı olan insanların dualarının yüzü suyu hürmetine defoldu belalar. İstanbul, Ankara ve her yerde uçaklarla Müslümanları öldürmeye başladılar bunlar. Ancak gâvur devleti bu işi yapar. İçimizdeki münafıklar kâfirlerden daha beterdirler. Allah, 'Münafıklar namaz kılıyor, fakat içi dışı bir değil, ikiyüzlüdürler' buyuruyor. İşte böyle insanlar varmış içimizde. Savcı, hâkim her meslekten adam yetiştirmişler hain FETÖ'cüler. Peygamberimizi öldürme planını yapan insanlar neyse bugünküler de aynı anarşist insanlardır." ifadelerini kullandı.
Darbe girişiminde bulunan FETÖ mensuplarına en ağır cezanın verilmesi gerektiğini vurgulayan Hafız Ali, "Bu zalimlerin hepsini idam etmeleri lazım. Namusumuza, şerefimize el atmışlar bu hainler. Kâfir devletlerinden daha beterdiler bunlar. Eğer, hâkim ve savcıların kalplerinde Allah korkusu varsa, derhal idam vermeseler de her birisine en az 50 yıl ceza vermeliler. Öyle bir sene, 10 sene ceza vermeyeceksin, tekrar çıkar aynı şeyi yaparlar. Bu zulmü yapanlara 50 sene vereceksin." dedi. (Şükrü Tontaş - İLKHA)