Orucun Sırları ve Bâtıni Şartları
Oruç üç derecedir:
A) Avam'ın orucu
B) Havassın orucu
C) Ahass'ul-Havass'ın orucu
Avamın Orucu: Bu oruç, mide ve tenâsül uzvunu şehvetlerden sakındırmaktır. Yani yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmaktan sakınmaktır.
Havass Orucu: Kulak, göz, dil, el, ayak ve sair azaları günahlardan uzak tutmaktan ibarettir.
Ahass'ul-Havass'ın Orucu: Kalbi, dünyevî düşüncelerden tamamen arındırıp Allah'tan başka her şeyi kalpten uzaklaştırmaktır. Böyle bir oruç Allah'tan ve kıyamet gününden başka bir şeyi düşünmekle bozulur. Din için düşünmezse dünyayı düşünmek de bu orucu bozar. Fakat din için istenilen dünya, ahiretin azığı olduğu için dünyalıktan çıkar ve böylece bu orucun bozulmasına vesile teşkil etmez. Hatta kalp ehli, akşam iftarda yiyeceği ve içeceği şeyleri düşünmek suretiyle fikir yürüten kimsenin hatada olduğunu kaydetmişlerdir. Çünkü bu Allah'ın fazlına güvensizlik, Allah tarafından vadedilen rızka tam inanmamak demektir. Bu mertebe, peygamberlerin, sıddîk ve mukarriblerin mertebesidir.
Bu mertebenin sözle anlatılması mümkün değildir. Bunun tahkiki sadece amelî yönden mümkündür. Çünkü bu, himmetin bütünüyle Allah'a yöneltilmesi ve Allah'tan başka her şeyi bir tarafa itmek demektir.
Bu durum şu ayet ile ne güzel ifade edilmiştir.
“Allah de! Sonra onları bırak, daldıkları dedikodularında oynayadursunlar.” (En'am/91)
Havass'ın orucu ise, sâlihlerin orucudur. Bu orucun keyfiyeti, azaları günahtan korumakla beraber şu altı şeyle tamam olur;
1. Gözü Korumak
Gözü, çirkin ve istenilmeyen şeylerden korumak, kalbi meşgul eden ve Allah'ın zikrinden alıkoyan şeylere bakmamaktır.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
“Haram bakış, İblis'in zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah'tan korkarak onu terk ederse, Allah Teâlâ o kuluna tadı kalbinde beliren bir iman ihsan eder.”
Câbir, Enes'den, o da Rasûlullah'tan (sav) şu hadisi rivayet etmektedir:
Beş şey vardır ki, oruçlunun orucunu bozar:
a) Yalan
b) Gıybet
c) Nemime (kovuculuk)
d) Yalan yere yemin etmek
e) Şehvet ile bakmak
2. Dili Korumak
Dilini hezeyan, yalan, gıybet, nemime, fahiş konuşma, galiz konuşma, kavga ve riya ile konuşmaktan korumaktır. Ve aynı zamanda dili sükût etmeye icbâr, Allah'ın zikri ve Kuran tilâvetiyle meşgul etmektir. Bu ise, dilin orucudur.
Süfyan-ı Sevrî şöyle der: 'Gıybet, orucu bozar'. Bu hükmü Bişr b. el-Hâris rivayet etmektedir.
Leys, Mücahid'den;
"İki haslet vardır. Onların ikisi de orucu bozar: Gıybet ve yalan” dediğini rivayet etmektedir.
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Oruç, mümin için kalkandır. Bu bakımdan herhangi biriniz oruçlu ise, fahiş konuşmasın, cahilce hareket etmesin. Eğer bir kişi kendisiyle çirkin konuşur veya dövüşürse, desin ki: 'Ben oruçluyum, ben oruçluyum.”
Hz. Peygamber'in devr-i saâdetinde oruç tutan iki kadın, günün son saatinde açlık ve susuzluktan bitkin bir hale geldiler, neredeyse telef olacaklardı. Hz. Peygamberin huzuruna bir elçi göndererek oruçlarını bozmak için izin istediler. Bunun üzerine Rasûlullah kendilerine bir fincan göndererek şöyle buyurmuştur: “Onlara söyle! Yediklerini bu fincana kussunlar.”
Kadınlardan birisi, fincanın yarısı kadar katı bir kan ile iri bir et parçası kustu. Diğeri de aynı şekilde kusarak fincanı doldurdu. Hâdiseyi gören halk, hayretler içerisinde kaldı. Bu durum karşısında halkın hayretini Rasûlullah şu mübarek sözleriyle gidermeye çalıştı:
“Bu iki kadın, Allah'ın kendilerine helâl kıldığı şeylerden uzaklaşarak oruç tuttular. Fakat Allah'ın kendilerine haram kıldığıyla iftar ettiler. Bir arada, oturarak onu bunu çekiştirdiler. İşte fincanda gördüğünüz irin, onların yemiş olduğu halkın kanı ve etidir.”
3. Kulağı Korumak
Kulağı her mekruhu işitmekten alıkoymak gerekir. Çünkü söylenilmesi haram olan her şeyin işitilmesi de haramdır. İşte bu sırra binaen Allah Teâlâ, gıybet dinleyen ile haram yiyeni eşit tutmuştur:
“Onlar sürekli yalan dinlerler, haram yerler.” (Mâide/42)
“Rabbanîler'in ve hahamların, onları günah söz söylemekten, haram yemekten menetmeleri gerekmez miydi?... Bu yaptıkları ne de kötüdür!” (Mâide/63)
Bu bakımdan gıybete karşılık sükût haramdır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz.” (Nisâ/140)
Bu sırra binaen Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır:
“Gıybet edenle, onu dinleyen, günahta ortaktırlar.”
4. Diğer Azaları Korumak
Diğer azaları da günahtan alıkoymak gerekir. Meselâ el ve ayak gibi. Karnını iftar zamanında nefsin istediği şehvetlerden korumalıdır. Helâl yemekten çekinmek suretiyle oruç tutup, iftar zamanında haram ile iftar edenin orucu hiçbir fayda temin etmez ve manasız kalır. Böyle bir oruçlunun durumu tıpkı bir köşk bina edip, bir şehri yıkanın durumuna benzer. Çünkü helâl yemek ancak fazla yendiği takdirde zarar vericidir. Onun azı ise, faydalıdır. Bu bakımdan oruç, onu azaltmak için icat edilmiş bir ibadettir. Zararından korkarak ilâçları terk etmek, sonra da zehir almak, hamakattan başka bir şey değildir. Haram ise, dini yok eden bir zehirdir. Helâl ise, azı fayda, çoğu zarar veren bir ilâçtır. Oruçtan gaye, helalı azaltmaktır.
Çünkü Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan sadece açlık ve susuzluk elde eder.”
Bu hadisin tefsirinde bazı âlimler, akşam fazla yemek suretiyle harama giren bir kimsenin kast olunduğunu söylemişlerdir. Bazıları da, bu öyle bir kimsedir ki, helâl yemekten nefsini meneder, fakat haram olan gıybette bulunmak suretiyle orucunu bozar. Bazı âlimler de azalarını haramdan korumayan bir kimsenin kast olunduğunu söylemiştir.
5. İftarda Az Yemek
İftar zamanında tıka-basa helâl de olsa yememek gerekir. Helâl de olsa tıka-basa doldurulan karın, Allah nezdinde en fazla buğzedilen kaptır. Oruçlu bir kimse, gündüz yemediklerini iftar zamanında tıka-basa yerse, acaba Allah'ın düşmanı olan nefis ve şeytanı nasıl kahredebilir ve şehvetini nasıl kırabilir? Bazen de kişi, oruçlu olmadığı takdirde yiyeceklerinin birkaç mislini temin ederek iftarda yer.
Hatta öyle âdet edilmiştir ki, yemeklerin en nefisleri Ramazan ayı için tedârik edilir ve o ayda, birkaç ayda yenilmeyecek kadar çeşitli yemekler yenir. Oysa oruçtan gaye, mideyi aç bırakmak, heva ve şehveti kırmak ve böylece nefsi, takvâya alıştırmaktır. Bu, orucun başta gelen hedefidir.
Fakat mide sabahtan akşama kadar aç bırakılır, tam aksanı zamanı yemeğe karşı şehvetle isteği kabardığında, ona lezzetli yemekleri yedirip doyurursa, onun iştahı daha da fazlalaşır ve kuvveti daha da gelişir. O zaman öyle şehvetler baş gösterir ki, şayet nefis eski âdetlerinde bırakılıp oruç vesilesiyle bu kadar çeşitli yemeklerle beslenmeseydi, daha sakin olacaktı.
İşte bu nedenle orucun ruhu ve özü, şeytanın elinde şerlere sevk etmek için vesile olan nefsin kuvvetlerini kırmaktır. Bu ise, ancak iftar zamanında az yemekle hâsıl olabilir. Yani eğer oruçlu olmasaydı, akşam ne yiyecekse, oruçlu olduğu zaman da sadece onunla yetinmelidir. Eğer bütün gün, yiyeceklerini toplayarak hepsini üst üste iftar zamanında yerse, o zaman orucundan herhangi bir fayda temin edemez.
Orucun adabından birisi de, açlık, susuzluk ve zafiyeti hissetsin diye gündüz uyumamaktır. Böyle yaptığı takdirde kalbi saflaşır. Her gece biraz daha zayıf olmak suretiyle gece namazlarına kalkmak imkânına sahip olur. Bu durumda umulur ki, şeytan kalbinden uzaklaşır. Şeytanın pençesinden kurtulan kalp, gökler âleminde seyretme imkânına sahip olur. Zaten kadir gecesi, gökler âleminde seyretme imkânına sahip gece demektir. Nitekim 'Muhakkak biz Kur'an'ı kadir gecesinde inzâl ettik' ayetiyle bu mana kast olunmuştur.
Kalbi ile göğsü arasında bir yemek torbası meydana getiren kimse, böyle bir şereften mahrumdur. Sadece midesini yemekten boşaltmak da bu mahcubiyet perdesinin aralanmasına kâfi değildir. Himmetini de Allah'tan başka her şeyden boşaltmalıdır. İşte o zaman, hakikatin tamamını elde etmiş olur. Bu durumun ilk basamağı az yemektir. Bu husustaki tafsilât Allah'ın izniyle Yemekler bölümünde gelecektir.
İhyau Ulumi`d- Din