• DOLAR 32.383
  • EURO 35.091
  • ALTIN 2326.314
  • ...
Kur`an tefsiri: Bakara Suresi- 3. Ayet
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

“Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.”

İBNİ KESİR

İbn Cerîr ve diğerleri dediler ki: En uygun olanı; sözle, inançla ve amelle gayba inanma niteliklerine sahip olmaktır. Sözü amelin tasdik ettiği imanın muhtevası içerisine Allah korkusu da girebilir. Kur'an-ı Kerîm'de de bazen bu anlamda kullanılır. İman, amel ile beraber kullanıldığı zaman bu şekildedir : «Ancak iman edip sâlih amel işleyenler müstesna» kavlinde olduğu gibi.

Bazıları gayba îmânı, Allah korkusuyla tefsir etmişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ diğer ayetlerde şöyle buyurur “Sen ancak görmedikleri halde Rablerinden korkanları ve namazı kılmış olanları uyarırsın.” (Fatır, 18). «Görmediği halde Rahman`dan korkan ve Allah'a yönelik bir kalp ile gelen kimselere yönelikti.» (Kâf, 33). Allah korkusu (haşyet) ilim ve imanın özüdür. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur : «Allah'tan ancak bilgin kulları korkar.» (Fâtır, 28)

Materyalizmin kökten reddettiği duyular üstü âlemler, genellikle bütün dinlerde ana esas olarak kabul edilir. Diğer dinler bu konuda aşırı giderek, tüm varlığı görülmeyen âleme hasrederler. İslâm ise görülen âlem ile görülmeyen âlem arasında denge kurar. Her iki âlemin varlığını esas alır. Gayba iman, kişiyi basit maddi âlemin sınırlarının üstüne çıkarır ve gerçek varlık ile irtibata geçirir.

İbn Abbâs der ki; namazı kılarlar yani namazı tarzlarıyla yerine getirirler. Dahhâk, İbn Abbâs'tan nakleder ki, namazı kılmak secde ve rükûu ile tilâvet ve huşu ile namazı bitirmek ve ona yönelmektir. Katâde der ki, namazı kılmak vakitlerine, abdestine, rükû ve secdesine riayet etmektir. Mukâtil İbn Hayyân der ki; namazı kılmak namaz vakitlerine riayet edip o vakitlerde abdesti yenilemek, rükû ve secdesini tamamlayıp Kur'an tilâvet etmek, teşehhüdde Rasulullah (s.a.)'a salavat getirmektir.

Süddî... İbn Abbas'tan, İbn Mes'ûd'dan ve Rasulullah (s.a.)'m ashabından bir topluluktan nakleder. «Ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak ederler.» ayetinin manası, kişinin ailesine harcadığı şeylerdir. Bu, zekât emri inmezden önce geçerli idi. İbn Cerîr ayetin zekât ve nafakalar konusunda umumi olduğu görüşünü tercih eder ve der ki, “tevillerin en uygunu ve muttakilerin sıfatına en çok yaraşanı nafaka vermesi gerekenlerin zekât veya nafaka yoluyla ailelerine veya başkalarına mallarından lazım gelen miktar vermeleridir. Çünkü Allah Teâlâ onların vasfını umumileştirmiş ve bu infak tabiriyle onları methetmiştir. Gerek infak olsun, gerekse zekât olsun bunlar kendiliğinden övülmeye değer ve beğenilen şeylerdir.”

Ben derim ki; Allah Teâlâ çoğu kere mallardan infakla namazı birlikte zikreder. Çünkü namaz Allah'ın hakkı ve ona ibadettir. Namaz Allah'ın birliğini ve O'nu hamd ve sena ile övmeyi ihtiva eder. Dua tevekkül ve yalvarış doludur. İnfak ise kullara ulaşan faydalarla onlara iyilikte bulunmaktır. İnsanlardan bu vergilere en lâyık olanları, yakınları ve çevresinde kendi mülkü altında bulunanlardır. Sonra uzaktakiler gelir.


TEFHİMU'L KUR'AN

Kur'an'dan yararlanabilmenin birinci şartı muttaki, yani Allah'tan korkan, hakla bâtılı ayıran ve salih kimseler arasına girmek isteyen biri olmaktır. Şüphesiz bu Kitap'ta hidayetten başka bir şey yoktur. Fakat kişi ondan faydalanabilmek için sağlam bir kafa ile yaklaşmalıdır. Her şeyden önce Allah'tan korkan, hakkı seven biri olmalı, hakla bâtılı birbirinden ayırabilmeli ve doğru yaşamalıdır. Bunun tersine, hakla bâtılı gözetmeyen, kendi ihtirasının veya dünya nimetlerinin yolundan giden veyahut da dünyadaki yolculuğu boyunca amaçsız dolaşan kimseler için Kur'an'da hidayet yoktur.

Kur'an'la hidayete ulaşabilmenin ikinci şartı ise "gayb"e -duyularla algılanamayan ve insanın deney ve gözlemlerine konu olamayan şeylere- inanmaktır. Allah, melekler, vahiy, öldükten sonra dirilme, Cennet, Cehennem vs.nin tadılıp koklanamayacağı ve ölçülüp tartılamayacağı bilinen bir gerçektir; bu tür şeyler fiziksel dünyadaki birçok durumda olduğu gibi, uzmanlara (peygamberlere) güvenilerek kabul edilmelidir. Bu nedenle, sadece, "gayb"e inanan bir kimse Hidayet'ten bir pay alabilir. Sadece duyularla algılanabilen şeylere inanan kimseye gelince, o bu Kitap'tan hidayet alamaz.

Kur'an'dan faydalanabilmenin üçüncü şartı, kişinin Kur'an öğretilerini hemen pratiğe uygulamaya hazır olmasıdır. Namaz Kur'an'ın emrettiği ilk ve en önemli görevlerden biri olduğu için, imandaki samimiyetin ölçüsü ve pratik bir delilidir. Bu nedenle, bir kimse İslâm'ı kabul ettikten sonra ezanı duyduğunda cemaate katılıp, namazı kılmalıdır. Çünkü şehadetin samimi olup olmadığını bu belirler. Eğer ezana kulak asmaz ve cemaata katılmazsa, bu onun imanında samimi olmadığının bir göstergesidir.

"İkâmet'üs-Salat" (Namazı dosdoğru kılmak) teriminin çok geniş anlamlı olduğuna da dikkat edilmelidir. Bu, namazın cemaatle kılınması gerektiğine ve namaz için her yerde sürekli düzenlemeler yapılması gerektiğine işaret eder. Aksi takdirde bir yerin sakinlerinin hepsi tek tek namazlarını kılsalar bile, namaz ikame edilmiş olmayacaktır.

Kur'an'dan faydalanabilmenin dördüncü şartı, kişinin, Allah'ın ve insanların hakkını vermek üzere Kitap'taki talimatlara uygun olarak parasını başkalarıyla paylaşmaya hazır olmasıdır. Bu çok önemli bir şarttır. Çünkü bir cimrinin veya parayı her şeyden çok seven bir servet düşkününün, İslâm uğrunda malî fedakârlıklar yapması beklenemez.

MİN VAHYİ`L-KUR`AN

«Gaybe iman», duyguların doğrudan olarak ulaşamadığı şeylere inanmaktır. Allah'a iman da gaybe iman konusuna girer. İnsan, Allah'ın eserleri ve yarattığı varlıklar yolu ile Allah'a iman eder. Bu koca evrendeki eserleriyle ona iman eder. Fakat O'nu görmek ve O'na dokunmak mümkün değildir. Çünkü insanın vicdanı Allah' in varlığını bilimsel ve akli temellere dayanan kesin bir gerçek olarak görür. İşte bu eylemle, düşünce planındaki takva içte bir harekete dönüşür. Orada yakini harekete geçirir. İmana doğru sevk eder. Muttaki olmayanlar ise, gözlem ve deneyin dışında bir şeye inanmazlar. Bunların ötesinde kalan kurallara, ilkelere nüfuz edemezler. Buna göre, düşünce alanında herhangi bir değeri olan şeyler, mutlak olarak gözleme dayalı değerlendirmelere boyun eğen şeylerdir. Önceden düşünce ve akli alanda herhangi bir yaklaşıma yer vermeyen düşüncelerdir.

Biz, anlamadığımız çoğu konularda cesur bir biçimde gaybe inanırız. Çünkü biz biliyoruz ki, hayat sürekli olarak maddi yorumlara boyun eğmez. Hayat, politik, sosyal ve ekonomik alanların hepsinde, gizli açık tüm meselelerinde olaylarında Allah'ın evrende geçerli kıldığı doğal yasalara boyun eğer. Bu, Kur'an'ın bir dizi ayetinde ve Allah'ın evrensel yasalardan söz eden açıklamalarında açıkça anlaşılan bir olgudur:

Kur'an-ı Kerim «Allah'a iman» ile sembolize edilen gaybe iman konusundan söz eder ve onu pratik bir eyleme bağlar. Kur'an-ı Kerim, pratik eylem alanında iki örnek vermiş bulunuyor.

Birincisi: Akidenin pratik eylemlere dönüşmesi, imanın içten dışa doğru tezahürü olan namazdır. Namaz ile bütün arzularına kavuşur. Sürekli olarak Allah ile engin bir bağ içine girer. Hatta imanda tekamül gösterme pratik bir eyleme, canlı bir ifadeye ihtiyaç duyabilir. Böylece insanın içindeki gizli duygular ve sözlerle, hareketlerle,   tutumlarla,   şuurlarla kendisini ifade etme olanağı elde eder. Böylece insanın gönlüne geniş ufuklar açılmış olur. İşte buna namaz adı verilir. Burada söylenen her söz, yapılan her hareket bu manevi havaya uygundur, insanın Allah'a karşı hassasiyetini harekete geçirmeye yöneliktir.

İkincisi: Allah'ın verdiği rızıktan fakirlere dağıtmak­tır. Ayeti kerime bunu şu şekilde ifade etmektedir:        

İşte bu, hayatla ilgili olan ikinci taraftır. Böylece insan tam bir olgunluğa ulaşır. Bir taraftan Allah'a bağlanır, hayatta dip diri bir bilinç ile hareket eder. Yaşaması gerektiğini, Allah'ın kendisine rızık olarak verdiği nimetlerden dağıtması için yaşaması gerektiğim kavrar. Bunu yaparken de kendiliğinden saptığını sanmaz. O, Allah yolunda dağıtmanın bir görev ve sorumluluk meselesi olduğunun bilincindedir.

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir