• DOLAR 34.608
  • EURO 36.326
  • ALTIN 2928.728
  • ...
Şubat`ın kutlu kervanın son müntesibi: Ömer Abdurrahman
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Şubat ayında İslam ümmetinin yetiştirdiği güzide şahsiyetler ya zalim ve kâfirlerin hedefi olarak şehid oldu ya da verdikleri uzun mücadele yıllarının ardından bitkin düşüp ruhlarını Rablerine teslim ettiler. Şubat ayının bu kutlu kervanın son müntesibi ise Şeyh Ömer Abdurrahman oldu.

Şubat soğuğunu canlarıyla, kanlarıyla kesen mümtaz şahsiyetler arasında yerini alan Şeyh Ömer Abdurrahman, 1993'te New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne düzenlenen saldırının ve bazı bombalama eylemlerinin sorumlusu olduğu iddiasıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırılarak 23 yıldır ağır şartlar altında tutuluyordu.

Donald Trump'ın yönetimi devralmasının ardından cezaevi şartları daha da ağırlaştırılan Abdurrahman, ailesiyle yaptığı son telefon görüşmesinde radyosuna el konulduğunu, ilaçlarının verilmediğini ve sağlık durumunun kötüye gittiğini belirterek bunun belki de son konuşması olabileceğini söylemişti.

Hayatı mücadele içinde geçen ve defalarca Mısır zindanlarında hapsedilen, Mısır firavunu Enver Sedat'ın öldürülmesine fetva vermekle yargılanan Şeyh Ömer Abdurrahman'ın son 23 yılı ABD zindanlarında geçti.

10 aylıkken gözlerini kaybetti

Ömrünü İslami çalışmalara adayan Ömer Abdurrahman, 3 Mayıs 1935 yılında Mısır'ın Dekahliye vilayetinin el Menzile merkezine bağlı el Cemaliyye`de dünyaya geldi, ancak dünyadaki sıkıntılarla mücadelesi henüz 10 aylıkken gözlerinin kör olmasıyla başladı. Beş yaşında “Nur Körler Medresesi"nde eğitim hayatına başlayan Abdurrahman, 11 yaşında Kur'an-ı Kerim'i ezberledi. On yıllık eğitimin ardından El-Ezher'in ilkokul ve lise diplomasını alan Abdurrahman, lise eğitiminin ardından Ezher Üniversitesi Usûluddîn Fakültesine yerleşti. Abdurrahman, orada da beş yıl öğrenim gördükten sonra 1965 yılında Şeref takdiri ile mezun oldu. El-Ezher'de öğretim görevlisi olmak isteyen Abdurrahman, o yıl alım olmadığı için Vakıflar Bakanlığı bünyesinde el Feyyum vilayetinin bir bölgesine imam olarak atandı. 20 bin nüfuslu bölgede halkın camiye ve cemaatle namaza dikkat etmediğini gören Abdurrahman, yaptığı irşat çalışmasıyla kısa sürede cami cemaatinin sayısını arttırdı.

İmamlığın yanı sıra eğitimini de sürdüren Abdurrahman, Mısır'da “Diploma” diye bilinen Yüksek Lisans Öğrenimi görerek 1967 yılında hazırladığı "Haram Aylar" teziyle master diplomasını aldı.

Mısır istihbaratının takibatı başlıyor

Yüksek lisansını tamamladıktan sonra vilayet merkezine gezici vaiz olarak atanan Abdurrahman, cami cami dolaşarak insanları irşad çalışmalarına başladı. 1968 yılında fakülteye asistan olarak atanan Abdurrahman, camilerdeki vaaz ve hutbe çalışmalarına da devam etti. Verdiği vaaz ve hutbelerde Mısır rejimini ve uygulamalarını eleştiren Abdurrahman, Cemal Abdunnasır zamanında istihbarat ve emniyetin takibine girmeye başladı. Verdiği hutbelerin ardından sık sık ifade vermeye çağrılan Abdurrahman, bu takibatlarla ilgili olarak daha sonra şunları söyleyecekti: "Hutbelerimde Firavun`dan söz ettiğim zaman, hükümet görevlileri bununla Abdünnasır`ı kastettiğimi sanıyorlardı. Abdünnasır yönetimine karşı eleştirilerim gün geçtikçe arttı. Tenkitlerim arttıkça polise çağırılmam da o derece sıklaştı. Nihayet 1969`un sonunda Ezher`e çağırıldım. Üniversite genel sekreteri ile görüştüğümde; geçici olarak -maaşım devam etmek kaydıyla- açığa alındığım haberini verdi. Böylece askerlerin cephesindeki cezaî uygulamanın sivillerin cephesine geçtiğini anlamaya başladım."

Abdunnasır'ın cenaze namazı kılınmaz fetvası

Bir süre sonra üniversitedeki görevine iade edilen Abdurrahman, kimi zaman açıktan kimi zaman gizliden de olsa camilerde vaaz ve hutbe vermeye devam etti. Abdunnasır ölünce verdiği hutbede Abdunnasır'ın cenaze namazının caiz olmadığını belirterek halkı cenazeye katılmaktan men eden Abdurrahman, tutuklanarak zindana konuldu. Bu ilk zindan deneyimi 8 ay süren Abdurrahman, sonraki yıllarında da açılan soruşturmalar nedeniyle birkaç defa daha tutuklandı.

Zindandan çıktıktan sonra üniversitedeki görevinden alınarak Minye'ye lise öğretmeni olarak gönderilen Abdurrahman'ın okul dışında İslami çalışmalarda bulunmasını engellemek için her yola başvuruldu. Okul yönetimi tarafından kimse ile görüşmemesi için sık sık tehdit edilen Abdurrahman buna rağmen hem İslami çalışmalarını sürdürüyor hem de eğitim hayatını sürdürerek bu dönem içinde yarım kalan doktora eğitimini gizlice tamamladı. Haftada iki gün gizlice Feyyum'daki Usülü'ddin Fakültesine giderek doktora tezini tamamlamaya çalıştı. Fakülte dekanının da yardımıyla tüm engellemelere rağmen “Tevbe Sûresi`nde Kur`an`ın Düşmanlarına tavrı” konulu doktora tezini tamamlayan Abdurrahman, istihbaratın engellemesi nedeniyle asistan olarak atanamadı. Üniversite yönetiminin bu engellemelere itiraz etmesi üzerine 1973 yılında başladığı üniversite derslerini 1977 yılına kadar sürdürdü. Arabistan'ın daveti üzerine Riyad Üniversitesinde Külliyetü`l Benat`a (Kızlar Fakültesi`ne) giden Abdurrahman, 1980 yılında tekrar Mısır'a döndü.

Enver Sedat'ın öldürülmesinden sorumlu tutuldu

Mısır'a dönmesinden kısa süre sonra hakkında tutuklama emri çıkarılan Abdurrahman, 1981 yılında Enver Sedat`ın öldürülmesinden sorumlu Cemaati İslami Emiri olarak Askeri Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılandı. Verdiği fetvada Enver Sedat'ın ismini kullandığı ispat edilemediği için tüm suçlamalardan beraat eden Abdurrahman, 2 Eylül 1984 yılında tahliye oldu.

Cezaevinden çıktıktan sonra bir yıl süreyle ev hapsinde tutulan Abdurrahman, 1985 yılında yeniden tutuklandı. Aynı yıl serbest bırakılan Abdurrahman'a yönelik baskılar artarak devam etti.

Afganistan'a gitti

1980'lerin ortalarında Sovyetlerin işgaline karşı direnişin devam ettiği Afganistan'a giden Abdurrahman, Abdullah Azzam ve Usame Bin Ladin ile birlikte başka ülkelerden gelen gönüllüleri cepheye gönderen Mektebul Hadamatı (Hizmet Bürosu) kurdu. Gönüllüleri cepheye gönderen Abdurrahman, iki oğlunu da savaşmaları için Afganistan'a çağırdı.

1989 yılında gittiği Mısır'da yeniden tutuklanan Abdurrahman, kısa süre sonra bırakıldı. 1990 yılında gittiği Suudi Arabistan'ın kendisini kabul etmemesi üzerine Sudan'a giden oradan da ABD'ye gidip yerleşen Abdurrahman, burada da İslami çalışmalarını sürdürdü. ABD'de başlattığı davet çalışmalarını İslam ülkelerinin yanı sıra Filipinler, İsviçre, Almanya, İngiltere, İsveç, Danimarka ve Kanada gibi ülkelerde verdiği konferanslarla sürdüren Abdurrahman'ın çalışmaları ABD'yi rahatsız etmeye başladı.

Mısır zindanlarından ABD zindanlarına

Ömer Abdurrahman'ı tehdit olarak gören ve takibe almaya başlayan ABD istihbaratı, aradığı fırsatı 1993 yılında New York şehrindeki Ticaret Merkezinin bombalanması ile buldu. Ömer Abdurrahman, sonradan "ABD istihbarat elemanı olduğu ortaya çıkan tanıklarla" bombalamanın emrini verdiği suçlamasıyla 1995 yılında tutuklandı.

Abdurrahman, ABD'nin yıkılması için çalışmak, ABD'de askeri tesislerin bombalanmasının yanı sıra Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in öldürülmesini planlamak suçlamasıyla ömür boyu hapse mahkûm edildi.

Tekerlekli sandalyeyle hücre cezası

Gözlerinin görmemesinin yanı sıra şeker hastası, pankreas kanseri, tansiyon, romatizma ve sürekli baş ağrısı gibi hastalıklarına rağmen cezaevinde de rahat bırakılmayan Abdurrahman, zaman zaman yaptığı açlık grevleriyle bu kötü koşulları protesto etti.

Hareket kabiliyetini yitirmesinden dolayı hapis hayatını verilen hücre cezalarıyla tekerlekli sandalyede geçiren Abdurrahman, yazdığı bir mektupta yaşadıklarını şöyle özetliyordu: "Benim tutuklu bulunduğum hapishanedeki şartlar çok kötü ve ben aşırı derecede zayıf düştüm.

Onların dini özgürlükler ve ibadet özgürlüğü konusunda talep ettikleri tamamı haksızca. Ben Ekim 1995'de yakalandığımdan beri Cuma namazı kılma iznine dahi sahip değilim ve hata cemaat halinde hiç namaz kılmadım.

Ben aylardır, saçlarımı ve tırnaklarımı kesmeye gitmiyorum. Benim şartlarımda birisi hiç kimsenin eşyalarını düzenlemek için yardım etmeksizin, hücre hapsine çarptırılmıştır.

Benim gecesiyle gündüzüyle konuşabilecek kimsem yok, hücrem herkese kapatıldığından beri, ne diğerleriyle sosyalleşmeme izin veriyorlar, ne de bırakın Müslüman olmasını, Arapça konuşabileceğim kimseyle… Ben gece ve gündüz bu şekilde duruyorum. Bu ne yalnızlık, bu ne zulüm? Bu, onların çokça övündüğü ve yayın akışlarını ve haber mecmualarını doldurdukları insan hakları mıdır, bize işkence yaparak bu şekilde bizi susturmak veya sesimiz kesmek midir?"

23 yıldır ağır şartlar altında zindanda tutulan Abdurrahman, Trump'un yönetimi devralmasının ardından ilaçları da kesilerek adeta ölüme terk edildi. Bir süre önce ailesiyle telefonda görüşen Abdurrahman, bunun belki de son konuşması olabileceğini söylemişti. Ve bu konuşmadan kısa sonra Şeyh Ömer Abdurrahman hakka yürüdü.

Mısır'da Müslüman Kardeşler'den sonra adını en çok duyuran ve güney bölgelerinde etkin olan Cemaat'ül İslamiyye'nin manevi lideri olan Ömer Abdurrahman'ın Muhammed, Ahmed, Abdullah, Fatıma, Abdurrahman, Usame ve Hasan isminde yedi çocuğu vardı.

Hayatını muallim, mücahit ve zahit olarak yaşadı

Eşi yazdığı bir mektupta Ömer Abdurrahman'ı, şu sözlerle anlatmıştı:

"Oysa sen de bazı üniversite hocalarının yaptığı gibi devam eden eğitim faaliyetleri ile hayatını yaşayabilir, öğrencilere ders notlarını satarak gelir elde edebilirdin… Ama sen bunu yapmadın… Aileni Allah`a ve korumasına bıraktın… Eğer O olmasaydı, biz gerçekten bir trajedi yaşardık… Sen üniversitede hoca iken, kazanç sağlamak için bugün yapıldığı gibi yapmadın, kendi ders notlarını veya kitabını basmayı reddettin… Bunun yerine öğrencilerine: “Güvenilir ve tanınan herhangi bir tefsir kitabını okuyun, sonuçta hepsi aynıdır” dedin… 

Sevgili eşim! 
Sen hayatını muallim, mücahit ve zahit olarak yaşadın… Biz seni hep cesur, sabırlı, oruçlu, gece namazlarına kalkan ve sevabını yalnız Allah`tan bekleyen biri olarak tanıdık. Sen ömrünün uzun bir bölümünü Feyyum`daki evinde gözaltında ve dışarı çıkma yasağıyla geçirdin… Herkes senin sevincinin, cemaatle namaz kılmak, salih Müslümanlarla buluşmak ve insanlara doğru yolu göstermek olduğunu biliyordu… Ama sen, yaşadıklarına tahammül edip sabrettin ve Allah`ın takdirine razı oldun… Ta ki şafak yeniden atana kadar… O zaman sen davetin ve sevdiklerinle buluşmak için bir kez daha dışarı çıktın…

Sevgili eşim! 
Şüheda Camiinin kuşatıldığı günü hatırlıyorum. O gün sen yere düşmüş ve başına gelenler gelmişti… İnsanların hepsi sana bakıyorlardı, sen ise âmâ bir hocaydın. Kur'an okuyuşun onları ağlatıyordu… İşte o insanlar, yerden sürüklenen hocalarını ve liderlerini görüyor; ama bir şey yapamıyor ve onu savunamıyorlardı… Ona yapılan bu çirkinlikler karşısında sadece ağlıyorlardı… Lisan-ı halleri, onun yere düşen beyaz sarığı için şöyle diyordu: Eğer beyaz olmasaydı, onunla alay etmezlerdi. Fakat dine saygı yok olup gitti. 

Senin başından işte böyle şiddetli sıkıntı ve zorluklar geçmişti… Sanki hiçbir şey olmamış gibi bunlar da diğerleri gibi geçip gitti… Senin lisan-ı halin ise şöyle diyordu: “Artık bana güzel bir sabır gerekiyor. Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah`tır.”  (Fırat Arslan - İLKHA)

Bu haberler de ilginizi çekebilir