Malatya`nın Mevlanası: Niyazi Mısri
DOĞRUHABER
Niyazi Mısri; Asıl adı Mehmet olup 8 Şubat 1618'de Malatya'nın şimdiki adı Soğanlı köyü olan İşpozi kasabasında dünyaya gelmiş Şair ve mutasavvıftır. Evliyanın büyüklerinden ve 17. Yüzyıl tekke edebiyatı şairi, Halveti yolunun Mısriyye kolu kurucusu ve şeyhidir. Babası, yöresinin önde gelenlerinden Nakşbendiyye tarikatı mensubu Soğancızâde Ali Çelebi'dir. Mısri mahlası tahsilini Mısır'da yaptığından dolayıdır.
Muhammed Niyazi, Malatya'da, önce İslami ilimlere ait temel bilgileri, sonra da medrese tahsiline başlayıp, tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerini öğrendi. Medreseden icazet alıp çıkınca, çeşitli camilerde verdiği vaazlarla halkın dikkatini çeker. Bu arada Malatya'daki Halveti şeyhi Hüseyin Efendiye intisap edip feyz aldı. Hüseyin Efendinin kısa bir süre sonra vefat etmesi üzerine anne ve babasından izin alıp uzun bir seyahate çıktı. Diyarbakır-Mardin yoluyla Bağdat'a gelip bir müddet burada ilim tahsil etti.
Burada tahsilini tamamladıktan sonra Mısır-Kahire'ye gelen Muhammed Niyazi, Şeyhuniyye denilen yerde Kadiriyye tarikatı büyüklerinden bir zatın dergâhına yerleşir ve talebesi olur. Mısır'da uzun yıllar kalarak ilmini ilerlettir ve El-Ezher'de ders verir.
1646 yılında İstanbul'a gelen Muhammed Niyazi, Sultanahmet civarındaki Sokullu Mehmed Paşa Dergâhına yerleşir ve uzun süre riyazette kalır. Sonra devrin tanınmış âlim ve mutasavvıflarıyla görüşür. Mısır'da uzun yıllar kaldıktan sonra İstanbul'a geldiği için, buna nispetle Niyazi Mısri diye tanınır.
Bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra da Bursa'ya geçen Niyazi Mısri, Ulu Cami yakınlarındaki bir medreseye yerleşerek inzivaya çekilir. Halkın isteği üzerine, Şeker Hoca Camiinde Cuma geceleri vaz verir. Buradan Uşak'a geçerek, Elmalılı Şeyh Yusuf Sinan'ın halifesi Şeyh Mehmed'in dergâhına yerleşir. Daha sonra Ümmi Sinan'la tanışarak bütün varlığıyla ona bağlanır. Hocasıyla beraber Elmalı'ya gidip vaazlar verir, dergâhın hizmetlerinde bulunur. Bir müddet sonra tekrar Uşak'a oradan da Çal ve Kütahya`ya geçen Niyazi Mısri, hocasının vefat haberi üzerine Uşak'a tekrar döner. Fakat üzüntüsünden burada kalamayıp Bursa'ya gider.
Bursa'ya yerleşerek burada evlenen Niyazi Mısri, Ulu Camide devamlı vaazlar verir. 1665'te sadrazam Fazıl Ahmed Paşanın daveti üzerine Edirne'ye gider ve dönüşte İstanbul'a uğradığında, bazı cahillerin tasavvuf aleyhine estirdikleri hava sebebiyle, Sultan Dördüncü Mehmed, âlimler ve tasavvuf büyükleriyle devlet erkânının da toplandığı bir gün Ayasofya Camiinde vaz verir. Bu vaazında; tasavvuf yolunun hak olduğunu, tasavvuf ehlinin yaptıkları zikrin İslam`a aykırı olmadığını en açık şekilde izah eder. Tekrar Bursa'ya döndüğünde şeyhi Uşaklı Mehmed Efendinin vefatı üzerine Halvetiyye yolunun Mısriyye kolunu kurarak irşada başlar.
Sultan Dördüncü Mehmed, Kamaniçe Seferine çıkmadan önce, Niyazi Mısri'yi ordunun manevi gücünü yükseltmek gayesiyle Edirne'ye davet eder. Üç yüz talebesiyle beraber Edirne'ye gidip sefere katılır. Seferden dönüşte Edirne'de verdiği vaazlar sebebiyle 1673'te Rodos Adasına gönderilir.
Dokuz ay sonra, 1674'te Rus Savaşı çıkınca, halkı sefere teşvik için, talebeleriyle, Edirne'ye gelir. Savaş sonrasında verdiği bir vaazında, savaşların millet ve devlet üzerindeki acı tesirlerini anlatması yanlış anlaşılarak, rikab-ı hümayun kaymakamı tarafından önce Gelibolu'ya, oradan da Limni Adasına sürgüne gönderilir.
Limni'de 1677'den başlayarak on beş yıl boyunca çileli bir hayat yaşar. Vefatından bir yıl önce 1692 yılında affedilerek Bursa'ya, oradan da Edirne'ye gelir. Selimiye Camiinde vaz ederken devlet işleriyle ilgili söylediği bazı sözler yüzünden tekrar Limni'ye gönderilir ve adaya gelişinden bir kaç ay sonra 1693 (H. 1105) senesinde Limni Adasında vefat eder ve oraya defnedilir.
Niyazi-i Mısri' den Seçmeler:
“ İlim ikiye ayrılır: Zahir ilim, batın ilim. Birincisi cehaleti giderir; ama kibir, kendini beğenme, kin ve hasedin yeşermesine sebep olur; ikincisi nefsin sıfatlarını giderir, af, eziyete tahammül, kötülük edene iyilik, herkesin iyiliğini istemek gibi sıfatların neşv ü nema bulmasına imkân verir. Birinci ilim, evin duvarına işlenen nakış gibidir. İkincisi bu duvarın karşısındaki duvara çekilen cila gibidir. Bu nakış orada daha canlı görünür.”