NEDEN bir nesil KAZANAMIYORUZ?
19. yy İslam dünyasının “Batılılaşma” serüveninin başladığı yüzyıldır. Osmanlı-Mısır ve İran`da baş gösteren “Avrupai tarz” yenilik hareketleri askeriye ve hukuk alanlarında başlayarak hayatın diğer alanlarında da kendini hissettirdikçe yeni nesiller bir bütün olarak değişim ve dönüşüm geçirmeye başladı. Elbette ki bu değişim başkentlerden ve elit okullardan başlamıştı ama yöneticiler buralardan çıktığı için birkaç nesil sonra toplumsal yapı ve doku dönüşmeye başladı.
II. Mahmut`un kılık kıyafette ve devlet teşkilatlanmasında başlattığı yenilik hareketini halefleri tanzimat fermanı, ıslahat fermanı, I. ve II. Meşrutiyet gibi devrim niteliğindeki kararlarla sürdürmüşlerdi. Cumhuriyet`e geçildiğinde İstanbul, İzmir gibi şehirler nesil olarak Anadolu`dan neredeyse kopmuştu. Cumhuriyet`le başlayan yeni Batılılaşma hamlesinden sonra ise; yeni eğitim reformu ve harf inkılabıyla Müslüman halk değerlerinden koparılmış ve kısa sürede dini değerleri yontulmuş, özüne yabancı genç bir nesil yetiştirilmişti. “On yılda on milyon genç yarattık her yaştan” diye iftiharlarını dile getirenler haksız sayılmazdı. İslami idarenin büyük oranda hâkim olduğu Osmanlı gerileme döneminde “Altın bir nesil” oluşturmak için hiçbir çaba sarf edilmemesinin neticesi devamlı daha kötüye giden “Kayıp nesiller silsilesi” olmuştur.
Oysa Cumhuriyet döneminde yöneticiler özellikle eğitim-öğretime odaklanarak kendi ideolojilerini yaşatacak yeni bir nesil inşa etmeye koyulmuşlardı. Bu hedeflerini büyük oranda gerçekleştiren Kemalist rejim bununla yetinmeyerek devamlı yeni hamlelerle gelecek nesilleri de kazanmayı garantiye almaya çalıştı.
Gelinen aşamada; ülke genelinde Kemalist eğitim sisteminin ve Doğu özelinde Pkk`nin çabalarıyla seküler yaşam tarzına adapte olmuş oldukça büyük genç bir nüfus oluşmuş durumdadır.
14 yıldır iktidar olan muhafazakâr AK Parti`nin eğitim konusunda iyi bir sınav vermediğini hem lafzen hem de icraatlarıyla itiraf etmiştir. Hatta gidişattan endişe duyan iç ve dış bazı mihraklar sürekli kamuoyu araştırmaları yapmaktadırlar. Araştırmalar halkın dindarlaşmadığını, tam aksine başta gençlik olmak üzere halkın daha çok batı tarzı yaşamla dinden ve dini değerlerden uzaklaştığını göstermektedir.
Müslüman yöneticiler iktidarda olmalarına rağmen yeni nesli kazanmak adına köklü reformlar yap(a)mazken İslami camiaların da başarılı bir sınav veremedikleri ortadadır. İslami bir yapı gibi görünse de aslında ümmet düşmanı dış güçlerin kontrolünde olan FETÖ gibi oluşumlar dışındaki diğer neredeyse tüm İslami camialar rıza-ı lillah çalışmaktadırlar. 30-40-50 yılı bulan geçmişlerine rağmen birçoğu geniş halk kesimlerine inememiş hatta birçoğu kendi dar kabuğuna sıkışıp kalmıştır.
Toplumun sadece bir kısmıyla (ki bu genelde seçkin, okumuş veya zengin kesimle) ilgilenenler on yıllarca sürdürdükleri çalışmalarının sonunda bir avuç insanla varlıklarını idame ederken, geniş halk kitlelerine bigâne kaldılar, kalıyorlar.
İslami camiaların bir kesimi de hiçbir sorun yokmuş/kalmamış gibi İslam inancı çerçevesinde sonu gelmez kısır tartışmalarla enerjilerini tüketmekte ve ne yazık ki İslam`a susamış insanlara kötü örnek olmaktadırlar. Bunlardan kimi devamlı mezhepsel konuları gündeminde tutmakta, kimisi tarihi İslami şahsiyetlerle uğraşıp durmakta, kendi fikriyatına ters düşenleri gıyabında mahkûm etmeye, tahkir etmeye çalışmakta… Kimisi İslam`ın iki ana kaynağı olan Kur`an ve sünneti etkisizleştirmeye çalışmakta… Kimisi de İslam düşmanları yerine Müslümanları fikir ve düşünce oklarına hedef kılmakta…
İçinde bulunulan vahim ahvale ve zamanın ruhuna uymayan bu beyhude çalışmaların topluma yansımalarının negatif olduğu ortadadır. Oysa “Kayıp nesillerimiz için neler yapabiliriz?” sorusu hala cevaplanmamıştır. Belki de daha önemlisi: “Müslümanlar neden bir tek nesil kazanamıyorlar?” sorusuna birçoğunun kulak kabartmaması, dert etmemesidir.
Son yüz elli yıldır şuurlu Müslümanların hiçbir nesli kazanamadığı aşikârdır. Ancak Müslümanlar hiçbir dönem bu güzel hedeflerine ulaşmaya bu kadar yakın olmamışlardır. Hal böyle iken hala kısır döngülerle zaman ve enerji israfı yapmak büyük hedefleri olan Müslümanlara yakışmamaktadır.
15 Temmuz`da sergilenen kutlu direniş ve birliktelik ruhunun diğer alanlara da yansıtılması gerekir.
Müslümanların birlikteliği İslami değerler ve söylemler üzerine olmalıdır. Bayrak-vatan… gibi ortak değerleri aziz kılan şeyin de İslam olduğu daima vurgulanmalıdır. Öyle ki sığ milliyetçi duygular bu güzel terimleri gölgelemesin.
Ayrıca; bıçak kemiğe dayandığında başta Müslüman gençler olmak üzere inançlı halkın meydanlara akması gelinen noktanın umut verici olduğunu gösterdiği kadar daha işin başında olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Bu yıl sadece ilk ve orta öğretimden diploma alanların sayısı 18,5 milyon idi. İmam Hatip`lerde okuyan öğrenci sayısı ise 1 milyon 250 bin. Türkiye`deki bütün İslami grupların ulaşabildiği insan sayısı ancak 100-200 bini bulurken, devlet eliyle sunulan meşru imkânların ne denli önemli olduğu çok iyi tahlil edilmeli ve bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı`nın-Diyanet`in koordineli çalışmaları noktasında idarecilere ışık tutacak projeler sunulmalıdır. Bütün eleştirileri “Karma Eğitime son” şeklindeki söyleme sığdırıp bu söylemde hapsedip sonlandırmak doğru değildir. Mesela; bu söylem baki kalmak şartıyla “Tarih bilgisinin yeniden ele alınması konusu -Dini bilgilerin sahih ve eleştirel bir perspektifle yeniden yazılması konusu- medeniyet tasavvurumuz…” gibi konularda masaya yatırılabilir.
Doğudan Batıya canı pahasına azgın darbecilere dur! diyebilen bir halkın, olaylar durulduğunda sekülerize olmuş light/ılımlı yaşam tarzına dönme ihtimali, yüzyıllardır olduğu gibi yine İslam karşıtlarının galip gelmelerine yol açacaktır.
Hülasa; bir kez olsun bir tek nesil kazanabilirsek biiznillah bunun devamı da gelecektir. Hem ülkemiz hem de ümmet adına umutlu olmamız için çok sebebimiz ve hatta mecburiyetimiz var.
Faruk Kuzu
Kandıra F Tipi Cezaevi