Tarihte Bugün (31.03.2016)
TARİHTE BUGÜN / DOĞRUHABER / İSTANBUL / 31 MART
627: Hendek Savaşı yapıldı. Ahzap Savaşı da denen bu savaş, Mekkeli müşriklerin saldırdığı son savaş olmuştu. Uhud'da emellerine ulaşamayan müşrikler diğer müşrik kabilelerin yardımını alarak Medine önlerine geldilerse de amaçlarına ulaşamadılar. Böylelikle tüm askeri stratejileri çöken müşrikler karşısında üstünlük artık tamamıyla müslümanların eline geçmişti. Diğer bir deyişle, Ahzap Savaşı müşriklerin zirve yaptığı bir savaştı. Burada da emellerine ulaşamayınca eksiye geçmeye başladılar ve Mekke Fethine giden yol ardına kadar açılmış oldu.
1889: Paris'te, 1789 Fransız Devrimi'nin 100'üncü yıldönümü için, Gustav Eiffel (Gustav Eyfel) tarafından yapılan Eiffel Kulesi açıldı.
1917: ABD, Virgin Adaları'nın bir bölümünü Danimarka'dan 25 milyon ABD doları karşılığında satın aldı. Virgin Adaları, Karayip Denizinde bulunan adalar topluluğudur. Virgin Adalarına ilk olarak 1493'de emperyalist kaşif Kolomb ayak basıp bugünkü adını verdi. Bir dönem korsanların barınağı olan adalar, kendi yerli halkı olmasına rağmen emperyalist güçler arasında sürekli el değiştirip durdu. Amerika tarafından satın alındıktan sonra ABD Deniz Kuvvetleri'nin yönettiği adalar 1931'de İçişleri Bakanlığı'na devredildi ve başkanca atanan sivil bir vali görevlendirildi. 1927'de ada halkına ABD vatandaşlığı tanındı.1945'te turizmin gelişmesiyle adaların önemi arttı. 1970'te halk tarafından seçilen ilk vali göreve başladı.
1923: Lozan Antlaşması: Londra'da toplanan İtilaf Devletleri temsilcileri, Türkiye'nin 8 Mart'taki notasına cevap vererek, Lozan'da kesintiye uğrayan görüşmeleri sürdürmeye çağırdılar. Türkiye, çağrıyı 7 Nisan'da kabul etti.
1925: Şeyh Said Kıyamının olduğu bölgede, Divan-ı Harbin verdiği idam cezalarının, onay gerektirmeden derhal yerine getirilmesi hakkındaki kanun kabul edildi.
1979: Malta'daki son İngiliz birlikleri de adadan çekildi. Malta, Güney Avrupa'da, Orta Akdeniz'de yeralan, Sicilya'nın güneyindeki adalar devleti. Malta takımadaları 3 büyük, 2 küçük adadan oluşur. İngilizlerin yardımıyla Fransızları kovan Maltalılar, 21 Eylül 1964 yılında bağımsızlıklarını ilan etmiş ancak İngiliz kuvvetleri 31 Mart 1979 tarihine kadar varlıklarını korumuşlardır..
2001: Katil İsrail askerleri, fotoğrafını gördüğünüz bu bebeği 11 yaşındaki bir çocuk ve 6 Filistinliden sonra keskin nişancılarla katletti.
Yahudi medyasında bu fotoğrafa ambargo uygulanarak yayımlanmasına izin verilmedi. (Montajın dikkatine burada bebeğin resmi verilecek.)
2001: Zaman zaman Türkiye'de öyle akl-ı evveller çıkıyor ki, paçalarından dökülen aklı millete dağıtmaya çalışıyor. Tabi ki bunda İslamı çağa uydurma adı altında Hıristiyanvari reformlarla bir bidatler topluluğu ve rejim dini oluşturma gayretleri de yok değil.. 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığının anne babalara müzikli dini eğitim vermek için bir proje hazırlamaya başladığını öğrenince sizde hak vereceksiniz.. Ezanın bir makam içinde okunuşu üzerinden içtihatta bulunan rejim müftüleri ‘‘Ezan okunurken de şiir ve müzikten yararlanılıyor`` diye içtihatta bulunarak anne ve babalara müzik eşliğinde din eğitimi başlatmaya karar verip pilot uygulama için de İmam Hatipleri seçti. Öğrencilerin okuldaki eğitim ile evde anne ve babaların arasında çelişki yaşadığını tespit eden dönemin Milli Eğitim Bakanlığı, ebeveynleri eğitmeye karar veriyor. Ecevit başkanlığındaki dönemin koalisyon hükümeti farketmiş ki, okulda öğrencileri dinden uzaklaştırmaya çalıştıkça evde anne-babalr çocuklarını imanlı yetiştiriyor. "Ne yapalım demişler?" ve çareyi de anne-babaları eğitmede bulmuşlar. Bunun açılımı şöyledir; "Ey anne-babalar! Biz çocuklarınızı ifsat ettikçe siz evde düzeltiyorsunuz. Gelin size müzikli din eğitimi verelim"
Dönemin yetkilileri müzikli Kimya, müzikli Matematik, müzikli dil, müzikli, edebiyat dersleri verdiler de sıra müzikli din derslerine geldi.
Şimdi bu ucube projenin neresine hüsnü zan edeceksiniz? Kalkıp da; "Bunda tek amaç, İslamı deforme edip bidatlerle doldurmak, tahrif etmektir" desek, bu; Sui zan mı olacak? Öyleyse bu ucube projeye imza atanlara şunu sorma hakkımız da olmasın mı? "O inkârcı kâfirlere de ki, siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme doldurulacaksınız. Orası ne fena bir döşektir." Al-i İmran 12. ayetini ya da "Onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman: "Ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık da müminlerden olsaydık" dediklerini bir görsen!" Enam 27. ayetini müzikle öğretirken hangi makamda çalacaksınız? Bu dünyada belki çifte telli çalar müzikli din dersi verirsiniz ama diğer tarafta zebanilerden şan dersi alırsınız...
2001: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümünce yapılan bir araştırmaya göre; Türkiye'de son 25 yılda 30 bin 253 kişi intihar etti. 1974-1999 yılları arasında intihar edenlerin 18 bin 556'sı erkek, 11 bin 697'si kadın. İntiharlarda 1992 yılından sonra büyük artış var. İntiharların ABD ile Avrupa'da ilk 10 ölüm nedeni arasında yer aldığı bildirilen raporda; Önceki yıllarda göre, son 25 yılda intihar vakalarında yüzde 100 artış meydana geldiği, en belirgin artışın 1992-1999 yıllarında olduğuna işaret edildi. Araştırmayı yapan bölüm, Türkiye'de de Avrupa'da olduğu gibi "İntiharı Önleme Merkezleri" gibi bir yapılanmayı tavsiye etti. Modern insanın Allah'a uzak bir yaşantıyı tercih etmesi fıtratında büyük bir boşluklar doldururuyor. fıtartındaki bu boşluk kalbini, ruhunu, bedenini, tüm varlığını sarıyor. Geçim, borç, duygusal ilişkiler, hastalık gibi hayatın zorlukları karşısında böylece aciz ve zayıf bir hale gelen insan da intiharı seçiyor. "İntiharı Önleme Merkezleri" yerine her insanın eline bir Kur'an verin, cevşeni sevdirin, İslamla gönül bağını kurmasını sağlayın. Sonra da araştırın bakın, tek bir intihar vakası dahi olacak mı, olmayacak mı?
2002: Arafat'ı karargahında kuşatan İsrail ordusu, 15 ile 50 yaş arasındaki Filistinli erkekleri toplamaya başladı. Medya merkezini basan İsrail askerleri, 5 Filistinli polisi kurşuna dizdi. Gazetecilerin Ramallah'a girişi yasaklandı. Öte yandan İsrail işgalindeki Hayfa kentinde bir restorantta düzenlenen istişhadi eylemde 15 kişi kişi öldü, 30 kişi yaralandı.
MERCEK
627: Hendek Savaşı yapıldı. Ahzap Savaşı da denen bu savaş, Mekkeli müşriklerin saldırdığı son savaş olmuştu. Uhud'da emellerine ulaşamayan müşrikler diğer müşrik kabilelerin yardımını alarak Medine önlerine geldilerse de amaçlarına ulaşamadılar. Böylelikle tüm askeri stratejileri çöken müşrikler karşısında üstünlük artık tamamıyla müslümanların eline geçmişti. Diğer bir deyişle, Ahzap Savaşı müşriklerin zirve yaptığı bir savaştı. Burada da emellerine ulaşamayınca eksiye geçmeye başladılar ve Mekke Fethine giden yol ardına kadar açılmış oldu.
Medine'den kovulan ve bir kısmı Şam'a, bir kısmı Hayber'e yerleşen Beni Nadir Yahudileri hem kaybettikleri toprakları müslümanlardan almak hem de kinlerini kusmak için tüm ümitlerini Mekkeli müşriklerin Resulullah üzerine düzenleyecekleri son ve büyük bir saldırıya bağlamışlardı.
Bu meyanda Miladi 627'nin başlarında kimi Yahudi Liderleri Mekke'ye giderek kara bürokrasiye başladılar. Rivayete göre sayıları 19 olan bu Yahudi ekabir takımı Mekke'de görüşmeler yaparak "Muhammed'in işini bitirinceye kadar, biz de sizin yanınızda bulunacak, sizinle el ve iş birliği yapacağız!" dediler.
Ebu Süfyan, onlara:
"Siz bu işte azimli ve kararlı mısınız?" diye sorunca;
Heyet:
"Evet! Muhammed'e düşmanlık ve onunla çarpışmak hususunda sizinle antlaşma yapalım diye geldik!" dediler.
Ebu Süfyan:
"Öyle ise, hoş geldiniz, safa geldiniz! Muhammed'e düşmanlıkta yardımcı olanlar, bizim katımızda insanların en sevgilisi ve makbulüdür!" dedi.
Bunun üzerine Safvan, Ebu Süfyan ve diğer Kureyş liderleri Yahudileri Kabe'nin içine soktular ve orada amaçlarına ulaşıncaya ka¬dar birbirlerini terk etmeyeceklerine dair Allah adına and içtiler. Kureyşliler bu fırsattan yararlanarak, Yahudilere yeni dinin kurucusu ile aralarında çatışma konusu olan inançlarıyla ilgili sorular sordular. Ebu Süfyan: «Ey Yahudiler!» dedi, «Siz ilk kutsal kitabın geldiği topluluksunuz ve sizin bilginiz var. Bizim Muhammed'e karşı konumu¬muzun ne olduğunu bize söyleyin Bizim dinimiz mi daha iyi, yoksa onunki mi? diye sorunca Yahudi liderler, «Si¬zin dininiz O'nunkinden daha iyidir ve siz gerçeğe daha yakınsınız»
Bu noktada anlaşan taraflar plan hazırlamaya koyul¬dular. Yahudiler, Medine İslam Devletinden hoşlanmayan tüm Necd ka¬bilelerini ayaklandırma görevini üzerlerine almışlardı. Onları ayaklanmaya razı edemezlerse, rüşvetle bu işi halle¬deceklerdi. Beni Esed onlara yardım etmeye hazırdı. Beni Gatafan'a gelince, onlara katılmalarına karşılık kabileye Hayber'in hurma hasadının yarısı verilecekti. Beni Gatafan'dan Fezare, Mûrre ve Aşça kollarının anlaşmaya da¬hil olmasıyla ordu, yaklaşık iki bin askere ulaştı. Yahudi¬ler Beni Süleym'den de yediyüz kişinin kendilerine katıl¬masını başardı. Süleym'in gü¬ney komşusu Beni Amir ise, Peygamber (s.a.v.)'le yaptığı anlaşmaya sadık kaldı.
Kureyş müşrikleri de bütün Arap kabilelerine başvurarak, onları bu hususta kendilerine yardımcı olmaya çağırdılar. Ehâbiş ile bunlara bağlı bulunan kabileler, Kureyş müşriklerinin davetine hemen icabet ettiler. Kureyş müşrikleri, Arap kabilelerinden bazılarını da, ücretle kiraladılar.
Ehabiş ile onlara bağlı kabileler bir araya toplanmış, 4000 kişilik bir ordu meydana gelmişti. Kureyş ordusu için şirkin meclisi Dârü'n-Nedve'de sancak bağlandı. Sancaktar, Osman b. Talha b. Ebi Talha olup orduda 300 at, 1500 deve bulunuyordu. Ordu, Ebu Süfyan b. Harb'in kumandası altında yola çıktı.
Sadece Mekke şirk ordusunun sayısı dört bindi.
Kureyş ordusunun Merru'z-zahran'da bulunduğu sırada, Süleymoğulları, Esedoğulları, Fezâre oğulları, Eşca kabilesi, Mürre oğulları, Kinanelerden, Sakîflerden ve daha başka kabilelerden birçok savaş birlikleri de, başlarında kumandanları, liderleri olduğu halde, Ebu Süfyan'ın ordusuna gelip katıldılar. Çeşitli kabilelerden toplanan ve sayıları 10.000'i aşan bu orduların başlıca üç ordugâhı vardı. Üçü de, Ebu Süfyan'ın emrine bağlı bulunuyordu. Bu şekilde çok farklı kuşak ve kabilelerden oluşan şirk ve küfür ordusu hazırlıklarını tamamlamıştı. Bundandır ki, bu savaşa Ahzap yani Hizipler Savaşı da denecekti.
Bu arada Huzaa kabilesinden bir grup Peygamber (s.a.v.) 'e saldırıyı haber vermek ve ordunun gücü konusunda bilgi vermek üzere Medine'¬ye doğru yola çıktılar. Bu grup Medine'ye ancak dört gün¬de varabildi. Yani Peygamber'e hazırlanmak için sadece bir hafta kalmıştı.
Peygamber (s.a.v.) bu haberi alınca he¬men tüm Medine'ye alarm verdi ve ashabına, eğer sabreder, emirlere uyar ve Allah'tan korkarlarsa zaferin kendilerinin olacağı konusunda müjdeleyici sözler söyledi. Daha sonra, Uhud'ta yaptığı gibi onları istişare meclisine çağırdı. Medine'de kalıp bir savunma savaşı vermekte mutabık kalındıktan sonra en İyi savunmanın nasıl olacağı konusunda çeşitli fikirler öne sürüldü. En sonunda Selman (r.a.) ayağa kalktı ve «Ey Allah'ın Resulü! Biz İran'dayken at¬lıların saldırısından korktuğumuzda etrafımıza hendek ka¬zardık. Şimdi de etrafımıza hendek kazalım» dedi. Herkes Uhud'taki stratejiyi tekrarlamak istemediği için Selman'ın önerisini kabul etti.
Zaman kısaydı ve savunmada bir boşluk bırakmamak için çabanın doruk noktasına kadar harcanması gereki¬yordu. Fakat hendeğin sürekli olması gerekmiyordu. Şeh¬rin sınırında, birçok yerde savunmayı sağlayacak kaleye benzer evler vardı. Kuzey-batıda ise kale vazifesi gören fa¬kat aralarının birleştirilmesi gereken, büyük kaya yığın¬ları vardı. Bunlardan en yakını Sel dağı olarak bilinen yı¬ğındı ve hendeğin içinde kalması gerekiyordu. Çünkü bu dağın Önündeki düzlük kamp yapmaya uygun bir yerdi. Hendek bu kamp yerini, bir kaya yığınından başlayıp şeh¬rin güney duvarındaki bir noktaya kadar uzayarak kuzey¬den çevreleyecekti. Bu kazılacak olan en uzun hendekti ve hendeğin en önemli bölümü de buydu. Stratejiyi ortaya koymanın yanı sıra Selman, hendeğin hangi genişlik ve derinlikte olması gerektiğini de biliyor¬du. Peygamber (s.a.v.) topluluğun her grubunu belirli bir hendekten sorumlu olmak üzere görevlendirdi. Kendisi de onlarla birlikte çalıştı. Her şafak vakti namazdan sonra yola çıkıyorlar ve alacakaranlıkta evlerine dönüyorlardı. Çok sıkı ve insan takati üzerinde gayret ve fedakarlık isteyen bu yoğun çalışma temposu, imanı halis olanlar ile kalplerinde hastalık olanları bir kez daha ayrıştıracaktı. Allah Resulü hendek kazmada bizzat çalışıyordu. Allah Resulünün elinde balyoz ve kürek çalıştığı bu hendeklerde siyer kitaplarına giren bazı mucizelerde gerçekleşti. İnsanın kendi üstüne düşeni yaptığı zamanda ilahi yardımın geleceği ve ihlaslı kulların hiç de tahmin etmedikleri zamanda Allah'ın teselli dolu rahmetine kavuşacakları o hendeklerde defalarca ispatlandı.
Hendek kazılan bir gün Muhacirlerin yardıma ihtiyacı oldu. Rastladığı kayayı yerinden çıkarmak için bir hayli uğraşan, fakat kı¬mıldatmayı başaramayan Hz. Ömer, Peygamber (s.a.v.)'e gitti. Peygamber (s.a.v.) kazmayı onun elinden aldı ve ka¬yaya bir darbe indirdi. Bu darbe ile birlikte kayanın üs¬tünden şimşek gibi bir ışık çıktı, tüm şehri geçip güneye doğru kayboldu. Peygamber (s.a.v.), ikinci kez vurduğun¬da kuzeye, Uhud'a doğru bir ışık çıktı. Kayayı parçalayan üçüncü vuruşla da doğuya bir ışık fışkırdı. Selman (r.) bu üç ışığı da görmüş ve bir şeye delalet ettiğini düşüne¬rek Peygamber (s.a.v.)'e sormuştu. Peygamber (s.a.v.) ona şu cevabı vermişti: Onları gördün mü Selman? İlk ışık¬la Yemen kalelerini gördüm ikinci ışıkla Suriye kalelerini gördüm, üçüncü ışıkla da Kisra'nın Medain'deki beyaz sa¬rayını gördüm. İlk ışıkla Allah bana Yemen yollarını açtı, ikincisiyle Batı'da Suriye'ye üçüncüsüyle de doğuya yol açtı.
Kureyş ordusunun Akik ovasına yaklaştığı haberi ulaş¬tığında hendek bitmek üzereydi; hendeğin yapımı toplam altı gün sürmüştü. Kureyş ordusu şehrin güney batısından yaklaşıyor, Gatafan ve diğer Necd kabileleri doğudan Uhud'a doğru ilerliyorlardı. Vahanın dış bölümlerindeki bütün evler boşaltılmış ve bu evlerin sakinleri barınaklara yerleştirilmişti. Peygamber (s.a.v.) kadınların ve çocukla¬rın, kalelerin yüksek odalarından birine yerleştirilmesini emretti. Daha sonra kendisi de adamlarıyla birlikte -yak¬laşık üç bin kişi- seçtikleri yerde kamp kurdu. Kırmızı de¬riden yapılmış olan çadırı Sel' dağının eteklerine kurulmuştu.
Müşrikler, karşılarında Hendeği görünce şaşkına döndüler. Hendek, atların sıçrayıp aşamayacağı şekilde kazılmıştı. Hem Arap atları hendeğe alışkın olmadıklarından değil sıçramak, hendeğin başına gelince ürküyorlardı. Hendekte sadece dar olan bir kısım vardı ve orası da mücahidlerce çok iyi korunuyordu.
Tek yol, Beni Kurayza Yahudilerini ayartıp Hz. Peygamber'e ihanete zorlamak ve müslümanları arkadan vurabilmek için onları kalelerini açmaya ikna etmekti. Kimi Yahudi liderleri Beni Kurayza'ya gidip yardım istediler. Ancak onlar Hz. Resulullah'ın intikamından korktuklarından ilk başta buna yanaşmadılar. yahudiler, onları Muhammed'in işinin bitirileceğine ikna edince, Beni Kurayza Yahudiler ihanet ettiler ve bu ihanet çabucak duyuldu. Ama Allaz Azze ve Celle'nin yardımı yetişti. Nuaym Resulullah'a gizlice gelip iman etti. Resulullah'tan yalan söylemeye fetva alıp önce Yahudilere Beni Kurayza'ya gitti. Onlar Nuaym'ı iyi tanır, sözüne güvenirlerdi. Nuaym Beni Kurayza Yahudilerine "Müşrikler, Muhammed karşısında bir şey elde edemezse sizi öylece bırakıp giderler. Muhammed yaptığınız bu ihaneti size ödetirken size yardım da etmezler. Siz Mekkelilerden Kureyşlilerin en önemli adamlarını sizi bırakıp kaçmayacaklarına dair bir garanti olarak rehine isteyin" dedi. Bu, Beni Kurayza Yahudilerinin kafasına yattı. Nuaym oradan çıkıp müşriklerin yanına gitti. Müşriklere de şöyle dedi; " Beni Kurayza ile Muhammed bir anlaşma yaptı. Beni Kurayza sizden rehin olarak eşrafınızdan bazı adamlar isteyecek. Siz bu adamlarınızı Beni Kurayza'ya verirseniz onlar da öldürmesi için Muhammed'e teslim edecek."
Nuaym'ın bu taktiği tuttu ve Beni Kurayza ile müşriklerin anlaşmaları bozuldu.
Hendeği aşamayan müşrikler, günler uzadıkça sıkılmaya ve araları açılmaya başladı. Birlikleri günden güne dağılan müşriklerin üzerine Allah Azze ve Celle bir de fırtına çıkarınca savaş için gelen kabileler birer ikişer dağılmaya başladı. Böylece Mekkeliler güçlerinin zirvesine çıkarak oluşturdukları orduyla da elleri boş döndü. Bu savaş, Medine İslam Devleti için bir dönüm noktası oldu. Artık atak sırası müslümanlara gelmiş, sadece Mekke değil tüm şirk kabilelerinin zihinlerinde "Muhammed yenilmez!" algısı iyice oturmuştu. Diğer bir deyimle, Hendeğin başından ayrılan hizipler tüm ümitlerini, heveslerini, dirlik ve birliklerini de hendeğe gömerek geri dönmüşlerdi. Artık her bir şirk kabilesi Resulullah'ın ve müslümanların zaferlerinin gölgesinde sinmişti.