Tarihte bugün (03.02.2016)
TARİHTE BUGÜN / 3 ŞUBAT
1451: Osmanlı padişahı II. Mehmed diğer adıyla Fatih Sultan Mehmet tahta geçti.
1809: Evrim kuramını geliştirerek insanın maymundan geldiği gibi asılsız bir iddiayı ortaya atan İngiliz biyolog Charles Darwin doğdu.
1920: İranlı bilgin, siyasetçi ve mücadele önderlerinden Murteza Mutahhari doğdu. Mutahhari, 1979'da şehid edildi
1928: Türkçe Kur'an ve Türkçe ezandan sonra Türkçe Hutbe ilk olarak İstanbul'da Süleymaniye Camii`nde okundu.
1930: Türk-Fransız Dostluk Antlaşması imzalandı.
Mehmet Akif:
"Tarih tekrardan ibarettir diyorlar
Hiç ibret alınsaydı
Tekrar eder miydi tarih?"
derken ne kadar haklıymış... Çok değil, daha 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında Fransızlar bu toprakların her karışını igal etmiş, Ermenilerle el ele vererek katliamlar yapmıştı. Ancak yeni rejim bunları tümden unutmuş, mezkur savaşlarda dostu olan halkları düşman, düşmanı olan Avrupalıları da dost ve yaren bellemişti. Hem 2012'lerde Farnsa'nın Ermeni Yasa tasarısını kabul etmesi de dostluğunun (!) tevafuk eden bir göstergesi olmamış mıdır?
1931: Menemen Olayı olarak anlatılan komplodan dolayı hüküm giyenlerden 27 kişi 3 Şubat 1931'de idam edildi.
1932: 1932'de 3 Şubata tekabul eden Kadir Gecesi` Ayasofya`da, Kuran`ın Türkçe okunduğu bir törenle kutlandı. Rejimin dini daha anlaşılabilir kılmak iddiasıyla yozlaştırma Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi tahrif çalışmaları olanca hızıyla sürüyor. Bunu binlerce İslam alimin ve müslümanı yok etme pahasına uygulamak isteyen sistem neyse ki, hedefine varamadı. Çünkü, tuzak kuranlara karşı Allah da tuzak kuruyordu.
1969: Yaser Arafat, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderliğine getirildi. Filistin Milli Kongresi başkanlığına atanan Yaser Arafat, İsrail'le olan tüm barış girişimlerini reddettiğini açıkladı. Filistin davasını İslami bir zeminde vermekten ısrarla kaçan Arafat, sosyalist bir zeminde kalmakta ısrar etti. FKÖ içine yerleşmiş bir kadronun gittikçe zenginleşen ve dünyevileşen bir seyir izlemesi sonucu FKÖ zamanla İsrail egemenliğine boyun eğerek, Filistin Davasına ihanet eder bir hale geldi. Arafat; "İsraille barış mı? Asla!" dediği günlerden Amerika gölgesinde İsrail liderlerini şapur şupur öptüğü günlere evrim geçirirken adım adım Filistin davasını da sattığını umursadı bile.
1978: Başbakan Bülent Ecevit Kontrgerilla diye resmi bir kuvvet olmadığını söyledi. "Dışa dönük olarak oluşturulan bu gayri nizami savaş veya savunma kavramı öyle anlaşılıyor ki geçmiş yıllarda, ülkemizin yine bunalımlı bir döneminde dönemin bazı sorumlularınca içe dönük olarak uygulanmıştır" dedi. Yıllarca inkar edile edile büyüyen bir canavara dönen Kontrgerilla gibi kanun dışı kurumlar, halkı gizli bir devlet gibi yönetti. Gerektiğinde kan dökmek dahil her türlü yasa dışı işi yaptı.
1984: Daha önce mecliste çıkarılan yasa ile Kürtaj serbest bırakılmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığına bağlı tüm hastane ve doğumevlerinde kürtaja izin verildi. Kürtaj, batılı Devletlerin nüfusunun artmasını istemediği devletler üzerinde uyguladığı doğum kontrolü çeşitlerinden biridir.
2006: Suudi Arabistan'dan Mısır'a gitmekte olan Al-Salam Boccaccio'98 adlı bir Mısır yolcu gemisi, Mısır'ın Hurgada limanına 40 mil kala, Kızıldeniz'de battı. Gemideki 1400 yolcudan 435'inin kurtarıldığı bildirildi.
2006: ABD'nin California Eyaleti'nde, yıllarca vaaz verdiği kiliseyi satarak bir "BMW" otomobil alan papaz, 18 ay hapis cezası aldı.
MERCEK
1920: İranlı bilgin, siyasetçi ve mücadele önderlerinden Murteza Mutahhari doğdu. Mutahhari, 1979'da şehid edildi.
1920 yılının Şubat ayında Horasan eyaletine bağlı Feriman kasabasında dindar bir ailede dünyaya geldi. Çocukluk yıllarını mektepte okuyarak geçiren Mutahhari, 12 yaşında iken, Meşhed dinî ilimler medresesinde İslâmî bilimler alanında öğrenim görmeye başladı. 1938 yılında, dönemin İran şahı, Rıza Şah'ın mollalara karşı verdiği sert mücadeleye rağmen dinî derslere devam etmek amacıyla Kum kentine yerleşti. 15 yıl süren Kum'daki hayatı süresince, fıkıh ve usul derslerini rahmetli İmam Humeynî ve Ayetullah Burucerdî'nin yanında okudu. Ayrıca bu süre zarfında irfan derslerini Ayetullah Mirza Ali Ağa Şîrazî'den aldı. Kum'da bulunduğu sürece öğrenimin yanı sıra, sosyal ve siyasal sahalarda da faal bir şekilde bulunuyordu. Bunlardan bir tanesi, İslamın Fedaileri teşkilatıyla irtibatta olmasıydı.
1952 yılında Tahran'a yerleşen Ayetullah Mutahhari, Mervî medresesinde araştırmaya başladı. 1955 yılında, "Öğrenciler İslâmî Cemiyetinde" ilk tefsir toplantısını düzenledi. Aynı yıl Tahran Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev aldı. 1959 yılında Müslüman Tabipler Cemiyetine konuşmacı olarak davet edildi ve sürekli olarak bu işi devam ettirdi. Burada yaptığı ilmi konuşmalar daha sonra ondan geriye kalan önemli konular haline geldi.
1962 yılından itibaren İmam Humeyni'nin en faal yarenlerinden oldu. Öyle ki; Haziran 1963'de rejim aleyhine yaptığı bir konuşma sonucu tutuklanarak hapse atıldı ancak kısa süre sonra serbest bırakıldı.
İmam Humeyni'nin sürgüne gönderilmesiyle birlikte Şehit Mutahhari ve fikir arkadaşlarının görevi daha da ağırlaştı. O, bu dönemde toplumun ihtiyacı olan konularla ilgili kitaplar yazmaya ve çeşitli toplantılarda uyarıcı konuşmalar yapmaya başladı. İslâmî harekete kendini adayan Mutahhari, hareketin İslâmîleştirilmesi yönünde çok büyük ideolojik mücadele verdi. 1967 yılında "Hüseyniye-yi İrşâd"ı kurdu. Bir süre sonra Filistinlilere yardım kampanyası başlatarak İsrail aleyhine sert bir konuşma yaptıktan sonra tutuklanarak hapse konuldu ve tek kişilik hücrede tutuldu. Herşeye rağmen mücadelesine devam eden Mutahhari 1974 yılında konuşma yapması yasaklandı ve bu yasak İslâm İnkılabı'nın zaferine kadar sürdü.
1976 yılında İmam Humeyni ile görüşmek niyetiyle Irak'a gitti ve devrimin önemli meseleleriyle ilgili istişarede bulundu. İran'a döndükten sonra İran halkını rejime karşı ayaklanmaya ve yürüyüşe davet etmeğe devam eden Mutahhari, İmam'ın sürgünden İran'a dönüşünde karşılama törenlerini organize etti. Devrimden sonra büyük sorumluluklar üslendi, ancak çok geçmeden devrimden bir yıl sonra,1980 yılı 2 Mayıs günü saat 22:20 sularında münafıklar grubu tarafından suikasta uğradı ve başına isabet eden bir kurşunla şehit oldu.
Şehid Murteza Mutahhari, İran çağdaş tarihinin en değerli ve parlak çehrelerinden biriydi. Mutahhari, hayatını, İslamî ilim, marifet ve kültürü ihya ve tebliğe adadı. Şehit Mutahhari, toplumu derinlemesine tanıyan, zaman ve mekan şartlarına aşina olan, toplumun geçirdiği tereddütleri ve karşılaştığı belirsizlikleri iyice tespit edip, değerlendiren bir alim ve bilgindi.
Mutahharî, İslam ve dinle ilgili sorulara ve şüphelere en mantıklı ve ilmi cevaplar arayıp buldu. Yaptığı konuşmalar, verdiği vaazlar en zengin ve köklü fikri ve felsefi mahiyet taşımaktadır. Nitekim, Mutahhari'nin, çalışmaları çağdaş neslin ihtiyaçlarını ve sorularını karşılayabilmektedir.
Gözde alim ve öğretim üyesi şehid Murtaza Mutahhari, ilmi çalışmalarını öz ve asil İslam kaynaklarından ilham alarak sürdürüyordu. Bu yüzden ilmi güvenilirliği olmayan, hurafe, boş inançlar ve kaynaklar kullanmaktan sakınırdı. Mutahhari'nin inancına göre; Eğer, halis ve duru İslam, topluma anlatılırsa, onun güzellikleri açığa çıkar. Pak kalbler, İslamın açık mantığı ve öğretilerini özümseyip, saadet ve felaha ulaşır. Mutahhari, fikri sapıklık, tahrifat ve İsrailiyatı bertaraf edip, İslamın parlak hakikatini gözler önüne sererek İran ve İslamın dünyasında seçkin ve yenilikçi bir düşünür ve filozof olarak tanındı.
Mutahhari, ayrıca Allah'ın zikriyle bütünleşmiş biridir. Gece ibadetleri, duaları, güzel huy ve ahlakı sade hayat tarzı, zühd ve takvası halkçı yönelişi, onun kelime ve düşüncelerine ruh kazandırıp daha bir anlamlandırıyordu. İslami Devrimden sonra Şah'ın tüm şaşaasını ve zenginliklerini ele geçirmiş olan İmam Humeyni ve Mutahhari gibi dava arkadaşları İlim ile irfanı, cihad ile zühdü öylesine bütünleştirmişlerdi ki, İslam İnkılabının öncüsü kadro Şah'ın saraylarına konaklarına tenezzül etmeyip, halkın içinde evlerinde yaşamaya devam ettiler. Mutahhari de davasının mustazafları iktidara taşımaktan başka bir şey olmadığını, devrimden sonra yaşadığı o mütevazi ve zahid yaşantısıyla ispat etmişti. Allah ondan razı olsun.
1928: Türkçe Kur'an ve Türkçe ezandan sonra Türkçe Hutbe ilk olarak İstanbul'da Süleymaniye Camii`nde okundu.
Hüsrev Gerede, 1919 Mayısı`nda Mustafa Kemal Paşa ile Samsun yolculuğuna katılmış, Erzurum ve Sivas kongrelerinde, ilk Meclis`te, iç isyanların bastırılmasında görev almış, Cumhuriyet kurulduktan sonra da büyükelçi olarak görev yapmış kilit isimlerden biridir.
Hüsrev Gerede`nin anıları 2002'de çıktı. 60 yıldır yayımlanmayı bekleyen hatıralarının ilk bölümü, günü gününe tutulan notlardan oluştuğu için tarihi belge niteliği taşıyor. Attaürk'ün kilit arkadaşlarından biri olan Gerede, şu tespiti yapmaktadır: "Kanımca bu dahi yani Atatürk, yaşasaydı irtica tehlikesini ortadan kaldırdıktan sonra hiç kuşkusuz dinde de reform yolunu tutacaktı."
Gerede, Atatürk`ün Türkçe Kur'an, hutbe ve ezan okutturmasını, camilere secdede baş koyacak yükseklikler ve masalar yaptırmak istemesini, bu reform düşüncesinin ilk belirtileri olarak yorumluyor. Yine tarihçiler; "Dinde reform hareketi sadece ibadetin dilinde görülmeyecekti" diyerek yaşaması halinde Atatürk'ün dinde yeni reformlar yapacağını ikrar etmişlerdir. Tabi bu reformlar "nasıl olurdu, ne olurdu?" düşünmek bile insanı ürpertiyor. Ama, İlk Türkçe Hutbeyi Süleymaniye`de seslendiren Hafız Sadettin Kaynak`ın fraklı ve başı açık, cemaatin de fötr şapkalı olması dinde reformların nasıl olacağının ufak bir göstergesiydi.
Konumuz itibariyle biz "İlk Türkçe Hutbe" konusuna dönelim.
Süleymaniye'de okunan ilk Türkçe hutbeyi, Atatürk'ün direktifiyle nasıl okuduğunu, ses sanatkarı Sadettin Kaynak şöyle anlatmaktadır;
"...Türkçe Kur'an'ın anlattığım bu tecrübesinden sonra, Fatih Camiinde ilk defa Türkçe Kur'an okudum. Bunu müteakip, Türkçe hutbeye sıra gelmişti.
Atatürk: "Haydi bakalım! Türkçe Hutbeyi de Süleymaniye camiinde mukabele oku! Amma, okuyacağını önce tertib et, bir göreyim" dedi.
Yazdım, verdim. Beğendi. Fakat: "Paşam, bende hitabet kabiliyeti yok. Bu başka iş, hafızlığa benzemez, dedim"
"Zarar yok, tecrübe edelim" buyurdu.
Bunun üzerine tekrar sordum: "Hutbeye çıkarken sarık saracak mıyım?"
"Hayır, sarığı bırak... Benim gibi başı açık ve fraklı!..." dedi.
Ne diyeyim, inkılap yapılıyor, "Peki" dedim.
O gün, hıncahınç dolmuş Süleymaniye camiinde cemaat arasına karışmış yüz elli de sivil polis vardı.
Bu tedbirin isabetli olduğu çok geçmeden anlaşıldı.
Ben Türkçe hutbeyi okur okumaz, kalabalık arasından biri, sesini yükselterek: "Bu namaz olmadı!" diye bağırdı.
...Onu da derhal karakola götürdüler... ve tabii benzettiler.
Sadettin Kaynak, kendisinin okuduğu ilk Türkçe hutbeyi böyle anlatıyor. Şu dinde reform işinin mayası bir tutsaydı bugün şöyle bir tablo olacaktı; Sandalye ve masalarla doldurulmuş camilerde piyano eşliğinde frak giymiş imamlarla beraber şapka giymiş cemaatler olarak huşu ile hem de Türkçe ibadet edecektik.
Bu arada reform, reform dediğimiz kelimenin İslami literatürde karşılığı "Hurafe veya bidat" olarak manalandırılmaktadır.