• DOLAR 32.576
  • EURO 35.005
  • ALTIN 2461.574
  • ...
Tarihte Bugün
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

DOĞRUHABER / TARİHTE BUGÜN / 4 ŞUBAT

1348: Ünlü İslam alimi ve tarihçi Zehebi vefat etti. Asıl adı Muhammed bin Osman bin Kaymaz bin Abdullah olan Zehebi, babasının kuyumculuk yapmasından dolayı Zehebi lakabıyla anılmış ve tanınmıştır. Zehebî`nin büyük dedesi Kaymaz, hayatını Silvan`da geçirmiş, yüz seneyi aşkın bir yaşta vefat etmişti. Babası Şihabuddin Ahmed ise devrinin tanınmış hadis bilginlerindendi. Kendi döneminde İslama önemli hizmetlerde bulunan Zehebi 697 yılında Şam'da vefat etmiştir.

1871: Şeyh Şamil vefat etti.

1902: II. Abdulhamid`in idaresine karşı olan Jön Türkler Paris`te I. Jön Türk kongresini topladı, terakki ve ittihad cemiyeti kuruldu.

1926: İskilipli Atıf hoca şehid edildi.

1931: Menemen olaylarından dolayı, bu olaylarla hiçbir ilgisi olmadığı halde yargılanan ve idama mahkûm edilen ve yaşı ilerlemiş olduğundan hakkındaki idam kararı resmen infaz edilmeyen Şeyh Esad Erbili hastanede zehirlenerek şehit edildi.

1947: Hatay ilinde yer adlarının Türkçeleştirilmesine karar verildi. Fransızlar işgal ettikleri bölgeleri boşalttıktan sonra Hatay'ı Suriye'ye vermişlerdi. Hatay, Suriye ile Türkiye arasında yıllarca sorun oldu. Önce bağımsız bir devlet olarak Hatay Cumhuriyeti kuruldu. 1 yıl sonra da referandum yapılarak Hatay'ın Türkiye'ye katılması kararlaştırıldı. Hatay Türkiye'ye katıldıktan sonra 1947'de ise yer adlarının Türkçeleştirilmesine karar verildi.

1954: İstanbul'da et, ekmek, çeşitli gıda maddeleri ve yakacak sıkıntısı bir türlü önlenemiyor. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay, bir açıklama yaparak halktan yardım istedi. "Evlerinizde odun, kömür istifçiliği yapmayın, haftada iki defadan fazla et yemeyin, yiyebileceğinizden fazla ekmek almayın" dedi.

1964: 20-21 Mayıs olayları sanıklarından Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Osman Deniz ve Erol Dinçer'in ölüm cezaları, TBMM'nde onaylandı. Talat Aydemir, 20 Mayıs 1963'de Anayasada öngörülen reformlar yapılmadığı gerekçesiyle darbe girişiminde bulunmuş, ancak başarılı olamamıştır. Talat Aydemir'in bu ikinci darbe girişimiydi. İlkinde affedilmişti. Lakin sistemin iradesi dışında ikinci darbeyi yapınca onun ve arkadaşlarının gözünün yaşına bakılmamış, idam edilmişlerdi.

1976: Guatemala ve Honduras'daki 7,5 şidettindeki depremde 22 bin 778 kişi öldü.

1985: Başbakan Turgut Özal resmi bir ziyaret için Cezayir'e gitti. Cezayir'i ziyaret eden ilk Türk başbakanı olan Turgut Özal, 27 yıl önce 1958'de Cezayir'in bağımsızlık önergesinin Birleşmiş Milletlerde onaylanması sırasında, o zamanki Türk Hükümeti olan Menderes Hükümetinin çekimser oy kullanmasından dolayı Cezayir'den özür diledi.

1997: Sincan Belediyesi'nin 2 Şubat'ta düzenlediği "Kudüs Gecesi"nin ardından, 15 tank ve 20 askeri zırhlı personel taşıyıcısı, Sincan'dan geçerek Yenikent'teki tatbikat alanına gitti. Sincan`da tanklar yürümesi Türk siyaset tarihine bir utanç olarak girdi. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir bunun "Demokrasi'de Balans Ayarı" olduğunu söyledi. Demokrasiye balans ayarı veren Çevik Bir, aynı zamanda 28 Şubat sürecinde İslami Camialara kan kusturmaya ahd etmişcesine sık sık gündemde arz-ı endam edecek, ordudan emekli olduktan sonra da İsraille dostane ilişkilerini aşikar etmekten çekinmeyecektir.

1998: Afganistan'da meydana gelen 6,1 şiddetinde depremde 5 binden fazla vefat etti.

2000: Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, FP milletvekilleri Ömer Vehbi Hatipoğlu, Oğuzhan Asiltürk ve Zeki Ergezen hakkında, idam istemiyle fezleke hazırladı. Fezlekede, 3 milletvekilinin, laik cumhuriyeti yıkarak, dine dayalı devlet kurmak istedikleri iddia edildi.

2001: Esad Coşan Hoca ile damadı Ali Yücel Uyarel, Avustralya'da geçirdikleri trafik kazasında hayatlarını kaybetti.

2003: Eski DEP milletvekilleri Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan ve Selim Sadak'ın avukatı, 2. Uyum Paketi'nin yürürlüğe girmesiyle yeniden yargılanma için Ankara DGM'ye başvurdu. Bu başvuru bilahare kabul edilerek söz konusu kişiler, haklarındaki hüküm kesinleşmiş olmasına rağmen serbest bırakıldılar.

2006: Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk hakkında, Hukukçular Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Kemal Kerinçsiz ile 2 kişinin yaptığı suç duyurusu üzerine başlattığı soruşturmada 'takipsizlik' kararı verdi. Joost Lagendijk, Türk Ordusunun Güneydoğu'da kışkırtıcılık yaptığını ve PKK ila savaşmayı sevdiğini söylemiş, Türk Yargıçları Hitlerin yargıçlarına benzetmişti. Kıbleis batı olanlar, batıdan gelen bu ağır sözler üzerine Joost Lagendijk'i sömürge valisi olarak suçlamıştı.

2006: Japonya'nın, Irak'taki askerlerini gelecek aydan itibaren birkaç ay içinde tamamen çekeceği açıklandı. Irak Savaşında sofrada tuzu bulunsun diye emperyalist işgalcilere 600 askerle katılan Japonya'nın Mart ayında başlayacak çekilme işleminin Mayısta tamamalanacağı belirtildi.

2007: Amerikan AP haber ajansı, PKK'nın İran'daki kolu olarak bilinen PEJAK'ın Kandil dağındaki kampına girdi. Ajans, haberinde, PEJAK'ın ABD ve Kürt örgütler tarafından engellenmediğini belirtti. Haberde, ABD yönetiminin PKK'yı bir terör örgütü olarak kabul etmesine karşın, İran'daki rejimi devirmek amacıyla PEJAK'ı desteklediği ifade edildi. Kampa ilişkin izlenimlerin de aktarıldığı haberde ABD'li gazeteci Seymour Hersh'in (OKUNUŞU: Seymor Herş) geçtiğimiz Kasım ayında ABD ve İsrail'in İran'ı istikrarsızlaştırmak amacıyla PEJAK'ı desteklediğini yazması hatırlatıldı. Hersh'e göre, (OKUNUŞU: Herş) İsrail teçhizat ve eğitim vermiş, ABD yönetimi ise Kürt, Azeri ve Beluci aşiret liderlerini İran'a karşı isyan için kışkırtmıştı.

2008: Yargıtay 8. Ceza Dairesi, Bursa Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde başörtülü öğrencilerin okula alınmaması yönündeki valilik emrini yerine getiren okul idaresini protesto edip zorla okula giren ve eğitime ara verilmesine neden olan velilerin 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanması gerektiğine karar verdi. Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği beraat kararını bozan Yargıtay 8. Ceza Dairesi protestocu velilerin eğitim ve öğretim çalışmalarının kesilmesine haksız eylem ve davranışlarıyla sebep olduklarına karar verdi.

2008: Aileleri tarafından satılan yüzlerce çocuğun, çeteler tarafından Afrika'dan kaçak yollarla İngiltere'ye getirildiği ve burada "modern köle" olarak çalıştırıldıkları ortaya çıktı... The Sunday Telegraph gazetesi, (OKUNUŞU: Dı Sandey Telegraf) çoğu bebek yüzlerce küçük çocuğun aileleri tarafından insan kaçakçıları ve suç çetelerine satıldığını yazdı...

Gazetenin haberine göre; Yaşları 5 ile 3 arasında değişen iki kardeşin 5 bin Sterlin (yaklaşık 11.500 YTL), çocuklardan birinin 2.500 Sterlin (5.750 YTL) ve 10 aylık bir bebeğin ise 2 bin Sterlin (4.600 YTL) karşılığında aileleri tarafından satılıyor. Nijeryalı hamile kadınların daha doğmamış bebeklerini 1000 Sterlin (2.300 YTL) karşılığında satmak istedikleri belirtildi.

Afrikalı fakir anne-babaları 'çocuklara binlerce kilometer uzakta bulunan Londra, Birmingham ve Manchester gibi şehirlerde daha iyi bir gelecek sağlayacakları' vaadiyle kandıran suç çeteleri, satın aldıkları bu çocukları 'modern köle ' olarak kullanıyor.Ayrıca, İngiltere'ye adım atan Afrikalı çocukların, belediyeden kanun dışı yöntemlerle yardım almak için kullanıldığı ve bu şekilde alınan para yardımlarının, yerel yönetimleri yılda binlerce Sterlin zarara uğrattığı belirtiliyor.. Günde 18 saat çalışmaya zorlanan modern kölelerin çoğu fiziksel-cinsel tacize uğruyor ya da Britanya'daki Afrika Kiliseleri'nin geleneksel 'büyü' ve 'şeytan kovma' ayinlerine kurban edildikleri iddia ediliyor.


Hükümete bağlı Çocuk Sömürüsü ve Çevrimiçi Koruma Merkezi tarafından yapılan  bir araştırmaya göre, sadece geçtiğimiz yıl yaşları 14 ile 12 arasında değişen 330 Afrikalı çocuk, yasa dışı yolardan ülkeye sokuldu. Polis ve çocuk  koruma örgütleri ise, hükümetin verdiği rakamların yanlış olduğunu, gerçek rakamın binlerle ifade edilmesi gerektiğinin altını çiziyorlar.  

2010: İçişleri Bakanlığı, askere toplumsal olaylara müdahale yetkisi veren EMASYA protokolünün bugün itibarıyla ortak imzayla yürürlükten kaldırıldığını açıkladı. EMASYA yani Emniyet-Asker Yardımlaşma Protokolü, Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında 7 Temmuz 1997 tarihinde 28 Şubat sürecinde imzalandı. İsmi “Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı Arasında 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/d Maddesi Gereğince Alınması Gereken Müşterek Tedbirlere İlişkin Protokol” olmasına rağmen kamuoyunda EMASYA olarak bilindi. Bu protokol ile asker, kendisinin gerekli gördüğü durumlarda izin almadan toplumsal olaylara müdahale etme yetkisini kazanmıştı. Ayrıca bu prtokol gereği şehir merkeiz ile ilgili istihbaratın askerle paylaşılması hükmü getirilmişti. Hatırlanacağı üzere Balyoz Darbe planı ortaya çıktığında balyozcu darbeciler, Balyozun bir darbe girişimi değil EMASYA çalışması olduğunu iddia etmişlerdi.

2011: Art arda patlak veren halk isyanlarıyla çalkalanan Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da protestolar karşısında Cezayir Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika da geri adım atmak zorunda kaldı. Buteflika ülkede 1992'den beri yürürlükte olan olağanüstü halin "çok yakın bir gelecekte" kaldırılacağını açıkladı. Protesto gösterilerini yatıştırmak için geçtiğimiz haftalarda gıda fiyatlarında indirime giden Cezayir Devlet Başkanı Buteflika bir taviz daha vererek bakanlarla yaptığı bir toplantıda, "çok yakın bir gelecekte" olağanüstü hal gereğince yasak olan protesto gösterileri düzenlenmesine izin verileceğini söyledi. Cezayir'de yönetime geldiği 1999'dan beri müslümanlara göz açtırmayan Buteflika yeni reformların da işaretlerini verdi. 1992 yılından bu yana Cezayir'de olağan üstü hal uygulaması vardı.

MERCEK

1871: Şeyh Şamil vefat etti.

Şeyh Şâmil, 1797 senesinde Dağıstan`ın Buylank kasabasının Gimri köyünde dünyaya gelmiştir. Denge ailesi reisi Muhammed`in oğludur. Şeyh Şamil, muhtelif zamanlarda beş defa evlenmiş ve bu evliliklerin bazıları dini ve siyasi sebeplerle olmuştur. Şamil`in Fatımat, Cevherat, Zahidet, Emine ve Şovanat ismindeki zevcelerinden Ahmed Cemaleddin, Muhammed Gazi, Muhammed Said, Muhammed Şafi, Cemaleddin ve Muhammed Kamil isimli altı oğlu ile Fatımat, Nafisat, Necabat, Bahu Mesedu ve Safiyat isimli beş kızı olmuştur.
İlim tahsili için gittiği Irak`ta Mevlana Hâlid-i Bağdadi hazretleriyle görüşerek ona tâbi olmuştur. Memleketine döndüğünde, çocukluk arkadaşı Gazi Muhammed`in işgalci Ruslara karşı başlattığı mücadeleye katılmış, aynı zamanda Gazi Muhammed ve Hamzat Bey`in müşavirliğini de yapmıştır.

Ruslar emperyal bir devlet siyasetiyle gözünü Kafkasların zenginliklerine dikmiştir. özellikle 1827'den sonra Rusların askeri operasyonları artmıştır. Bununla beraber Kafkasların yiğit ve imanlı halkı, alim önderlerinin öncüüğünde Ruslara karşı direniş vermiştir. İmam Şamil de ilk gününden itibaren bu cihad hareketinin içinde yer almış, güçlü fiziği ve ilme olduğu kadar askeri taktiklere de yatkın olan dehasıyla Ruslara kelimenin tam anlamıyla kan kusturmuştur.

17 Ekim 1832`de Ruslar Şeyh Şâmil`in büyüyüp yetiştiği Gimri kasabasını basmış, Kasabada göğüs göğüse bir muharebe başlamıştır.  Düşman, donanımlı ve sayıca fazla; Gimrililer ise sayıca az ve silahları da yetersizdir. Şehadet sevdalısı mücahitlerin başında Şeyhleri Gazi Muhammed ve Şeyh Şâmil vardır. İkisi de ön saflardadır.  Muharebede şehadete kavuşanların sayısı oldukça fazladır ve aralarında Gazi Muhammed de vardır.

Düşman baskınından önce Gazi Muhammed, Şeyh Şamil`e şöyle demiştir: "Ey Şamil, artık bana yolculuk göründü. Benden sonra Hamzat imamlığı eline alacaktır. Fakat o da ancak, pek az muammer olacak. Kafkasya`nın mukadderatına senelerce sen hükmedeceksin, yıldızın uzun seneler bu dağlarda güneş gibi parlayacak, namın dünyaları tutacak, çarlara boyun eğmeyecek, çar ordularına kan kusturacaksın. Gimri`yi bugün bırakıp gitsen bile yine kurtarır, benim mezarımı düşman ayakları altında bırakmazsın inşallah."

Bu çarpışmada kendisi de ağır yaralanan İmam Şamil, 25 gün baygın yattıktan sonra kendisine gelmiştir. Bilinci açılır açılmaz baş ucunda anacığını görünce ilk sözü, insanın kanını donduracak şekilde şu olmuştur: "Anam, namaz vakti geçti mi?"

Kafkas Cihadının başına Gazi Muhammed'den sonra İmam Hamzat geçer. Lakin şimdilerde olduğu gibi Kafkasların geleneği, yiğitlerini ve öncülerini Allah'a kurban vermektir. İmam Hamzat da 1834'de, İmam Muhammed'de 2 yıl sonra şehid düşünce, Dağıstan'ın ileri gelenleri İmam Şamil'i cihadın başına layık görürler. Şeyh Şamil her ne kadar buna liyakıtının olmadığına inansa da istişare ile bağlanan karara itiraz edemez ve Kafkas Cihadının, İmam Komutanlar silsilesinde 3. sırayı alır.

cihad hareketini ve Dağıstan halklarını sistemli bir düzen içerisine alarak, teşkilat ve idarecilikte de maharetlerini sergiler. Cihad hareketi devam edip giderken cahillerin Ruslar'a aldanacaklarını ve vatanlarını koruyamayacaklarını iyi bilen İmam Şamil, İslami eğitim ve terbiyeyi de asla ihmal etmez.

Bir yandan cihad bir yandan tüm Dağıstan'ın eğitimden yerel yönetimlerine kadar bütün işlerini organize eden İmam Şamil, Ruslar'ı müthiş taktikleriyle kırıp geçer. Rus Çarları yer yer kendilerince onu barış teklifleri sunarak dünyalık vaadlerle yolundan caydırmak isterler. Ama o bir İslam büyüğünün vakarı ve azametiyle her seferinde Rus kafirlere cevaplarını verir. Onun Ruslar karşısındaki tutum ve siyaseti de iyice araştırılacak olunursa alimliği, askeri komutanlığı, devlet idareceliği gibi onlarca yeteneğinin yanında bir de tam bir diplomat olduğu anlaşılacaktır.
Rys Çarlarının teklif edegeldikleri şartlar karşısında bir keresinde tarihe ibret şu sözleri söylemiştir: "Söyle Çara! Başında bulunduğum bu kahramanlar topluluğunun kalplerinde kökleşen bu eşsiz zafer imanı, kökünden kazınmadıkça ve en genç muhariplerimden en ihtiyar naiblerime kadar tek kurşunları ve tek kolları kalıncaya kadar, bu mübarek vatanı son dağına, son köyüne ve en son kaya parçasına kadar karış karış müdafaa etmekten beni hiç bir kuvvet alıkoyamayacaktır. Bu uğurda bütün evlâd-û ayalimi kılıçtan geçirseniz, son zürriyetimi kurutsanız, en son müridimi yok etseniz tek başıma ve son nefesime kadar yine dövüşeceğim. Son cevabım budur General! Ben Nikola`yı tanımıyorum!"

Cihadın en kızgın anlarında bile metanetini ve inancını yitirmeyen Şeyh Şamil, Ahulgoh Kalesini savunurken eşini ve bir çocuğunu şehid olarak vermiş kendisi de yaralı olarak kurtulmuştu. İlk işi bir mektup yazarak Rus Generaline iletmek olan Şeyh Şamil'in şu sözlerindeki asalete ve davasına inanmışlığa bakar mısınız:

"General! Çarına haber ver ki, Kafkasya`nın bağrında daha binlerce Ahulgoh var. On binlerce surlar ve kuleler başlarını Rablerine kaldırıp eceline susayanları bekliyor.

Silahlarınızın vücudumda açtığı üç yarayı şifalı Dağıstan otlarından kendi ellerimle yaptığım ilaçlarla şimdiden iyi ettim ve harbe hazırlandım. Kalbimde açtığınız evlât, iyal ve hemşireme ait dört yaranın hiç hükmü yoktur. Geri kalan evlât ve iyalimi de şimdiden vatan ve Cenâb-ı Allah`a kurban adadım. Size ve Çarınıza her şeyi bol bol vereceğiz. Fakat vatanın hürriyet ve şerefini asla!  Ahulgoh`ta aldığınız kanlı ders kâfi gelmediyse, zengin çarınızın ordularını ve hazinelerini ortaya dökerek tekrar geliniz. Askerlik şerefini lekeleyerek yalan söyleyiniz, vaatlerinizi inkâr ediniz, ormanlarımızı kundaklayınız, ekinlerimizi yakınız, meyve ağaçlarımızı, bahçelerimizi kavurunuz. Bütün bunlar Kafkas`ın ezelî hürriyet ve istiklâl aşkını körüklemekten başka hiç bir işe yaramayacaktır. Çarlar ölecektir, Petro`larınız ve Katerina`larınız gibi Nikola da gözleri arkasında gidecektir. Fakat Kafkasya mutlaka kurtulacak hür ve mesut olacaktır. Allah, hak ve vatan uğrunda çarpışanların yardımcısı olsun."

İmam Şamil'in ve tebaasındaki aziz yiğitlerin tüm kararlılık ve cesaretlerine rağmen Allah'ın takdiri başkadır. Bu manada İmam Şamil, Gunip Kalesini savunurken Rusların kıyasa bile gelmeyecek silah ve sayı üstünlüğü karşısında mücahitlerinin hemen hepsini şehid vermiş kendisi de esir düşmüştür.  Esir düştüğü tarih  6 Eylül 1859'dur. 1827'den beri tam 32 yıl dile kolay 32 yıl, gecesi ve gündüzüyle, yazı ve kışıyla cihad eden bu aziz ve şerefli insan cihad etmiş, esir düşünce bile cihadına zerre kara leke sürdürmemiştir.

11 yıl sonra, 1870'de oğlu Muhammed Şafii'yi Ruslar rehin vererek ve geri dönmek şartıyla Hicaza doğru yola çıkmıştır. İlk önce İstanbul'a uğramış burada bizzat padişah Abdulaziz tarafından karşılanmıştır.  Bir müddet burada kaldıktan sonra Kutsal Topraklara geçmek üzere Cidde Limanına gelmiştir. Cidde limanında Mekke Emir'i, şehrin ileri gelenleri ve mahşeri bir kalabalık tarafından törenlerle karşılanarak Mekke`de Şürefa dairesinde misafir edilmiştir. Hac esnasında İmâm Şâmil`in orda bulunduğunu duyan hacıların onu görme isteği izdihama dönüşmüş,  görevliler onu Kâbe`nin üstüne çıkararak hacıların görmesini sağlamıştır. Şeyh Şamil'in onur dolu cihad hareketi o zamanın şartlarında bile İslam beldelerinde duyulduğundan insanlar onu görmek için birbirlerini ezme derecesinde izdihama sebep olmuştur. İmâm Şâmil, hac farizasını yerine getirdikten sonra Medine`ye geçmiştir.  Medine günlerinde durumu iyice ağırlaşmış ve yatağa düşmüştür. Yiğit İmam 4 Şubat 1871`de 74 yaşında iken Medine`de Hakk`ın rahmetine kavuşmuştur. Rufai tarikatının şeyhi Seyyid Rufai tarafından cenaze namazı kıldırılarak Cennetü`l-Baki Kabristanına defnedilmiştir.  Allah ondan razı olsun

1926: İskilipli Atıf Hoca şehid edildi.
İskilipli Atıf Hoca miladi 1876, hicri 1292'de Çorum`un İskilip ilçesinin Tophane köyünde doğmuştur. İlmin basamakalrından kıvrak aklı ve ilme olan iştiyakıyla kısa sürede çıkan Atıf Hoca, 1902`de okulu birincilikle tamamlar. Okulunda “İskilipli Mehmet” olarak anılan Atıf Hoca, aynı yıl müderrislik/profesör unvanıyla Fatih Camiinde ders vermeye başlar ve İstanbul Dar`ül Fünun İlahiyat Fakültesi`ne girer. 1905`te mezun olan Mehmet Atıf, Kabataş Lisesi`nde Arapça öğretmeni olarak göreve başlar. Bu yıl içinde Fatıma Zahide Hanım ile evlenir.

haksızlıklar kimden kime gelirse gelsin İslam alimleri için ve onurlu müslümanlar için kabul edilebilir değildir. Osmanlı döneminde ve kendisinin de parlak bir çağında etrafındaki ve ilmi kurumlardaki haksızlıkları şiddetle red eden Atıf Hoca, Bodrum'a sürgün edilir. Burada da üzerinde yoğunlaşan baskılar yüzünden Kırım`lı İbrahim Tali efendinin pasaportuyla gizlice Kırım`a, Kırım`dan Varşova`ya geçer. Meşrutiyet`in ilanından bir hafta evvel İstanbul`a döner. Yıllar geçer bu kez İttihatçılar onu sürgüne Sinop'a yollarlar. Bu dönemde yazılarıyla İslam âleminin de dikkatlerini çeker Atıf Hoca. Aslında Atıf Hoca'nın ne Osmanlı'da ne de Cumhuriyet döneminde kıymeti anlaşılmıştı. Batı mukallitliği ile gözlerine madde perdesi çekilenler onu haşa bir yobaz, bir ayakbağı bilirlerken Dünyanın farklı yerlerinden farklı kişiler ona hayranlığını izhar etmişlerdi. Örneğin; Japon büyükelçisi Baron Usida`nın onu ziyareti esnasında: “ Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı, İslamiyet bütün Doğu`yu- hatta- Japonya`yı da fethederdi” demişti.

Yine Amerikadan geen bir heyetle bir vesile ile tanışınca, Amerikalı Heyet ona hayran olup onu Amerikaya davet ederler.

Davetler ve onun ilminden istifade etme amaçlı danışmalar sadece bununla sınırlı değildir.

Üsküp, Kosova, Plevne heyetlerinin memleketlerine yerleşme isteklerini,

Kırım Vakıflar Bakanlığı teklifini,

Kral Faysal`ın Bağdat`a davetini nezaketle geri çevirir.

Bir İtalyan müsteşrikinin bazı sorunlarını ona danışması ve Hoca`nın sunduğu çözümler karşısındaki “ Şöhretinin haklılığını” ifadesi, bazı müsteşrik dergilerin ona yüksek ücret teklif ederek dergilerine yazı göndermesini istemeleri Atıf Hoca'nın aydın bir kafaya sahip olduğunun da ispatıdır. Ama yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmez misali her şeyin güzelinin batıda olduğuna şartlanan kompleks yuvası dimağ sahipleri onu anlamadılar onun bu müslüman millete meyve vermesini engellediler.

Cumhuriyet Döeniminde Atatürk aldığı kararların radikal kararlar olduğunu iyi bilmektedir. Ve kendi beyanlarıyla sabit olduğu üzere bu radikal kararları yine radikal uygulmalarla hayata geçirebileceklerinin de farkındadır. örneğin Şapka için Atatürk'ün düşüncesi şudur; "Arkadaşlar! Şapka sadece bir giyim şekli değildir. Biz bu milletin kafasına şapka geçirerek kafasının içindekini de değiştireceğiz"

Lakin millet şapkaya tepkili ve itirazlıdır. Bu tepkileri dindirmek için, halka gözdağı vermek gerekiyordu.

Şapka kanunu çıkmadan 2 yıl önce Atıf Hoca, Frenk Mukallitliği Va Şapka adlı bir risale yazmıştır. Risalesinde İskilpli Atıf, batının ilmini ve fennini almanın caiz olduğunu söylemiş ama o günlerde bunun yerine batının ahlaksızlığının alındığını nazara vermiştir. Bu risalesi dönemin Milli Eğitim Bakanlığınca incelenir, yayımına izin verilir ve hatta Atıf Hoca bir hizmette bulunmuştur denilerek taltif bile edilir.

ne var ki, 1925'de Şapka Kanunu çıkınca Atıf Hoca başta bu risalesi olmak üzere eften püften sebeplerle istikla Mahkemesine çıkarılır. Atıf hca'nın mahkemesine bakan heyetin başkanı İstiklal Mahkemelerinin 3 Alisinden olan Kel Ali'dir. Kel Ali, Atıf Hoca'yı yargılarken ısrarla şapkaya cevaz vermesini ister. Ama Atıf Hoca taviz vermez. Atıf Hoca'yı kanunda çok önce yazdığı bir eserle yargılayan ve şapka dayatması yapan Kel Ali çok değil, Şapka Kanununun çıkasından bir yıl önce meclis koridorlarında şapka giyen bir gazeteciyi "Baban da mı şapka giyerdi?" diyerek şapka giydiği için dövmüştür. Şimdi ise Düayanın bir ucundan iltifatlar almış, aydın kişiliğinden ve ilminden istifade edilmek için dafalarca davet edilmiş bir İslam alimini yargılmaktadır. İstikla Mahkemelerinde Atıf Hoca ümitlidir. Lakin onun ümitlendiği kadar bazıları da onu kendileri için tehlikeli görmekte ve ölmesini istemektedir. Her İstiklal Mahkemesinde olduğu gibi Atıf Hoco'nın da son duruşmasında "Sanığın idamına, bilahare tanıkların dinlenmesine" denilerek Atıf Hoca'nın idam kararı verilir.

4 Şubat 1926'da idam sephasında şehadetin en tatlı şerbetini içen Atıf Hoca'nın idam kararını işittiğinde son sözleri şu olmuştur; “ Zalim ve katillerle elbette mahşer günü hesaplaşacağız!"

Şapka Kanunuyla idam edilen tek kişi Atıf Hoca değildir. Şapka Kanunu`na karşı Sivas, Kayseri, Erzurum, Rize, Maraş ve Giresun`da protesto yürüyüşleri yapılır. Protesto gösterileri üzerine hemen devreye giren İstiklal Mahkemeleri 25 Kasım 1925`te Ankara`dan hareket eder. Aralarında İmamzade Mehmet Efendi, Vaiz Tarakçıoğlu Sabit, Avukat Hulusi, Şeyh Muharrem, Molla İbrahim, Bayraktar Hamdi gibi isimlerin bulunduğu 57 kişi idam, 27 kişi de ateş edilerek şehid edilir. 100 kadar kişi de 10 ile 15 yıl arası değişen hapis cezası alır. tabi bunlar üzerine kalın perdeler atılarak örtülen yakın tarihten bilinenler. Bunların haricinde kayıtlara girmemiş kaç mazlum, şapka giymediği için şehid edilmiştir, ALLAH bilir...

Atıf Hoca'ya bu vesileyle Allah Azze ve Celle'den rahmet diliyoruz.

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir