Rusya`ya dair bir analiz
Tarihin yol gösterici herhangi bir kılavuz kitabı olmadığı gibi tam tatmin edici benzetmelere de rastlanmaz. Tarih örnekler sunar, onun eğitim metodu budur. Örneklerden ibret almayanlar tekerrür ile tebdil edilir.
Bugün Ortadoğu ve Ukrayna` da yükselen çatırdama; Trans Atlantik blok ile Rus-Çin hinterlandının oturtmaya çalıştıkları yeni “Güç dengesinin” sesidir.
Burada hazin olan “atlarla develerin kapışmasında” hala ayağa kalkamamış olan İslâm Coğrafyasının ezilmesidir.
Yaşanan üçüncü paylaşım savaşı ismi meşhur X örgütünün hedef ve tahayyülünü çoktan aşmıştır.
Öncelikle batı bloğunun koruma gücü sayılan ABD`nin ‘Münih Analojisi` olarak bilinen ibretlik hadiseden ders çıkarmadıkları ve Rusya`nın önce Gürcistan-Güney Osetya ve sonra da Ukrayna- Kırımı ilhak hareketlerini iyi okuyamadıkları aşikârdır.
GÜÇ DENGESİ VE ÇOK KUTUPLU DÜNYA
Putin 2008`de 43. Münih güvenlik konferansında yeni bir dönemin başlangıcını açıklıyordu: “Tek kutuplu dünyanın kabul edilemez olmasının yanı sıra aynı zamanda imkânsız olduğu kanaatindeyim. Bu modelin modern uygarlık için ahlâki bir temeli yoktur.” Soğuk savaşın mağlubu sayılan Ruslar on beş yıl boyunca batının neo-liberal ekonomik yayılmacılığına, hasseten Nato`nun durmayan “Çevreleme” stratejisine sessiz bir direnişle karşı durmaya çalışmış bu arada BDT(Birleşik Devletler Topluluğu) ve Shangai İşbirliği Teşkilatını aktif hale getirmiş. Stratejik iki ürün olan Petrol ve Doğalgaz zenginliğini akıllıca kullanarak “Küresel siyaset arenasına” hızla dönen Rusya hakkında gözden kaçan birkaç önemli nokta var. Bunlar:
-SSCB dağıldığında Rusya dağılmamıştır. Aksine Ruslar taşımaktan yoruldukları onlarca ülkenin siyasi-ekonomik ve askeri yükünden kurtulmuşlardır.
-Rusya diğer ülkelerde bulundurduğu Obama`nın deyimiyle “Muazzam Konvansiyonel askeri gücünü” kendi topraklarına konuşlandırmıştır.
-Rusya en zor şartlarda (90`lı yıllarda) bile Ön Asya ve Orta Asya`daki hinterlandının kaderini ve kontrolünü ABD`ye kaptırmamıştır.
-Rusya, Avrupa`nın askeri yönden zayıf, ABD`nin ise büyük maceralara atılmayacak kadar deneyimli olduğunu bildiğinden ‘Arka Bahçesi` saydığı yerlerde yeniden boy göstermeye çalışmaktadır.
-1973 Arap-İsrail savaşından sonra tam anlamıyla ABD hegemonyasına teslim olan Orta Doğuya Rusya`nın askeri müdahalesi yaralarının iyileştiğini gösterir.
-Rusya artık dünyaya “Marksizm-Sosyalizm” gibi ideolojik heyecanla değil tamamen ortaçağ monarşik düzeninin sembolü olan Richelieu`nün “Raisond etat” ı yani ulusal çıkarların her türlü aracı meşru kıldığı şeklindeki politikasıyla hareket etmektedir.
-Rusya, bugün 1950-60`ların aksine bir süper güç pozisyonuna ulaşamayacağını bilerek güç dengesi ve çok kutuplu yeni bir düzeni zorlamaktadır. Ancak bu mevcut beş ülkenin BM güvenlik Konseyi daimi üyelik düzeni (Dünyaya tasallut sistemi) konusunda değişiklik istediği anlamına da gelmez. Büyük resimdeki Statükonun devamı onlar açısından elzemdir.
-Rusya, Afganistan fiyaskosundan ders çıkardığı için artık “Askeri işgalin çok pahalıya mal olduğu” gerçeğiyle hareket ederek Suriye`de Akdeniz`e mücavir çok geniş birkaç “Askeri Üs” ile yetinecektir.
-Rusya`nın uluslararası ilişkilerden anladığı “Dünya güç üzerine kurulmuştur.” (T. Herzl) söylemidir. Sahip olduğu ekonomik ve askeri kapasite onun yegâne diplomatik argümanıdır.
-200 yıllık Rus imparatorluğunun devamı olan Rusya`nın dönem dönem ihraç ürünü olurdu. (pan-slavizm, komünizm gibi) şu anda ise “poker suratlı” Putin kartlarını açık oynamakta ve ulusal çıkarlarını “jeopolitik zorunluluklara” dayamaktadır.
-Bazı stratejisyenlerin(!) devamlı “adı konmamış üçüncü dünya savaşı yaşanıyor” retoriği tüm dünyayı yaygın bir ağ gibi saran “ekonomik Entegrasyon” duvarına taslamaktadır. Bu güçlü ağ çok katmanlı savaşları engellemektedir.
-Rusya, ABD`nin ‘olağanüstü durumlarda olağanüstü kararlar al(a)madığını ve bir yıl sonraki seçimlere kadar elinin rahat olduğunu düşünerek hareket etmektedir. (ancak Suriye`ye davet edilişi Esed`den önce ABD tarafından yapıldığı düşünüldüğünde acaba bir yıl sonraki başkanlık seçiminde üçüncü Bush dönemi ve Orta Doğuya Neo-conların her seferinde yarım kalan tahrip-dizayn işlerini tamamlamak için dönmeye uygun ortamı mı hazırlıyorlar sorusu geliyor)
-Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, komünist çöküşten sonra, düşmanca niyetlerin ortadan kalktığı varsayıldı. (H. Kissinger) Büyük güçlerin her zaman gerçek veya sanal düşman(lara) ihtiyacı olur. ABD, İslâm dünyasını ekonomik ve askeri yönlerden tehdit görmüyor. Ancak güvenlik ve bürokrasisi toparlanan Rusya`yı “En büyük askeri tehdit olarak” işaret etmeye başlamıştır. Buna karşılık Rusya ne ‘eşitler arasında birinci` olan ABD`ye ne de büyük güç olan Çin ve AB`ye karşı savaşmayacak. Bununla birlikte nüfuz alanını genişleterek mezkûr güçlerin etkilerini sınırlandırmaya çalışacaktır. Bu da gücün doğasında vardır.
-Rusya Orta Doğuda Suriye vesilesiyle askeri tecrübesini pekiştirip operasyonel kabiliyetini artırırken, ABD`nin daima olmaması için uğraştığı Rusya-Çin ittifakını kısmen başarıp Akdeniz`de Trans-Atlantik bloğuna mesaj niteliğinde tatbikat yapmış bir yandan da ‘Büyük Asya Bankasının` temellerini atan anlaşma ile Batının can damarı olan “Para” ya dokunmuştur.
- Rusya, Suriye`de askeri üslerinin güvenliği için ona mahkûm ve mecbur bir rejimi ya iktidarda tutacak ya da olası bölünmede Nusayri bölgesini kontrolünde tutmaya çalışacaktır. 1975`te Sedat`ın bir imzası ile Mısır`dan çıkarılan 20 bin Rus askeri danışmanın tecrübesi devlet adamlarının hafızasından silinmemiştir.
- Kendi halkına olmadığı gibi özerk bölgelerine de hiç acıması olmayan Rusya`nın en çok uğraştığı ülkelerden birisi de şüphesiz Türkiye`dir. FSB profesyonelce tasarladığı suikastlerle, Çeçen – Özbek Müslüman önderleri Türkiye içinde katletmekten çekinmediği gibi, PYD gibi Marksist-Leninist (kendisine ideolojik yakınlık duyan) bir örgütü alenen kollayıp beslemekten de geri durmamaktadır. Tabi bu desteğin arkasında, Irak petrol ve doğalgazını Akdeniz`e bir koridorla açma ve Türkiye`nin Orta Doğu`yla bağını kontrol etme hedefleri yatmaktadır.
- Rusya yaptığı hesaba göre; aldığı riskler, tehditler, kazandığı düşmanlar ve yaşadığı ölümler ile ekonomik zararların tümüne karşılık bölgesel ve küresel kazancını çok fazla gördüğü için ABD ve Esed`in bol ihtimalli davetlerine evet demiştir.
Buraya kadar ki tespitler uluslararası ilişkilerin gormel ve ingormel (gayr-i resmi) devlet davranımlarının güncele yansımalarıdır.
Ancak İslâmi bakış açısının, her zaman kendine göre bir özgünlüğü ve madde üstü bir hakikat yönü vardır.
İslâm`a göre: “Tüm beşeri hesapların üzerinde yüce Allah`ın kudretiyle belirleyiciliği vardır.” Ve şüphesiz yüce Allah bu ümmetin aleyhine (topyekûn olarak) … “İnananların aleyhine kâfirlere fırsat vermez…”
İnsanlar; süper güçlerden, onların atom bombalarının dünyayı yok edeceğinden bahseder durur. Oysa yüce Allah kıyamet sahnelerini, dünyanın sonunu, Kur`an`da neredeyse resmetmiş, insanlığa sunmuş, okunduğunda tek dünya sahibi olanların yanıldığı görülür.
Bu coğrafya Müslümanlara aittir. Daha önce de niceleri geldi. Ya bu topraklara bağlanıp İslâm oldular ya da bu topraklara gömülüp tarih oldular. Bu gün de aynıdır. Gelen büyük güçlerin ayakları korkudan toprak görmüyor. Yoksa bu aziz İslâm medeniyeti onları da kapacak.
Saddam zalimi tarihi hata yaparak zamanının tek süper gücünü Ortadoğu`ya sürükledi tüm coğrafyanın huzuru gitti. Şimdi de Esed aynı hatayı yapıp Rus (ayısını) çağırdı. Bundan en büyük zararı yine bölge ülkeleri ve halkları görecektir. Ancak her şeye rağmen “Büyük değişim ve dönüşümlerin büyük acılardan sonra vücut bulduğu gerçeğiyle her çeşit işgal ve baskıya karşı ümmet cephesinde dimdik durulmalıdır.”
Faruk Kuzu