Adalet için mücadele ettiğiniz kadar asalet sahibisiniz
Adalet asalettir. Adaleti olmayanın asaleti olmaz. Kişi ne kadar asilse o kadar adildir. Bu fert bazında da devlet bazında da aynıdır. Bununla beraber devlet erkini elinde bulunduran fert olduğu için adalet fertte yoğunlaşır. Devlet başkanı ne kadar adilse devlet de o kadar adildir ve adil olduğu kadar da asildir.
Adaletsiz bir devlet düzeninin hâkim olduğu bir ülkede yaşayanlar ister suçlu olsunlar ister suçsuz, ister masum olsun ister günahkâr er ya da geç bir haksızlığa uğrarlar.
İstedikleri kadar suçlu olsunlar hatta isterse etliye sütlüye dokunmasın ve isterse de dağ başında uzlete çekilmiş pir-i fani bir abid olsun fark etmez adaletsizlik sonunda ona da dokunacaktır.
Adalet ile alakalı Lokman (a.s) ile öğrencisinin başından geçen çok güzel bir hikâye vardır.
Rivayete göre günlerden bir gün Lokmak (a.s) ile öğrencisi seyahat ede ede bir şehre gelirler. Onlar bir yere yerleşip istirahat ettikten sonra, Lokman (a.s) öğrencisini çörek, yağ ve peynir almak üzere pazara gönderdi. Öğrenci pazara gidip yağın fiyatını öğrendi.
Ona şöyle dediler:
Batmanı yüz dinardır. Sordu:
Çörek kaç paradır?. Dediler
Onun da batmanı yüz dinardır. Sordu:
Peki peyniri kaça veriyorsunuz? Dediler.
Batmanı yüz dinardır.
Öğrenci pazarda neyin fiyatını sorduysa. “yüz dinardır.” Dediler o, sevine sevine ustasını yanına gelip dedi ki:
Ne güzel şehre gelmişiz. Yüz dinardan fazla fiyat yoktur. Lokman (a.s) öğrencisine dikkatle kulak verip dedi ki.
Öyle ise, burada kalmak doğru değildir. Hemen çıkıp gidelim.
Öğrencisi:
Niçin? Dedi. Lokman (a.s) dedi ki;
Yağla peynir arasında fark olmayan bir yerde yaşamak doğru değildir.
Öğrencisi ustasına itiraz etti. Lokman (a.s) kendi sözünde ısrar ettiyse de şimdilik bu şehirde kalmaya razı oldu. Bir nice günden sonra car çekildiğini işittiler. Anladılar ki bugün birisini padişahın emriyle asacaklar. Lokman (a.s) öğrencisiyle birlikte darağacının kurulduğu meydana geldi. Adamlar toplandıktan sonra, padişah vezirleri ile bir tarafa gidip yerleşince yüzünü suçluya dönerek dedi ki:
Şu anda suçlarını tek tek söyle, ipi de boğazına kendi elinle geçir ki seni assınlar.
Suçlu dedi:
“padişah sağ olsun, ben bahçıvanım. Bir gün hâcede çalışırken hırsıza rastladım. Koşup onu tutmak isteyince tırmanıp duvara çıktı sokağa atlarken düşüp ayağı kırıldı. Beni tutuklayıp “suç senindir ki bahçenin duvarını yüksek örmüşsün. Duvar alçak olsaydı, hırsız hopladığında düşüp ayağını kırmazdı, onun için seni cezalandırmak lazımdır.” Dediler.
Padişah:
Doğrudur, tamamen doğrudur, diye cezanın yerinde olduğunu tasdik etti.
Bahçıvan dedi:
Padişah sağ olsun, duvarı ben örmedim.
Padişah dedi:
Peki, kim örmüştür? Bahçıvan dedi:
Usta. Padişah dedi:
Öyleyse bahçıvanı serbest bırakıp ustayı getirin.
Bahçıvanı bıraktılar, ustayı bulup darağacının altına getirdiler. Cellat ipi hazırlarken usta dedi:
Padişah sağ olsun, suç bende de değil. Padişah dedi:
Peki kimdedir? Usta dedi:
Çırağımda. Eğer o kerpici çok vermeseydi, ben duvarı yükseğe kaldırmazdım.
Padişah emir verdi, çırağı bulup huzuruna getirdiler. Çırak yalvardı:
Kerpici çok vermede benim suçum yoktur. Padişah sordu:
O halde kim suçludur? Çırak dedi:
Padişah sağ olsun ben ustama kerpici verirken yoldan bir kadın geçiyordu. Onun kolunda çok güzel bir bilezik vardı. Gözüm bileziğe ilişince hayran kalıp aklım başımdan geçti. Bir de ayılıp gördüm ki usta duvarı örüp yükseltmişti. Padişah emretti:
Bu anda o kadın bulunup darağacına getirilsin. Görevliler arayıp kadını buldular, meydana getirdiler. Padişah ona sordu:
Bu çırağın aklını başından alan senin bileziğin mi olmuştur?
Kadın dedi:
Padişah sağ olsun, bu işte ben suçlu değilim. Padişah dedi:
Peki, kimdir? Kadın dedi:
Suçlu kuyumcudur ki öyle gösterişli bilezik yapmıştır.
Padişah bir süre düşünüp onun sözlerini tasdik etti ve dedi:
Doğru söylüyorsun, yerde de gökte de olsa, hemen kuyumcuyu darağacının dibinde hazır edin!
Görevliler kadını bırakıp kuyumcunun peşinden gittiler. Biraz sonra onu çeke çeke padişahın huzuruna getirdiler. Padişah ona sordu:
Bileziği sen mi yaptın? Kuyumcu dedi:
Evet padişahım.
Peki, sen, o çok güzel olsun, bakanın gözleri kamaşsın, elindeki işleri şaşırsın diye mi düşündün?
Kuyumcu, padişahın sorusuna verecek cevap bulamadı. Cellat ipi halkalayıp onun boynuna geçirdi. Ancak, kuyumcunun boynu kalın başı küçük olduğu için ipi tutturmak mümkün olmadı. Ne kadar uğraştılarsa da başı halkadan çıktı.
Cellat dedi:
Padişah sağ olsun, kuyumcunun başı küçük, boynu kalındır. İp tutmuyor bilmiyorum ne yapayım? Padişah dedi:
Bundan kolay ne var ki? Başı büyük, boynu ince bir adam bul, ipi geçir onun boynuna, olsun bitsin!
Cellat, padişahın emrini yerine getirmek için adamların arasına girdi gözleri Lokman`ın (a.s) öğrencisine ilişince sevine sevine haykırdı:
Padişah sağ olsun, başı büyük, boynu ince adamı buldum.
Padişah dedi:
Geçir halkayı onun boynuna.
Öğrenci yalvarıp yakarıp suçlu olmadığını söyleyince, padişah onun sözünü kesti ve dedi ki:
Suçlu olup olmamanın bizim için hiçbir önemi yoktur. Bize büyük bir baş ve ince bir boyun lazımdır.
İşte Türkiye`deki adalet sistemi… Onlar için kimin suç işlediği önemli değildir. Önemli olan birine suçu isnâd etmek ve onu darağacında sallandırmaktır. Adaletsiz bir düzende yaşam sürüyoruz. Suçsuz olabilir ve suya sabuna dokunmayabilirsiniz. Belki çok mülayimsiniz, mütevâzisiniz ve kendi halindesiniz. Ama dikkat edin başınız büyük ve boynunuz inceyse halka her an boynunuza geçebilir. Yapmanız gereken şey adaletsizliğe karşı çıkmaktır. Bu durumda öldürülürseniz bu şerefli bir ölüm olur.
Unutmayın adalet için mücadele ettiğiniz kadar asalet sahibisiniz.
HÜSEYİN GÜNDÜZ