Felah-ı Vatan Grubu kuruldu
Dogruhaber / Tarihte bugün / 6 Şubat
GÜNÜN AYETİ
“Onlara; 'Girin cehennemin kapılarından! Ebediyyen kalmak üzere... İşte bak! Büyüklük taslayanların yeri ne kötüymüş' denildi” (Zümer suresi 72. ayetin meali)
GÜNÜN HADİSİ
“Kul kendini beğenmek sûretiyle mütekebbirlerden yazılır. Böylece mütekebbirlere isabet eden azap ona da isabet eder.” (Tirmizi)
GÜNÜN SÖZÜ
“Ademoğluna şaşmak gerek! Her gün bir veya iki defa eliyle pisliğini yıkıyor, sonra çıkıp göklerin (ve yerin) Cebbârı olan Allah'a karşı başkaldırıyor!” (Hasan Basri)
TARİHTE BUGÜN
1920: Son Osmanlı Mebusan Meclisi`nde, Mondros Mütarekesi`ne karşı direnme yanlısı Felah-ı Vatan Grubu kuruldu. Mondros Mütarekesi 1. Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlının savaşın galipleri olan İtilaf Devletleriyle yaptığı ve Osmanlı için egemenliğini ihlal eden ağır şartlar içeren anlaşmadır.
1923: Atatürk, minberden halka hitap etti. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve Kurtuluş Savaşında ancak İslamın dinamikleriyle vatan topraklarını kurtarabileceklerini çok iyi bilen bir kadro, İslamın söylemlerini tepe kullanmış, ilk meclis sarıklı, cübbeli İslam alimlerince Kur'an okunarak açılmıştı. Ama vatanı kurtardıktan sonra, İslam bir anda en büyük tehlike kabul edilerek dışlanmaya ve hor görülmeye başlanmıştır.
1933: 1 Şubat 1933'de Bursa`da Türkçe ezan protesto edilmiş, bir grup müslüman, ezan ve kametin Türkçe okunmasını hazmetmeyerek Ulucami'de namazdan çıkan halkla beraber valilik önünde gösteri yapmıştı. Bazı müslümanlar tutuklanırken olayı duyan Atatürk 5 Şubatta Ege gezisini yarıda keserek apar topar Bursa'ya gelmişti. 6 Şubatta müslümanların İslamın yozlaştırılmasına yönelik girişimlere tepki göstermesi ve kabul edilemez bulması üzerine Atatürk, Bursalılara seslendi: "...Konunun kesin nedeni din değildir. Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk Milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında hakim ve esas olacaktır."
Atatürk, Anadolu Ajansına ise Bursa'daki olayla ilgili şu demeci verdi: ''Hadiseye dikkatimizi bilhassa çevirmemizin sebebi, dini siyasete ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsamaha etmeyeceğimizin anlaşılmasıdır. Kesin olarak bilinmelidir ki Türk milletinin milli dili ve milli benliği, bütün hayatında hakim ve esas kalacaktır.''
Hep böyle olmamış mıdır? Bu milletin dinine el uzatılmış, inancı ve inancının gerekleri yasaklanmış, buna tepki verilince de bunun adı "Dini siyasete alet etmek" olmuştur.
1953: TBMM, 8 Kasım 1877'de Aziziye Tabyası'nı kahramanca savunan Erzurumlu Nene Hatun'a Vatani Hizmet Tertibi'nden 170 lira maaş bağladı.
1967: Cumhuriyet Halk partisi Genel Başkan İsmet İnönü, "Demokratik rejimi, komünist düşmanlığı perdesi altında kuşa çevirmek isteyen dikta heveslilerine yardımcı olmayacağım," dedi ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin sosyalist olmadığını bir defa daha vurguladı. Bir rejimi değiştirmenin yollarından biri, o rejimi ayakta tutan kurumlarına sızarak dönüşümü sağlamaktır. Örneğin bir ülkede rejim değişikliği yapmak için o ülkenin ordusuna, yargısına veya siyasal ya da sosyal açıdan en etkili kurumlarına sızar, o kurumların kisvesi altında hedefinize varan yolların önünü açarsınız. Türkiye'de özellikle 60'lı ve 70'li yıllarda Türkiyeli komünist ve Sosyalistler CHP'ye sızıp ipleri ele geçirmek için faaliyetler yürütmüştür.
"Peki, rejimi değiştirip sosyalist bir dönüşüm sağlamak isteyenler bunun için CHP'yi niçin bir sıçrama tahtası olarak kullanmak ve ele geçirmek için uğraştılar?" sorusuna verilecek cevapla CHP'nin bir siyasi parti olmanın ötesinde, kurulduğu günden itibaren rejimle nasıl özdeşleştiğini, devletin bir organı haline sokulduğunu, diğer partilerin üzerinde müfettiş konumu verildiği ortaya çıkacaktır. Rejim tarafında verilen bu paye ile CHP, rejimin kolonlarından biri yapılmıştır. Bunu herkes gibi farkeden Sosyalistler CHP'ye sızıp ele geçirmenin getireceği avantajları değerlendirmek istemişlerdir. Ama İsmet İnönü ısrarla militanik solun önüne dikilmiştir. Nitekim 7 Mayıs 1972'deki CHP Kurultayında CHP başkanlığını Bülent Ecevit'e kaptıran İsmet İnönü ile Ecevit arasındaki çatışmanın temelinde biraz da CHP'nin direksiyonunun hangi tarafa çevrileceği tartışmasını da aramak lazımdır. Zira, Ecevit ve İnönü arasındaki zıtlaşma salt parti yöneticiliği değildi.
1986: Polis memuru Sedat Caner'in işkence itiraflarını yayımlayan derginin son iki sayısı toplatıldı. Sedat Caner adlı polis, 200'den fazla işkence sorgusuna girdiğini itiraf etmiş ve o dönemde uygulanan işkence çeşitlerini açıklamıştı. Aynı gün Başbakan Turgut Özal işkence iddialarını yalanlayarak "İşkence yoktur, suimuamele" var dedi. Şaka gibi bir ülkede yaşıyoruz. İnsanları emniyetin beşiği olması gereken karakollara alacak, Filistin askısında elektrik vereceksiniz. İlkokul kitaplarında Atatürk'ün kaldırdığı ve kötülenip durulan falakayı gericilerin eğitim metoduydu diye resimler eşliğinde yerden yere vurup sonra da insanları falakaya alacaksınız. bunun da adı işkence değil, "suimuamele" yani "kötü muamele" olacak.
1987: Yargıtay 4. Hukuk Dairesi işkence olaylarında, işkencecilerin yanı sıra devletin de sorumlu tutulmasını kararlaştırdı. Yargıtay'ın bu kararı olumlu bir karar sayılabilir. Lakin işkence denen barbarlığın tanımı rejim tarafından sağlıklı bir şekilde yapılmadığından işkenceciyle beraber devletin de yargılanması anlamını kaybediyor. Bu durum şuna benziyor. Devlet kanun çıkarıyor "Cinayet suçtur diyor." Sonra cinayet olan fiil oluşunca da "Bu cinayet değil. Bu -örneğin- kötü muameledir" deyip işlenen eylemi yasaklanan fiilin tanımı kapsamından çıkarınca ortada ne işlenmiş bir suç kalıyor ne cezalandıracak bir suçlu! Bu ülkede yıllarca "İşkence suçtur" dendi. lakin işkencenin varlığı hep inkar edildi. Yer yer işkence olan davranışlar patlak verip de üstü kapatılmayınca bu kez de "Bu işkence değil, kötü davranmaktır" dendi. Unutmayalım Türkiye'de karakolda işkence görüp mahkemeye doktordan aldığı "7 Gün iş göremez" raporuyla başvuran bir vatandaş için alınmış yargı kararı şudur: "7 gün iş göremez şekilde dayak yemek işkence kapsamında değerlendirilemez"
Kötü bir şakanın ortasında olduğunu sananlar için bunun bir şaka olmadığını ve yaşanmış bir Türkiye gerçeği olduğunu özellikle vurgulayalım.
1989: SHP, 'Kürtler ayrı bir halktır' dediği öne sürülen Malatya Milletvekili İbrahim Aksoy'u partiden geçici olarak ihraç etti. Bir halkı inkar etmek demek ne insanlık ne akıl işidir. Türkiye'de düşülen o vahim hatalara tekrar düşmemek için yeni nesillerin empatiyi ahlak edinmeleri gerekir.
1998: Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından yapılan açıklamada, Türkiye'nin nüfusunun 62 milyon 610 bin 252 olduğu bildirildi.
2000: Türkiye'de Sanayi Bakanlığı, traktöre rastgele oturulmasını yasakladı. Yayınlanan bir genelgeyle, traktöre "Avrupa Birliği standartlarına göre" binilmesi kararlaştırıldı. Avrupa'dan neyi alacağına bir türlü karar veremeyen yöneticiler aslında gelecek kuşaklara kaliteli fıkra malzemesi hazırlıyorlar.
2001: Mahmud Esad Coşan'ın cenazesinin Süleymaniye Camii haziresine defnedilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı imzaya açıldı. Mahmud Esad Coşan Hoca'nın ailesi Süleymaniye Camii haziresine gömülmesi için dilekçeyle başvurmuştu. Konuyu imzaya açan Bakanlar Kurulu olumlu cevap vermiş ama kararname Cumhurbaşkanı Sezer'e takılmıştı. Bunun üzerine ailesi Mahmud Esad Coşan Hocayı Eyüp Sultan Mezarlığı'nda defn etmişti. 2011 yılında Gölcük Donanma Komutanlığı'na yapılan baskında zemin altına zulalanan belgeler içinde Mahmud Esad Coşan'ın cenazesine katılanların fişlendiği belgeler ele geçirilmişti.
2001: Kasap Ariel Şaron İsrail başbakanı oldu. Şaron tabiri caizse eli silah tuttuğu günden beri Filistin topraklarında müslümanları katleden Şaron 2006'da aniden felç geçirip komaya girdi. Uzun yıllar bu şekilde yatalak kalan ve insanlıktan çıkan Şaron'un başına gelenler bir nebze de olsa müslüman milleti rahatlatmış, içindeki ateşe su dökmüştür.
2003: TBMM, kapalı oturumda, Türkiye'deki askeri üs ve tesisler ile limanlar gerekli yenileme, geliştirme, inşaat ve tevsi çalışmalarıyla ilgili olarak ABD'ye mensup teknik ve askeri personelin üç ay süreyle Türkiye'de bulundurulmasına, bununla ilgili gerekli düzenlemelerin hükümet tarafından yapılmasına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi'ni kabul etti.
2005: Başbakan Erdoğan, Almanya'da yayınlanan haftalık gazetelerden Welt am Sonntag'da (Velt Em Sontag) yayınlanan demecinde, “Yüksekokullarda türban takmayı yasaklayan yasayı değiştirmek mi istiyorsunuz?” sorusuna, ”Evet bunu gözden geçiriyoruz, inceliyoruz. Ben böyle bir adımı doğru bulmuyorum. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını zayıflatmak için değil, Türk vatandaşlarına din özgürlüğü sağlaması için...” şeklinde yanıt verdiği ileri sürüldü. Erdoğan, söz konusu demeç ile ilgili olarak, “Aslı astarı olmayan açıklamalar, beyanlar var. Kimisi derleme toparlama cinsinden diyebileceğim haberler... Bu konuda da zaten benim kanaatim, düşüncem, 3 Kasım seçimleri öncesinde ne ise bugünde odur” dedi.
2007: Fransa'daki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, Cezayir soykırımı malzeme oldu. Sosyalistlerin adayı Segolene Royal Cezayir'e, "Fransa, sömürgeci geçmişiyle hesaplaşmalı" diye mesaj gönderince, muhafazakar Dışişleri Bakanı Philippe Douste-Blazy de "Sömürgecilik yüzünden sürekli vicdan azabı ve pişmanlık içinde kıvranmamız doğru değil" dedi.
2012 : 2011 -2012 Eğitim-Öğretim Sezonun İkinci Yarısı Başladı. Gaziantepte Başörtülü Okumak İsteyen Öğrencilerin Mağduriyeti Devam Ediyor.
Geçen Dönem Derslere Alınmayan Onlarca Öğrenci Yine Okul Kapısından Çevrildi.
Öğrenci Velileri Ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Tüm Girişimlerine Rağmen Kılık Kıyafet Yönetmeliği Gerekçe Gösterilerek İnançları Gereği Başörtüsü Takan Öğrenciler Derslere Alınmadı.
Çocuklarının Eğitim Hakkı İçin Yasal Olarak Mücadele Veren Öğrenci Velilerine Dava Açıldığı Ortaya Çıktı.
AA