• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
KÜRT SORUNUNUN “sorunu”
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER/ANALİZ

Kürt sorununa yönelik çözüm projesi, kimsenin küçümseyemeyeceği, yok sayamayacağı önemli bir adımdır.

Her şeyden önce bugünkü Türkiye sınırları içinde,  1514`te İdris-i Bitlisî üzerinden yürütülen müzakerelerden bu yana devlet ilk kez, Kürtlere yönelik pozitif bir tutumla bir proje içinde yer almayı kabul etmiş görünüyor. 

O günden bu yana devletin ilgili olduğu projelerin tamamı olumsuz bir yaklaşımla oluşturulmuştur; hak artırmaya yönelik değil, eldeki hakları azaltmayı yöneliktir. Hatta hak odaklı değil, güvenlik odaklıdır. Devlet, hakları kısıtlarken konuyu halk nezdinde gündeme getirmeyi bile gerekli görmemiş; köy isimlerinin değiştirilmesinde olduğu gibi kapalı kapılar ardından alınan kararları en katı şekilde hayata geçirmiştir.

Bu sefer, pratikte güvenlik kaygıları öne çıksa da teoride haklara odaklanma ve bu doğrultuda hak alanını genişletme niyeti açık bir dille ortaya konuyor.

Öte yandan yörede otuz yılı aşkındır adına “savaş” denmemiş bir şiddet süreci vardır. Bu süreçte on binlerce kişi öldü, on binlerce kadın kocasını, on binlerce çocuk babasını yitirdi. Milyonlarca insan, yöreden göç etti; büyük şehirlerin varoş ve slumlarına mahkûm oldu; kimsesizlikten, ilgisizlikten insanî değerlerini yitirdi, suç işleme oranları tavan yaptı. Onların yeniden düzenini bulması bile başlı başına bir vakadır. Çözüm projesinin bunca felakete yol açan bir çatışma sürecini bitirme ihtimali bile önemlidir, ciddiye alınmak durumundadır.

Bununla birlikte her çatışma süreci bir rant grubunu ortaya çıkarır. Bu rant grubu, güvenlik politikalarından beslenen bir bürokrasi etrafında iş görerek başkalarının kaybı üzerinden yaşamaya alışır. Her tür sulh girişiminin karşısında durur, kimi zaman çatışmaların devam etmesi için fiili müdahalelerde bile bulunur.

Türkiye`de tarihî devlet geleneği içinde bir çatışma sürecini bu tür projelerle sonlandırma hazmı da yoktur. Selçuklulardan Osmanlılara, tarih boyunca devletin içindeki bir kesim, bu tür projelerle öne çıkanlara karşı daima “ihtilal” düşünmüş ve gününü yakaladığında onları “hain” ilan edip en ağır şekilde cezalandırmıştır. Barış müzakereleri yürütmek bir yana “ateşkes” teklif etmek bile bu devlet geleneğinde affedilmez bir suç gibidir.

Çözüm sürecini teklif edenlerin bu riski göze almaları ve çok yönlü engellerle karşılaşmalarına rağmen tutumlarını sürdürmeleri, takdire şayandır. Ne var ki çözüm projesinde asıl sorun, bu “ihtilal” girişimleri değildir.

Projenin bunun dışında ciddi sorunları ve bu sorunlar yüzünden projeye karşı ciddi itirazlar vardır.

PKK`NİN BOLŞEVİK   TEK PARTİCİLİĞİ

PKK, Bolşevik bir alt yapıdan geliyor. Sovyet Rusya`da Lenin ve Stalin çizgisini temsil eden Bolşeviklerin en öndeki özelliği “tek partici” olmaları ve o tek parti içinde yer almayan herkese karşı “imha” politikasını kendi varlıkları ile özdeşleştirmeleridir. “Ya ben ya siz” diye özetlenebilecek bu politika, güç bulduğu yerlerde Bolşevikler var oldukları sürece sonlanmayan çatışmalara yol açıyor. Öldürme, işkence ve iç çatışmanın yol açtığı “korku atmosferi”, bu politikanın tabii bir neticesidir. Bolşevik anlayış, muhalifleri bu korku atmosferi kıskacına alma ve onlar üzerinden kendini ifade etmeye dayanır. Karşısında sert bir muhalefet bulmadığında, ılımlı muhaliflerin üzerine vararak onları şiddet ortamına çekip korku atmosferini sürdürür.

PKK`nin bu zihinsel alt yapıdan uzaklaşmadan Kürt coğrafyasında ulaştığı güç, Kürt sorununun sorunudur.

PKK, Suriye ve Türkiye`de bir varlığa ulaşmış; Doğu ve Güney Kürdistan`da bir varlığa ulaşma arayışındadır.

Güç bulduğu Türkiye`de otuz yıldır yol açtığı iç çatışmayı her seferinde dış güçlerden yararlanarak çarpıttı; dolayısıyla bu çatışmanın nedeni tam anlaşılamadı. Suriye`de ise PKK pratiği, gözler önündedir: PKK, güç bulduğu yerlerde PDK (Kürdistan Demokratik Partisi) gibi Kürtlerin modern dönemdeki kadim bir partisine dahi hayat hakkı tanımıyor. Kendisini Barzanî`ye yakın gören ya da PKK`nin o şekilde fişlediği yüz binlerce Kürt bugün, Saddam veya Esed yüzünden değil, bizzat PKK`nin “Rojava” politikası yüzünden Kamışlı`dan, Kobani`den, Efrin`den göç etmiş durumda.

Bir halkın kendisi için hak arayışında olduğunu iddia eden bir örgüt yüzünden göç etmesi... Bunun sözcüklerle ifadesi ancak “milli musibet”tir.

PKK, bu milli musibeti şimdi Şengal bölgesine taşımak istiyor ve orada Müslüman Kürtleri göçe zorlayacak ya da Yezidi kantonunun ikinci sınıfı haline getirip ezecek bir proje öne sürüyor. Projesine karşı çıkan Barzanî`nin PDK`sini ihanetle suçluyor, bu ihanet söylemine Kürtler arasında taban oluşturuyor, gününü bulursa çatışma sürecine geçmek isteyeceğinden de şüphe duyulmuyor. 

Sorun, bir örgütün bir şeyi amaçlaması değil, o amacını gerçekleştirme gücünde olmasıdır. PKK, Bolşevik amaçlarını gerçekleştirme amacına ulaşma karşılığında Kürt halkının İslamî değerleri ile çatışmayı, İslam âleminde Batı lehine savaşan bir güç olarak konumlanmayı Batı`ya vaat ediyor. Ve öyle görünüyor ki Batı, onun bu vaadine bir değer biçiyor. Bu, Kürtler açısından “Kürtlerin PKK sorunu” diyebileceğimiz bir sorun oluşturuyor. Dışarı ile her tür işbirliğine açık, içeride ise her tür birlikte yaşam seçeneğine kapalı bir güç... Bunun karşılığı, geçen yüzyılın Batı destekli “Ortadoğu” diktatörlüklerinden başka nedir?

İMKÂNI FIRSATA DÖNÜŞTÜRMEK

Çözüm projesi, büyük bir imkândır ancak PKK`nin bunu tek partici sol anlayışını pratiğe geçirmek için bir fırsata dönüştürdüğüne dair ciddi kanıtlar var.

PKK, süreç boyunca silahlı bir güç olmayı sürdürdü; silahtan yararlanarak etkisi altında tuttuğu semtlerde belediyelere, Atatürkçü bir geleneğe ait olan “halk evleri” kurdurttu, kamplarındaki “akademilerini” adeta şehre taşıdı. Belki de bu fırsata bakarak süreci yıllara yaymanın yollarını aradı.

Özellikle bir önceki dönem, dindar geçmişi olan bir kişiyi milletvekili de yapıp vitrine sürerek daha önce ulaşmadığı kimi dindar ailelere ulaştı; onlarla kurduğu bağı onların çocuklarını sosyalistleştirme yönünde kullandı.  

PKK`nin bu aslında bir bölümü süreç öncesine ait olan ancak süreçle artan halk evi etkinlikleri, özellikle kırsaldan kente göç eden dindar Kürt gençleri arasında önce zihinsel bir değişime, ardından sosyal bir dönüşüme yol açtı. Bu yüzden kuşak çatışması görüldü. Zihinsel ve sosyal değişimlerine uygun bir ortam bulamayan gençler aileleri ile çatıştı. Başta Batman olmak üzere genç kızların bir bölümü bu yüzden intihara yöneldi. Ailesel değerlere zıt hayat tercihi yüzünden “namus cinayetleri” de arttı. Bu cinayetler medya üzerinden pazarlanarak Batı`nın ve Batı tarafından süsbanse edilen yerli kuruluşların dikkati bölgeye çekildi. Adını duyurmak için her tür zemini kullanan eşcinsel dernekleri bile kurulan pazarı görüp bölgeye yöneldi, paneller düzenledi, görünürlük elde etti. 

Dünyanın her yerinde bu tür kuşak çatışmaları, aile değerlerine zıt yaşam tercihleri ve hele hele eşcinsel faaliyetleri; Hıristiyan, Budist veya Müslüman dindarların tepkisini çeker, onlar arasında huzursuzluğa yol açar.

Ancak aslı kaygı, çözüm sürecinin başarıya ulaşması durumunda PKK`nin bu zihinsel ve sosyal değişimi siyasi gücünden yararlanarak bir resmi politika olarak dayatma ihtimalidir. Bolşevik gelenekten gelen PKK, sadece siyasi bir tarafgirlik istemiyor aynı zamanda zihinsel ve sosyal bir değişimi de dayatıyor. Bu da durumun farkında olan dindar Kürtler arasında “Yarın ne olacak?” kaygısı oluşturuyor.  Yıllarca devletin Kur`an-ı Kerim eğitimi yasağı, ezan yasağı, başörtüsü yasağı gibi dayatmaları ile karşılaşan halkın, dünya bu yasaklardan uzaklaşıyorken, yarın kendi öz yurdunda karşılaşma ihtimali bu kaygının esasını oluşturuyor. 

İMRALI ÜZERİNDEN   YENİ BİR HİYERARŞİ

Esas olan, silah bırakma görüşmelerinin silahlı gücün temsilcileri yapılmasıdır. Ama silah bırakma görüşmelerinin sadece PKK ile yapılması ne kadar doğru ise hak ve hukukun PKK ile yapılan görüşmelere endekslenmesi o ölçüde doğru değildir.
İmralı`yı öne çıkarma girişimi, Kürtler arasında kaynağını halktan almayan bir hiyerarşi inşa etme çabasına dönüşme tehlikesi taşıyor.

Kürtlerin hak taleplerini PKK`nin genel sekreteriyle konuşmak…(?) Hak talebi bir değer talebidir. Peki, PKK genel sekreteri cami gibi fiziki bir değer hakkında ne düşünüyor? “Camiyi bu sürece karıştırmayacağız” denebilir. Dil ve edebiyat dinden soyutlanabilir mi?

PKK`nin genel sekreterini Türkiye`de yaşayan Kürtlerin hiyerarşisinin tepesine yerleştirmeye çalışmak... Siyasi görüşü ve pratiği bilinen bu isme bir tür Kürtlerin temsilcisi muamelesi yapmak... Kürtlerin bir kesimi arasında endişeye yol açar. Bu endişe yersiz de değildir. Zira PKK`nin genel sekreteri, yapı olarak böyle bir konum talebine yatkındır. Bu yönde ona küçük bir yol açmanın bile onda nasıl bir karşılık bulacağını tahmin etmek zor değildir.

ÜÇÜNCÜ GÖZ...

Yakın bir döneme kadar Kürtler arasında Batı`nın müdahalesi hak garantisi olarak görülüyordu. Oysa Batı`nın yararına olan, çözüm değil, çözümsüzlüktür. Batı, bölgeye müdahale etmek için seçeneklerinin azalmasından değil, artmasından yanadır. Dolayısıyla tarafların anlaşmasını da bir tarafın diğer tarafa galip gelmesini de istemiyor; aksine yöreye müdahale edebilmek için tarafların çatışma sebep ve yeteneklerini korumalarını istiyor.

Bir süredir, “üçüncü göz” talebi gündemde tutuluyor; üçüncü gözün Batı olması, çözümsüzlüğün devam etmesi anlamına gelir. Üçüncü göz gereksinimi varsa bu göz, yerli olmalı ve çatışmadan rant sağlamayan kesimlerden seçilmelidir.

Halkın kanaat önderlerinin sürece katılması da üçüncü göze karşılık gelmez. “Üçüncü göz”, bu tür görüşmelerde sürecin dışındaki kişilerden oluşur. Oysa kanaat önderleri sürecin bir parçasıdır. Onlarla anlamsız görüşmeler yapmak, “oyalama” ile eş anlamlıdır. Kanaat önderlerinin ortak kanaati, sürecin diğer taraflarının kanaati kadar ciddiye alınıp netice üzerinde etkili olursa çözüm projesi yeni bir sürece girmiş sayılır.

Bu tür projelerin kültürel ayağı, ister istemez zamana yayılacaktır. Ancak bir halk, özellikle İstanbul gibi kentlerde yaşayan kesimlerinde bir tür “kültürel ebterlik” yaşıyor. Torunlar, dede ve nene ile konuşamıyor. İki kuşak arasındaki kültür alışveriş tamamen kopuyor. Bu, suç oranlarındaki artışın da altında yatan bir insanlık dramıdır. Oysa İstanbul gibi ihtiyacın doğudan da daha çok olduğu kentlerde seçmeli ders olarak bile Kürtçe alınamıyor.

Seçmeli ders imkânı kolaylaştırılmalı, okul müdürlerinin siyasi eğilimlerinden en az etkilenecek kriterlere bağlanmalıdır. Yerleşim adlarının iadesi gibi hususlarda da kayda değer bir adım yok. Bu adımların PKK`nin adımlarına endekslenmesi yönündeki işaretler kaygıları artırıyor.

Netice...

Çözüm projesiyle ilgili kaygı ve itirazlar, temelsiz değildir; insanî, görmezlikten gelinemeyecek gerekçelere dayanıyor. Kaygı ve itirazların sahipleri saygıya değerdir. Bu kaygı ve itirazlar giderilmeden çözüm projesinin hedefine ulaşarak kalıcı bir huzur ortamı oluşturması beklenmemelidir.

Bu haberler de ilginizi çekebilir