• DOLAR 32.455
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...
`Malınızı zekâtla arındırın`
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

MARDİN – Müslümanlar, genellikle zekâtlarını Ramazan ayına denk getirerek bu ayda zekâtlarını veriyorlar. Mardin İl Müftüsü Dursun Ali Coşkun da zekât ile ilgili açıklamalarda bulundu.

“İslam dini zekâta önem verilmiştir”

Kur’an-ı Kerim’in Mekke’de nazil olan ayetlerinde zekâta vurgu yapılması, Risâlet’in ilk dönemlerinden itibaren konunun önemsendiğini gösterdiğine işaret eden Coşkun,  “Nitekim Ca’fer b. Ebû Talib Habeşistan kralı Necâşî ile konuşmasında da Peygamber Efendimizin insanlara zekât vermeyi tavsiye ettiğini belirtmiştir.” dedi.

“Zekât nefsi temizliyor”

Zenginin, Rabbinin rızasına ermek arzusuyla yerine getirdiği zekâtın birçok hikmetlerinin olduğunu vurgulayan Coşkun, “Öncelikle zekât, bir yandan fakirlerin ihtiyacını karşılarken, diğer yandan da veren kişinin şahsiyetini geliştirmekteydi. Zekât, hem maldaki kirleri temizlemekte hem de sahibini arındırmaktadır. Nitekim Yüce Allah Hz. Peygamber’e hitaben, ‘Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın.’ (Tevbe 103) buyurmaktadır. Bu ise, zekâtın kişilere sağladığı maddî yararları vurguladığı gibi, konunun manevi/ruhî boyutuna da işaret etmekteydi. Bu açıdan bakıldığında zekât vermek, hem malın hem de nefsin temizlenmesine yardımcı olmaktadır. Çünkü nefis, cimrilik ve aşırı dünya sevgisi ile yoğrulmuştur. ‘Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.’ buyuran Yüce Rabbimiz, insanın benliğinde yer alan cimrilik hastalığının giderilmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. Kişi, zekât vermek suretiyle cimrilik hastalığından kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda da kendisini cömertliğe alıştırır. Böylece o, Yüce Allah’ın övgüsünü kazanır. Bu yönüyle zekât, cimrilik hastalığına şifa veren bir ilaç olur, kişiyi maddenin ve menfaatin esiri olmaktan kurtarır.” diye konuştu.

“Mal sahibini değerli kılan zekâtını vermesidir”

Allah’ın, insanlar arasında inanan-inanmayan şeklinde bir ayrım yapmaksızın, herkese mal/mülk verdiğini belirten Coşkun, ancak bir insanın elinde mal ve mülkün bulunması onun Allah katında değerli bir şahıs olduğu anlamına gelmediğini söyledi. Coşkun, “Mal sahibini değerli kılacak olan şey, o nimetlerin kadrini bilmesi ve şükrünü yerine getirmesi, yani malında fakirin hakkı bulunduğunu bilerek bunu ödemesidir. Bu anlamda insan, evlâtlarıyla olduğu gibi mallarıyla da imtihan edilmektedir. İnsanların en fazla yanıldıkları konu ve başarısız oldukları imtihanlardan biri de mala olan aşırı düşkünlükleridir. Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz ümmetinin böylesine bir mal sevgisine kapılmasından duyduğu endişeyi dile getirmiştir.” dedi.

“Bedenin de ve malın da şükrü vardır”

“Bedenin şükrü olduğu gibi, elde edilen malın da şükrü vardır.” diyen Coşkun, “Efendimiz (sav), ‘Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur.’ (İbn Mace Sıyam 44) buyururken insanın sahip olduğu her bir nimete karşı şükretmesi gerektiğini vurgular. Bu anlamda zekât, Allah’ın verdiği mala karşı şükür vazifesidir. Bedenin zekâtı olan orucun insan bedenini maddî ve manevi o temizlemesi gibi, zekât da malı arındırır, bela ve musibetlere karşı korunak sağlar. Zekât vesilesiyle mallarını gönüllü olarak harcamaya alışan müminler, kendileri kadar, diğer ihtiyaç sahiplerini de düşünürler. Artık ‘Ben’ duygusu, ‘biz’ duygusuna dönüşmeye başlar. Bu duyguya sahip olan gerektiğinde zekât dışında da mali yardımlarda bulunur. Böylece kendi malından fedakârlık yaparak sevap kazanmaya çalışan kimse, başkalarının malını haksız yollarla elde etmeye kalkışmaz.” diye konuştu.

“İslam, insanların dünya saadetini önemsemiştir”

İslam’ın insanların dünya saadetini önemsediğini kaydeden Coşkun, bazı rivayetlerde iyi bir eş, geniş bir ev, iyi bir binek birer saadet vesilesi olarak sunulduğunu söyledi. Coşkun, “Öte taraftan Allah Resulü, fakirliğin istenilmeyen, hatta Allah’a sığınılması gereken bir hâl olduğunu da belirtmiştir. Asıl olan, her ferdin bütün imkânlarını zorlayarak kendi geçimini temin etmesidir. Fakat bu imkânları elde edemeyip varlık sahibi olamayan insanların ihtiyaçlarının giderilmesi ve onların da aktif ve verimli bir şekilde toplum hayatına katılımlarının sağlanması toplumun genel huzuru açısından önemlidir. Bir yıl boyunca değişik ticarî faaliyetlerle insanlar arasında dolaşan servet, zekât vesilesiyle muhtaç kimselere de ulaşmaktadır. Böylece normal ticarî faaliyetlerdeki muhtemel dengesizlikler ve gelir dağılımındaki uçurumlar asgarîye indirilmiş olur, toplumun bütün kesimlerinin bir şekilde mal dolaşımına dâhil edilmesi sağlanır.” dedi.

Hz. Ebubekir, zekât vermeyenlere savaş açmıştı”

Zekâtın İslâm’ın ilk kutlu kuşağı olan sahabe tarafından çok iyi anlaşılıp uygulandığını da hatırlatan Coşkun, “Abdullah b. Mes’ûd, kendilerinin namazı dosdoğru kılmakla, zekâtı vermekle emrolunduklarını hatta zekât vermeyenin namazının bile kabul edilmeyeceğini söylüyordu. (Taberi 103) Allah Resulünün vefatından sonra halife olan Hz. Ebû Bekir ise, Müslüman oldukları hâlde bazı kimselerin zekât vermek istememeleri üzerine, zekât ve namazın birbirinden ayrılamaz dinî yükümlülükler olduğunu bildirmiş, hatta gerekirse bu kimselere karşı savaş açacağını ilan etmişti.” dedi.

“Zekâtın tam olarak verildiği yerlerde sükûnet egemen olur”

Mali bir yükümlülük olan zekâtın kişinin dünya malına karşı dengeli bir duruş içinde olmasını sağladığını söyleyen Coşkun sözlerini şöyle tamamladı: “Toplumsal boyutları açısından değerlendirildiğinde, kardeşlik ve paylaşma duygularını geliştirir. Zekâtını veren zengin, servetini mümin kardeşiyle paylaşmanın hazzını, güzelliğini yaşar. Bilir ki verdiği zekât hem bu dünyada arınması hem de ahirette ecir kazanması için Hz. Peygamber’in deyişiyle ‘delil’ olacaktır. Yine Sevgili Peygamberimizin müjdelediğine göre, ‘Sadaka/zekât vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları yok eder.’ İhtiyaç sahiplerinin bu paydan yararlandıkları sırada yaşadıkları sevinç ve memnuniyet, verenin gönlünde huzura ve genişliğe dönüşür. Böylece zekâtın tam olarak verildiği yerlerde denge ve sükûnet egemen olur. Yoksul, zengin kardeşinin malına kem gözle bakmak şöyle dursun, kendisi de yararlandığı için o malı kendi gözü, kendi malı gibi korur, kollar. Böyle bir ortamda, hırsızlık, kapkaç ve gasp gibi mali suçlar azalır, zamanla yok olur.” (M. Salih Keskin – İLKHA)

Bu haberler de ilginizi çekebilir