• DOLAR 32.47
  • EURO 34.857
  • ALTIN 2451.231
  • ...
`İslam, Demokrasi ve Medine Vesikası` Üzerine
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Uzun zamandır çağdaş İslam düşüncesinin ilgi alanında olan ve Türkiye’de son 10 yıldır İslami camia arasında da ciddi tartışma ve ayrışmalara konu olan İslam ve demokrasi ilişkisi şimdilerde yeniden gündemde. Şüphesiz Ortadoğu’da baş gösteren ve tabii olarak son yüzyılın en önemli toplumsal ve siyasal olayları olarak görülen halk intifadaları, konunu bir kez daha gündemleşmesinde başat rol oynamış, oynamaktadır.

Tartışmaya Yeni Şafak’taki köşesinde bugün katılan Hayrettin Karaman, konuyla ilgili bazı tespit ve değerlendirmelerde bulunmuş.

DEMOKRASİNİN ÖZÜ VE İSLAM’LA BAĞDAŞMAZLIĞI

Demokrasiyi, arka plandaki zihniyet dünyasını atlayarak İslamileştiren bir eğilimin varlığından bahseden Karaman şu değerlendirmelerde bulunuyor:

“Halbuki demokrasinin bir üzerine oturduğu zihniyet, bir de bunu yürüten mekanizma, yani pratiği vardır. Demokrasinin oturduğu zihniyette, felsefi temelde beşerin Yaratan`a denkliği, üstünlüğü veya bağımsızlığı vardır. Burada insan Allah`tan bağımsızdır. Demokrasinin esası budur ve bunun İslâm ile katiyetle bağdaşmayacağı kanaatindeyim.”

DEMOKRASİNİN –DAHA İYİSİ BULUNUNCAYA KADAR- ARAÇ OLARAK KULLANILABİLİRLİĞİ

Demokrasinin üzerine kurulduğu bu fikir ve zihniyet dünyasına kayıt düştükten sonra konuyu onun araçsallığına getiren Karaman, bu bağlamda teorik boyutuna dikkat etmek kaydıyla pratik-teknik yönünden en azından daha iyisi bulununcaya kadar istifade edilebileceğini söylüyor:

“Eğer bu noktada anlaşıyorsak, bütünüyle (felsefesi ve tekniği ile) demokrasi Müslümanların siyasi sistemi olamaz. Ancak demokratik mekanizma, İslâm ve siyaset teorisinin ilkeleri doğrultusunda -daha iyisini buluncaya kadar- kullanılabilir.”

ASIL PROBLEM KÖKENDE BEŞERİ AKLIN BULUNUYOR OLMASI DEĞİL

Asıl problemin demokrasinin kökeninde insan aklının bulunuyor olmasının değil, aksine bu aklın kendisini ilahi olandan mustağnileştirmesi olduğunu belirten Hayrettin Karaman şunları kaydediyor:

“Sırf mekanizma ve işleyişi bakımından değerlendirmek gerekirse, İslâm ile demokrasi arasında bazı benzeşmeler ve hatta bizler için elverişli pratikler bulunabilmektedir. Asıl problem, demokrasinin kökeninde beşeriyetin bulunması değil, Allah`ı işe karıştırmaması, hâkimiyetin doğrudan ve kaynak olarak halka ait olduğunu ilke olarak kabul etmesidir.

MEDİNE VESİKASI TEK BAŞINA ÖLÇÜ OLAMAZ!

Tartışma bağlamında Hayrettin Karaman’ın en önemli açılımının Medine Vesikası olduğu söylenebilir. Bu vesikanın “liberalizm, laiklik ve demokrasinin İslam’la sentezinin” bir tür kanıtı olarak kullanıldığına dikkat çeken Karaman burada sapla samanın birbirine karıştırıldığını kaydediyor.

Bu bağlamda Medine Vesikası’nın Müslümanların güçsüz olduğu bir geçiş döneminin ürünü olduğunu belirten Karaman, bunun Vesika öncesi ve sonrası inen Kur’an vahyinden ve bunun sağladığı pratik modellerden bağımsız olarak ele alınmasının sağlıklı olamayacağını ifade ediyor. Gerek Medine Vesikası gerekse de sonraki dönemlerde bir kere toplumsal ve siyasal yapıda Müslümanların ağırlığının olduğunu ve Rasulullah’ın son sözü söyleme makamında müdahil olduğunu hatırlatan Karaman, olayın bu boyutunun atlandığını kaydediyor.

İşte Karaman’ın konuyla ilgili vurgularının yer aldığı yazısından bir pasaj:

“Bu vesikanın oluşma şartlarını, serüvenini ve onu takip eden, onu kısmen yürürlükten kaldırıp yerini alan diğer sistemleri göz önüne almadan doğru bir değerlendirmeye ulaşılamaz. Medine Vesikası Peygamber Efendimiz`in (s.a.) Mekke`den Medine`ye hicret ettiği, ilk İslâm site devletinin oluştuğu, Müslümanların güçlü olmadıkları, önemli handikapların bulunduğu ve herkesi karşılarına almalarının mümkün olmadığı bir dönemde oluşmuş ve tam yürürlüğü ancak 9 ay sürmüştür.

Fakat bundan önce ve sonra 20 küsur sene boyunca Kur`an nazil olmuştur. Mümine, münafıka, fasıka, kafire ve müşrike karşı birtakım davranışlar sergilenmiş, hükümler konmuştur. O halde biz başka bir inanç ve hayat tarzını benimseyerek bizimle birlikte yaşamak isteyen gruplarla beraber olacaksak, ilişkilerimizin kurallarını yalnızca Medine Vesikası`na dayandıramayız. Bundan önceki 13 yılı ve ondan sonraki 10 yılı nazar-ı itibara almamız ve bunun tamamını sistemin kaynakları olarak kullanmamız gerekmektedir. Sadece Medine Vesikası`na baktığımızda bile hak ile batılın birbirine eşit olmadığını, Resulullah ile diğer topluluk liderlerinin, Resulullah`a tabi olanlarla diğerlerine tabi olanların eşit olmadıklarını ve iplerin Peygamberimiz`in elinde olduğunu, yani son sözün O`na ait bulunduğunu görüyoruz. Biz ancak bunları göz önünde bulundurarak `özel bir çoğulculuk anlayışı`ndan bahsedebiliriz.”

Bu haberler de ilginizi çekebilir