Muhammed (Sudan) Abemiz
Evet; Muhammed “Abêmiz! Niye Abê değil de Abêmiz diye başladım? Çünkü o gencimizden küçüğümüze, yaşlımızdan, ihtiyarımıza kadar herkesin, ona içtenlikle “Abê” dediği edep, hilm, hayâ ve tevazu sahibi bir şahsiyetti.
Onu yazsam; cilt cilt kitaplar oluşur, ben bugün(vefat ettiği gün) onun anısına, kısaca, bir kaç satır yazmakla yetinip, ona karşı olan vazifemi, bir nebze de olsa, ifa etmek istiyorum. Müslümanların bildiği; Peygamberimizin (s.a.v), sahabêsine karşı yaptığı (muamele şekli) güzel bir örnekle yazıma devam edeceğim.
Hz. Muhammed (a.s.v)’in Hz. Osman’ın yanında, kendisini toparladığı ve Hz. Aişe (r.a)’nin, “Ebubekir ve Ömer içeri girince böyle toparlanmadın, ama Osman(r.a) girince böyle yaptın, bunun sebebi nedir?” sorusuna, O(s.a.v)’nun “Ya Aişe! Osman’a karşı, aynı şeyi melekler de yapıyor, ben nasıl yapmayayım?” diye buyurduğu rivayet edilir.
Aynen, o şekilde, Şehid Rehberimiz de, Merhum Muhammed Abê’nin yanında öyle yapıyor, ona hürmet gösterip, hepimiz gibi, o da ona, “Mehmed Abê” diyordu.
Akranları, yaşıtları ve otuz yıllık dava arkadaşları olan bizler de, aynı şekilde, ona hürmet edip “Muhammed Abê” diye hitap ediyorduk. Çünkü onu bürüyen güzel hasletleri, bunu gerektiriyordu. Aynı zamanda, hepimiz tarafından sevilen, bizleri(yaşıt ve akranları) en fazla rahatlatan, yani onun yanında ve şahsında, rahatladığımız bir “Abê” idi o.
Kuşkusuz, her Müslümanda ve diğer değerli ağabeylerimizde değişik güzel hasletler olduğu gibi Muhammed “Abê”de de bu hasletler çoktu. Cemaat ve Cemaat Rehberimizin katkısıyla, bu hasletleri kendisinde daha bir pekiştirip güzelleştirdi ve Müslümanların istifadesine sundu.
Yani, bir kişide, ne kadar güzellik varsa da, tek başına olursa, belki bu derece, onları insanlara sunamaz. İşte onun için Mehmet ‘Abê’, Cemaatı bulur bulmaz dört elle ona sarıldı ve vefatına kadar, Cemaat içerisinde her türlü hizmetleri yaptı, bir nevi, bir İslam neferi gibi Allah’ın izniyle. Bu cemaat bu abimiz gibi olacak nicelerini bünyesinden çıkartıp mazlum ve mağdur halkımızın onlardan istifade etmesini sağlayacaktır.
Evet! Davanın özellikle ilk nesil gençlerin ve şehitlerin; Şehid Ahmed, Şehid Bedri, Şehid Selçuk, Şehid Receb, Şehid Abdüsselam, Şehid Mahmud, Şehid Ata’nın ve daha onlarca genç şehidin abêsi idi. O ayrıca bunların akranları olup şu an zindanlarda olanlar ve şu an dışarıda olup her türlü hizmete koşan koşuşturan yüzlerce güzel Mücahid’in “abê”siydi. Muhammed “Abê” dediklerinde bir rahatlama bir muhabbet, bir şefkat, kısacası, içlerinden biriymiş ve sanki yaşıtlarıymış gibi, hissediyorlardı kendilerini. Buna defalarca şahitlik etmişimdir.
Abêmiz diyorum; çünkü en sıkıntılı anlarımızda içimizi ona açıyor ve onda bir rahatlama buluyorduk. Örneğin: 17 Ocak günü, İstanbul’da onunla aynı evde idim. O sıkıntılı anımızda, bir nevi dünyanın tüm genişliğine rağmen bize dar geldiği o günde, teselliyi onda buldum, diyebilirim. Cezaevinde de bu güzel hasleti yani rahatlatma görevini sürdürmüştü. Tahliye olduğu gün, hepimiz Allah’a hamd ederek ve “İyi ki Allah(c.c) onu dışarı çıkarttı” demiştik. Çünkü o zaman dışarda hizmet eden kardeşlere katkıyı, şefkati kısacası ağabêyliği ancak onun gibi birisi verebilirdi.
Yıllardan beridir çok kere “Ya Rabbi beni ahlaken onun gibi yap, onun gibi olmak istiyorum” demişimdir.
Diyarbakır, cami çalışmaları bakımından çok iyiydi. Bu netice, önce Allah’ın yardımı, Cemaatin koordinesi, ondan sonra da Muhammed “Abê”nin titizliği dolayısıylaydı. O, işin üzerinde duruyor, gecesini gündüzüne katıyordu. Onun sahaya bakan gençlerle çok iç içe olması, onlardan biriymiş gibi heyecan duyması neticesinde Allah’ın bahşettiği hasılat elde edildi. İşte tüm bu gençlerin, o tarihte Diyarbakır camilerine gelip Kur’an, siyer, fıkıh ve benzer dersler alan yaşları 10 ile 20 arası olan binlerin “Abê”si idi o.
Onu Abê kılan bir başka güzel hasleti de, tüm Müslümanları, grubu, meşrebi, mezhebi ne olursa olsun alnı secde görüyorsa ve iman ehli ise seviyor olmasıydı. Belki de, en dikkat çeken hasleti buydu. O hiçbir zaman şunun bunun aleyhine konuşmaz; şeytanın, onun dili ve hareketi üzerine sevinmesine fırsat vermez hep Allah’ın razı olacağı sözler sarf edip, o yönde hareket ederdi. Bunun mükâfatı olarak Allah da bu fani dünyada onu Müslümanlara sevdirdi, dolayısıyla her birimiz böyle olmalıyız ki, Allah bizi de sevdirsin.
Cezaevi sürecinde, dışarda olduğu gibi, sürekli ilim ve irfanla vaktini geçirdi, hep gençlerin kaldığı koğuşlarda kalmayı tercih etti. Bu sürede, 12 ilim (Dıwazde ilim) denen (Sarf, Nahv, Belağat, Akide, Tefsir, Hadis v.b) ilimleri bitirip icazetini aldı. Hem dersler aldı hem de gençlere bu dersleri verdi. Dolayısıyla o bir mücahit, bir müderris ve bir tebliğci olarak ömrünü geçirdi. Bu hal üzerine de vefat etti. Allah’tan dileğimiz, onu şehitler mertebesine yükseltmesidir. Hadis-i Şerifte “Kim sıdk ile Allah’tan şehitlik isterse, Allah onu, onların derecesine yükseltir, velev ki o, yatağında da ölse” buyurulmuştur. Defalarca bunu istediğine şahit olmuşuzdur.
Evet kardeşlerim, ağabêylerim! Bizler Muhammed “Abê” ve onun gibi olan, hatta çoğu güzel hasletlerde, onun da, bizim de öncülerimiz olan rehberlerimizin hayatlarını iyi okuyup, onlar üzerine yazılanları iyice analiz edip, tetkik edip onlar için söylenen söz ve sohbetleri iyice dinleyip kavramalıyız ve kendimiz için dersler çıkarmalıyız ki her birimiz İslam davası için birer Muhammed “Abê” olalım.
O vefat etti, ama toplumumuzun çoğu onu tanımadı, onun sohbetlerinden ve güzel ahlakından tam olarak istifade edemedi. İnşaallah bu vefattan bazı dersler çıkarılır ve onun gibi cevherlerin artık daha fazla topluma tanıtılması yoluna gidilecektir. Etkinlik, konferans, taziye sohbetleri, görsel ve yazılı basın üzerinden bu görev gördürülebilir. Ben şahsen, bunun yapılmasını arzu ediyorum ve inşaallah olacaktır.
Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun. Amin, amin, amin…
Bu vesile ile Muhammed Abêmiz’e Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve tüm camiamıza sabr-ı cemil niyaz ediyorum.
MEHMET SALİH KÖLGE / SİVAS E TİPİ KAPALI CEZAEVİ