ELVEDA… VE İTİKAF
Elveda, ey başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu günahlardan, cehennemlikten azat ve beraet ayı!
Mehmet Şenlik / Doğruhaber
Elveda, ey başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu günahlardan, cehennemlikten azat ve beraet ayı!
Elveda, ey şefkat ve merhamet mektebi! Ey huzur ve saadet meşrebi! Ey barış ve güven iklimi!
Elveda, ey yoksulların, kimsesizlerin yüzünü güldüren, sofralara bereket akıtan, zenginleri merhamete, sahavete getiren hayır ve bereket ayı!
Elveda, ey sevgi ve muhabbetin zirve yaptığı, müsamaha, sorumluluk ve cömertlik bilincinin doruğa çıktığı vahdet ve dayanışma ayı, birleştirme ve kaynaştırma ayı, kısacası Muhammedi ümmetin ayı!
Seni uğurlamaya başladık. Merhaba ya şehri Ramazan diyerek okuduğumuz Ramazaniye’nin nakaratını değiştirerek merhabadan elvedaya geçtik. Artık silkinip aramızdan gidiyorsun; istesek de istemesek de seni tutamayız. Ama biliyoruz ki, bir daha gelmek üzere gidiyorsun. Bir dahaki gelişine kadar bari gölgeni üzerimize bırak da öyle git.
Bilmiyoruz aramızdan ayrılıp giderken acaba bizden memnun mu yoksa dargın mı ayrılıyorsun? Dileğimiz güneşin İbrahim’i terk edip gittiği gibi, bizi bırakıp gitmeyesin! Bıraktığın bu manevi havayı, bolluk ve bereketi kendinle birlikte götürmeyesin. Gençlerin, çocukların ve kadınların katılımıyla cıvıl cıvıl kaynayan, şenlenen camilerimizi aynı canlılıkta bırakıp gidesin, bu mekânları yeniden bir matem yerine, kuytu mekânlar görünümüne terk etmeyesin.
Evet, değerli okuyucular, Ramazan’ın on beşinden sonra teravihe başlarken: “Elveda ya şehri Ramazan” diyerek Ramazan’ı uğurlamaya başladık. Merhabadan elvedaya geçtik. Ve sona doğru yaklaşıyoruz. Ancak bu ara kimileri bu manevi iklimin peyderpey aramızdan ayrılıp gitmesinin firakı ve üzüntüsünü yaşarken, kalan günlerin daha bereketli geçmesinin ceht ve gayreti içindeyken, kimileri de bugünlerin bitimini iple çeker gibi sabırsızlanarak yavaş yavaş bundan sıyrılıp kurtulmanın, yakında nefsin isteklerine kavuşmanın sevinci ve heyecanı içindeler.
İşte burada iyice düşünüp derinden bir muhasebe yapmamız gerekiyor. Bu iki kategoriden hangisinde yer aldığımızı; bu iki yoldan hangisinde seyir ettiğimizi öğrenip bellemek durumundayız. Acaba Ramazanda yakaladığımız bu manevi havayı biraz daha teneffüs etmek, ondan yeterince istifade etmek için Ramazanın biraz daha aramızda kalmasını mı, yoksa Ramazandan dolayı nefsanî arzularımıza getirilen kısıtlamalardan kurtulmak için bir an evvel onun bitmesini mi temenni ediyoruz?
Eğer şu birinci şıktan bir yol izlediğimizi görebiliyorsak sevinelim, şükredelim ve tam bir ihlâsı kazanmak için daha da gayretimizi kamçılayarak şevkle yolumuza devam edelim. Yok, eğer ikinci şıktan yana bir yol izliyorsak üzüntü duyup kendimizi kınayalım. Hemen bir pişmanlık duyup niyetimizi halis kılalım. Önümüze açılan bu nimet sofrası kaldırılmadan ondan istifade etmeye çalışalım. Bakınız şu hadisi şerif bu manayı ne güzel ifade ediyor:
“Eğer müminler, Ramazan’da elde edecekleri mükâfatın ne kadar büyük olduğunu bilselerdi, yılın tamamının Ramazan olmasını isterlerdi.” (Taberani)
Müminlerin, Ramazan’ın sonlarına doğru daha da ibadete yönelmesi ve yoğunlaşması gerekir. Hatta imkânı olanların Kadir Gecesi’ni aramak için son on gününü itikâfa girmeleri gerekir. Zira itikâf ayrı bir ibadet olduğu halde bu ayın içinde yapılması daha müstahabdir. Nitekim Efendimiz aleyhissalatu vesselam, böyle yapardı. Validemiz Hz. Aişe ve Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“Allah’ın Resulü (s.a.v), vefat edinceye kadar Ramazan’ının son on gününü hep itikâfla geçirirdi. Ancak vefat ettiği yıl bunu 20 güne çıkardı. Onun zevce-i tahiratı da ondan sonra böyle devam ederlerdi.” (Buhari, Ebu Davud)
Sahabe’i Kiram ve Selefi Salihin, itikâfa çok önem vermişlerdir. Ramazanın son on gününü bu şekilde itikâfa girerek ibadete çekilirlerdi. Aslında her müminin böyle bir arınmaya, nefsiyle hesaplaşmaya ihtiyacı vardır. Ramazanda nefsini bir miktar yemeden içmeden ve şehevi arzulardan alıkoyduğu gibi bedenini de bir miktar hapsederek muaşeretten, ihtilattan alıkoymasına ve dünyevi meşgalelerden uzak tutmasına ihtiyaç vardır. Böylelikle hem ruhunun hem de bedeninin hakkını ödemiş olur. Bunun birçok faydaları vardır. Yeri olmadığı için detayına girmek istemiyoruz. Ama kısaca diyebiliriz ki, bunu yapanlar ancak gerçek zevkini ve faydalarını anlayabilirler.
Ne var ki, bu kadar büyük öneme ve değere sahip olan itikâf ibadeti, günümüzde unutulmuş gibidir. Aşırı dünya sevgisi ve boş meşgalesi bizi bundan alıkoymuş, unutturup götürmüştür. Bundan daha kötüsü ve esef vericisi ise, dini temsil eden sözde kurumlar, bunu teşvik etmeleri şöyle dursun camileri kapatarak buna engel çıkarmalarıdır. Oysaki buna teşvik etmeleri ve bunun için zemin hazırlamaları gerekirdi. Bu onların asil görevlerinden birisidir.
Mademki camilerimiz onlara emanet, onlara teslim edilmiştir; müminlerin daha rahat ve daha emin bir şekilde oralarda ibadet imkânını sağlamak, oraları tertemiz ve açık tutmak da onların görevidir. Bunun Diyanet İşleri Başkanlığınca kendilerine verilen bir görevden ziyade, Allah’ın kendilerine verdiği kesin bir emri olduğunu bilmelidirler. Kur’an’a göre yeryüzündeki mabetleri yönetmenin, oralarda hizmet vermenin ahlakı ve hukuku budur:
İbrahim’e ve İsmail’e: “Evimi tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için tertemiz tutun diye emretmiştik.” (Bakara: 125)
Yeryüzünde ilk inşa edilen ev, ilk mabet Kâbe’dir. Kâbe’nin görevlileri olan İbrahim ile İsmail aleyhimasselam, bu evin ilk hadimleriydi. Yani onlar bu evin sahipleri değil hizmetçileri idi. Bu evin asıl sahibi Allah’tır. O, nasıl emir vermişse öyle hizmet verilecek ve o istikamette hareket edilecektir.
İşte yeryüzündeki tüm mescitler de bu evin yani Kâbe’nin şubesi mesabesindedirler. Hepsi ona yönelik ve onun birer uydusu hükmündedirler. Dolayısıyla hiç kimse bu mescitler üzerinde sahiplik taslayarak tahakküm hakkına sahip olamaz. Bunlar hiç kimsenin makam köşesi ve saltanat alanı değildir. Bilakis tüm müminler için eşit mesafede maneviyat alanları ve arınma merkezleridirler.
Sözün kısası, Müslümanların kutsal zamanları olduğu gibi kutsal mekânları da vardır. İşte Ramazan ayında itikâfa girmek, bu her iki değeri de bir araya getirmekte, birleştirmekte, bir anda ve birlikte yaşama imkânını vermektedir.
Bundan en güzel bir şekilde istifade edenlerden olmanız dileğiyle Allah’a emanet olun.