Sarp geçitlerde umut köfte... Köfte ha köfte
“Bir hurma tanesiyle de olsa kendinizi cehennem azabından koruyun” demişti Rasulullah(sav). Eğer bu prensibi kulağımıza küpe yapsaydık yani küçüğü azımsamayarak her gün hurma tanesi kadar da olsa güzellikler yapsaydık şimdi kaç hurma bahçemiz olurdu düşünsenize. Hakeza yine bu küçük küçük iyiliklerle kazandığımız nice dostumuz olurdu bu bahçelerde ağırlanacak. Bu yüzden ne mutlu, ne mutlu bu hadis-i şerifin işaret ettiği ihtimamla yaşayanlara!
Bu istenilen durumun gerçekleşmediği hallerde iki şıktan bahsetmek pekala mümkündür. Ya küçük küçük iyilikler yapılmadı ya da bunlar yapıldı da hurma ambarının dibindeki hurma tanesi büyüklüğündeki delikler kapatılmadı. Ve fareler bütün hurmalarımızı çaldı. Hurma büyüklüğündeki fare delikleri....
Yani bizim ufak saydığımız günahlarımız, küçük dediğimiz haksızlıklarımız. Aksi halde bu ambar ne oldu da kırk yıldır dolmuyor. Unutmamak gerek ki bu hurma tanesi büyüklüğündeki iyilik, hayatta bize can simidi olurken; hurma tanesi kadar kötülük de esaret zincirimize yeni bir halka olabiliyor. Şüphesi olanları, iyilik can simitlerinin ölüm kalım durumunun yaşandığı üç mağarada yaptıklarını görmeye davet ediyoruz.
Birinci mağara. Bu mağarada kapana düşmüş üç adam var. Bir yolculukta sağanak yağmurdan kaçıp mağaraya sığınan üç yol arkadaşının hikayesidir bu. Bilirsiniz, hani sonra koca bir taş gelip mağaranın ağzını kapatmıştı da her bir arkadaş sadece Allah için yaptıkları bir amellerini yardıma çağırmışlardı. Ta ki o halis amellerin şefaatiyle mağaranın ağzı açılsın.
Nihayetinde yolları açıldı da. Evet, sadece bir salih amel... Çoğu kere sayıdaki azlık bizi kandırır ama acaba öyle midir?
Sadece bir salih amel... Nice nice amellerimiz var oysaki. Öyle de o bir amel var mı? Bütün zararlı parazitlerden azade, pak ve pakize istenilen o biricik salih amel... Acaba hangi bir amelimizin sağı solu, altı üstü, içi dışı, ortası köşesi, ihlas düşmanı kurtçuklar tarafından kemirilmemiştir. Eğer işin içine nefsimizin, cebimizin, desinlerin, görsünlerin girmediği bir amelimiz varsa ne kadar sevinsek hakkımızdır. İki dünya selameti için bu tek işimiz sebebiyle ciddi ciddi umutlanabiliriz. Mağaranın ağzındaki taşı kaldıran şey ortadayken başka şeylerle uğraşmak esaretine aşık olmaktır, vesselam.
Şimdi ikinci mağaradayız. Bu mağarada iki adam var ki pırlanta mı pırlanta, burada mağaranın ağzını kapatan, bilinçli taşlardır. Eli silahlı taş yürekli düşmanlar mağaranın etrafını sarmış. İki arkadaştan biri çok tedirgin diğeri gayet rahat. Rahat olanı arkadaşına buyuruyor: “Üçüncüsü Allah olan iki arkadaş hakkında ne dersin?” Evet, Hira mağarasındayız. Yani yüce Resul buyuruyor ki: “Üçüncüsü Allah olduktan sonra iki arkadaş için korku mu olur”
Üçüncüsü ya da dördüncüsü, her hâlükârda bir fazlası daima Allah olan arkadaşlar ne güzel, ne gıpta edilecek arkadaşlardır. İki arkadaş, davranışlarıyla üçüncüyü Allah yapıyorlar; üç arkadaş gündemleriyle dördüncüyü Allah yapıyorlar ve böyle devam edip gidiyor. Böyle arkadaş grupları içinde olmak ne saadet! O zaman bakmak gerek, biz iki kişiyken üçüncüsü ya da üç kişiyken dördüncüsü kim? Burası çok mühim. Yani sözlerimiz gündemimiz ve yaptıklarımızla o üçüncüsü yüce Allah mı yoksa başkaları mı? Mesela televizyon ya da maçlar; yiyecek ya da giyecekler; evler, arabalar ya da markalar mı? Bu üçüncüsü her ne ya da kim olursa olsun saklanamaz. Hatta davranışlarımızla bazen o kadar zahir ederiz ki sanki arkadaş ortamında sadece o vardır.
Şimdi üçüncü ve son mağaradayız. Diyeceksiniz ki peki “köfte ha köfte” nerde kaldı. Bu son mağara aynı zamanda hepimizin mağarası olduğu için onu bu mağaraya bıraktık. İlkinde üç, sonrakinde iki, bu mağarada ise bir adam var.
Mağaramız mezar ve adamımız da ölü. Ölünün hayat boyu yaptığı sadece bir iyiliği vardır. Günün birinde fukaranın birine köfte vermiş. Ölü yaptığı iyiliği mezarda yanında hazır bulur. Biraz sonra kötü amellerinden doğan yılanlar mezarını delmeye başlarlar. Mezarın dört tarafından hafriyat vardır sanki. Nihayet bir delik açılır. Köfte hemen koşar deliği kapatır. Sonra başka bir tarafta başka bir delik açılır. Köfte ona da koşar. Delikler daha sıklıkla açılmaya başlarlar. Bizim köfte bir buraya koşar bir oraya... artık öyle sık açılıyor ki delikler, köfte nefes nefese kalmıştır. Ölü, köftenin ufak bir aksaması ile başına gelecekleri bildiğinden yüreği ağzındadır. Bunun üzerine köfteyi coşturmak için “Köfte ha köfte, köfte ha köfte” diyerek onu gayrete getirmeye çalışır.
Evet her şey, güzellik veya çirkinliğe harcanmış hurma ve köftelerimize bağlı; her şey o an için birlikte oturduğumuz arkadaş grubunda üçüncüsünün kim veya kimler olduğuna bağlı. Bunlara göre iki dünyada da saray ve zindanlarımızı başkaları değil, biz kendimiz örüyoruz. Özelliklede o günde yaptığımız her şeyi yanı başımızda tastamam bulacağımız o günde; ayetin ifadesiyle kardeşlerimiz, anne ve babamız ile eş ve çocuklarımızdan bile kaçacağımız o günde, hatta bütün bunları lütfen dikkat buyurun –kurtuluşumuz uğrunda feda etmeye hazır olduğumuz o günde, evet o günde, köfte ve hurmalara çok ihtiyacımız olacak.
Bizi sıklıkla ufunetle ayak yoluna mecbur eden mideyle ilişkimizi yeniden gözden geçirmek zorundayız. Bununla da kalmayıp olan köfte ve hurmamızı da başkasıyla paylaşmak durumundayız. Ta ki o günde köftemiz semiz olsun. Köfte ha köfte dediğimiz gibi, köfte gözü kara olsun, köfte yeri yerinden oynatsın. Bütün dostlara selam....
Sait Burak 1 Nolu F Tipi Cezaevi / Kandıra