• DOLAR 32.503
  • EURO 34.834
  • ALTIN 2442.2
  • ...
 Sosyal yardımlaşma kurumlaşarak yaşar
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.” (Nahl 16/90-91)

Bir de şu ayet-i kerimelere kulak verelim:   

" Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir."(Al-i İmran 3/92)

“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez. Bunlar cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisâ 4/36-37)

Resulullah da, meşhur hadis-i şerifte, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyurmaktadır.

Bazı alimlere göre dinin temel gayesi yeryüzünde adaleti sağlamaktır. Adaletin de önemli bir bölümü sosyal adalettir.

İslam, sosyal adaleti, zekat ve fıtır üzerinden kurumlaştırmış; paylaşma hissini kalplere kazımış.

Her İslam toplumunda olduğu gibi bizde de bu his neredeyse bütün gönüllerde karşılık bulmuş, infak etmek Müslümanın bir vasfı olarak bellenmiştir.  

Sosyal yardımlaşma, bizde İslam’ın hayatımıza en çok yansıyan, günlük toplumsal yaşamımızda en çok görünen yüzlerindendir.  

Bir köy yerinde ancak iki avuç içi kadar yer ekebilen, bunun için neredeyse bütün yılını heba eden insanlarımız, harmanda ürününü ayrıştırdığında önce zekatını belirler, hatta zekat düşmese bile onun bir miktarını müstahak kişilere verirdi. Bir tas bile olsa yoksulu kendi mahsulünden yoksun bırakmazdı.

Zengin-fakir herkes fıtır sadakası verirdi

Perşembe günleri de her aile komşusuna “Cuma akşamı yemeği” diye bir tabak yemek götürürdü. Eğer o gün iş güçten veya yokluktan dolayı komşuya güzel bir yemek götürememişse bir ekmek gönderirdi veya bir miktar tuz… Bazı yörelerde buna “merhumların yemeği” denir, o yemek çıkarılmadan o evin merhumlarının ruhlarının kapı önünden ayrılmayacağı söylenirdi.

Dağ yerinde bir hayvanı kaybolan, duvara bir ekmek asar, o hayvan bulununcaya kadar o ekmek orada durur, hayvan bulununca onun yerine taze bir ekmek komşuya gönderilirdi.

Düğün-bayram yemekleri herkese açıktı.

Mevlit günlerinde de köyler düğün-bayram gününe dönerdi.

Hatta kimi yörelerde kandil geceleri de camilerde büyük ikramlar yapılırdı.

Kur’an’ın emrettiği akrabaya, komşuya, yolda kalmışa iyilik o kadar yerleşmişti ki insanımız ya birlikte açtı ya da birlikte tok. Kıtlığı yaşamışsa hep beraber yaşamış, varlık görmüşse, en azından bir kısmını paylaşmıştır.

Başka İslam toplumlarında eskiden hanlar vardı, bugün oteller vardır. Hatırlarsanız bizim yöremizde eskiden büyük kasabalarda otel yoktu, hatta lokanta da yoktu. Çünkü kasabaya gelen birini yedirmek, gece onu misafir etmek bir onurdu; tanınmayanlar da Allah’ın misafiriydi. Onları misafir etmek Müslüman olmanın bir gereğiydi.  

Yine çiftçiliğin azaldığı, inşaat işçiliğinin geliştiği dönemlerde inşaat işinde çalışan bütün işçilerin bir veya iki yevmiyelerini sadaka olarak verdiklerine bizzat şahidim.

Bugün de bizde bireysel sosyal adalet çok aşınmış değildir. İnfak etmek, toplumumuzun kolay değişmez bir alışkanlığıdır. Hâlâ esnafımız, zekatını çıkarıyor; çiftçimiz kimi zaman zekat düşmese bile mahsulünden fakiri rızıklandırıyor, kapısına gelen muhtacı boş çevirmiyor.

Ama bu, bizi sorumluluktan kurtarmıyor. Çünkü dünya değişti, sosyal yardımlaşmanın sorumluluğu da, imkânları da şekli de değişti.  

Kişilerin sosyal yardımlaşma sorumlulukları, vakalardan haberdar olmalarına göre değişir. Dün sadece uzak ve yakın komşumuzun haberini alıyorduk. Nihayetinde kendi bölgemizin…

Oysa bugün dünya büyük bir köye dönüştü. Dünyanın öbür ucundaki bir insanın açlık haberi kulağımıza geliyor, gözlerimiz o görüntülere tanıklık ediyor, onlar o hâlde iken tok yatmak mümkün olmuyor. Somali gibi adını belki dün duyduğumuz bir yer bugün kapı komşumuz sayılır.

Klasik sosyal yardımlaşma anlayışı içinde oraya nasıl ulaşacağız? Akşam pişirdiğimiz yemekten, Somali’deki aç kardeşimize nasıl ikram edeceğiz?

Öte yandan varlıklı insanların öyle eskisi kadar fakir komşuları yok. Varlıklılar, çoğu zaman bir tek yoksulun bulunmadığı sitelerde oturuyor. Klasik yardım anlayışıyla biz, şehrimizin fakirlerini nasıl tespit edeceğiz?

Hayat karmaşıklaştı, meşguliyet arttı, güven azaldı. Herkes, kendi başına fakir tespiti ile uğraşırsa bir yere çok verir, öte yeri ihmal eder. Ama aynı zamanda zaman kaybı yaşar. Ya da zamanla sosyal yardımlaşmayı unutur.

Geleneksel yardım anlayışımız hep yaşamalı. Bir Perşembe günü komşuya bir tabak yemek göndermek dünya var oldukça yaşatılması gereken bir fazilettir.  

Ama bu modern zamanda sosyal yardımlaşmayı sürdürmek için yeni araçlara ve kurumlara ihtiyaç vardır.

Yoksulu tespit edecek, varlıklıyla yoksul arasındaki köprüyü kuracak kurumlar… Yardımlaşmayı sürdürmek farzsa o yardımlaşmayı sürdürmek için gerekli kurumların varlığı da farzdır.

Ferdi yardımın alışkanlık ve zevkinden kurumsal yardıma geçmek kolay değildir. Fert olarak yaptığıyla tatmin bulan, kurumsallık bilincine ulaşmazsa kolay kolay tutum değiştirmez.

Hele bizde Şafii mezhebinin, Abbasi dönemi zalimlerinin eline geçmesin diye kurumlara zekat vermeyi engelleyen hükmü de yanlış yorumlandığında vaka biraz daha da karmaşıklaşıyor.

Buna rağmen Batman’ın neredeyse her sokağında Batman Umut-Der’in sıcacık yardımlaşma hissini duyabiliyorsak bu bazı engellerin aşılabildiğine işarettir.

Başka şehirlerde de Umut-Der benzeri nice sivil kuruluş vardır.

Bugün dünyanın öbür ucuna ulaşmak, oralara İslam kardeşliğinin ölmediğini duyurmak için sosyal yardımlaşma, bu kurumlaşmayı büyüterek sürdürmek durumundadır.

Eski anlayışımız güzel ama bugün “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin” ayet-i kerimesinin gereğini yapmamız ve “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadis-i şerifindeki uyarıyı dikkate almamız için yetmiyor.

Dünya koşulları, bu sorumluluğu kaldıracak ve bizi İslam ümmetinin dayanışmasına ortak edecek sosyal girişimlere zorluyor.

Abdulkadir  Turan / Doğruhaber

Bu haberler de ilginizi çekebilir