• DOLAR 32.493
  • EURO 34.798
  • ALTIN 2442.15
  • ...
Standart Doğru Haber Sitesi Nasıl Keşfedilir?
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Doğru bir haber sitesinde olduğunuza emin olmak için dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır.

Birinci öncelikle haber sitesinin yayın akışı tarafsız olmasıdır. Bir parti veya bir kurumun hiç bir şekilde lehine veya aleyhine haber yapmamasıdır, Doğru Haber Sağlam Kaynaktan Alınması Gereklidir.

Bunun İçinde Takip Etmiş Olduğunuz Bir Haber Sitesinin Yayın Çizelgesi İle Günlük Yayın Akışı Uyuşmalıdır. Doğru Habere Ulaşmak İçin Muhakkak Bunlara Dikkat Etmeniz Gerekmektedir.

Muhafazakarlık Nedir?

Sözlük anlamıyla muhafazakârlık, birşeyi korumak demektir. Kelime, gündelik dilde çeşitli anlamlarda kullanılırken, siyasi ve sosyolojik bir anlamda kullanılması pek eskiye dayanmaz. Siyasi literatüre girişi Avrupa’da XIX. yüzyılın ilk yarısına rast­lar.

Orford sözlüğünün verdiği bilgilere ba­kılırsa, muhafazakâr kelimesi ilk defa 183O’da, kavram olarak muhafazakârlık da 1835 yılında kullanılmaya başlanmıştır. Kültürel ve sosyolojik anlamıyla var olanın korunması, elde tutulması demek olup sos­yal değişme gözönüne alındığında, değiş­meden yana olmayan toplumsal bir tavır olarak yeni bir anlam kazanır.

Elbette bu sosyal ve kültürel tanımın genel siyasal bir yansıması da var. Nitekim kendini muhafa­zakâr olarak kabul eden ve siyasi görüşleri­ni bu kavram içinde tanımlayan bir kimse mevcut sosyal yapıya paralel olarak, siyasi ve ekonomik sistemin de devamını, korun­masını savunur, onun şu veya bu şekildeki değişmeye uğramasına karşı çıkar. Bu ta­nım kavrama siyasi literatürde yer alan sağ­cılıkla da yakın bir akrabalık kazandırır.

Muhafazakâr, değişmeden yana değil­dir, dolayısıyla tarih içinde ve geleneğin kuvvetli etkisiyle oluşmuş değerlere yas­lanma, onları değişmenin ortaya çıkardığı normlara, yeniliklere karşı savunma ihtiya­cını duyar. Burada tarih ve gelenek karşı­sında ilginç, daha doğrusu paradoksal bir tutum sözkonusudur. Çünkü muhafazakâr, tanım gereği varolanın, mevcudun korun­masını istediği ve savunduğu için, tarihin kendi dönemine göre daha eskiye, köklü ve derin geçmişine uzanan ve oradan gelen bir takım değerleri ve normları da karşısına al­mak zorundadır. Çünkü kimi değerler ol­dukça kadim bir geleneğin, yeni bir dil ve anlatımla ortaya konulması ve mevcuda

karşı kullanılmasıdır. Bu etkinlik de muha­fazakârın tavrına aykırıdır. Bu da gösteri­yor ki, eski olsun yeni olsun, muhafazakârı temelde rahatsız eden statükonun herhangi bir değişikliğe uğrama tehdidir.

Değişme olgusunun muhafazakârı ra­hatsız etmesinin önemli nedenleri vardır. Bunlar herşeyden önce zihnî algılama biçi­miyle yakından ilgilidir. Muhafazakâr, şu veya bu şekilde oluşmuş şeyin iyi, doğru, güzel, ahlâki ve mümkün olanın en sağlıklı biçimi olduğunu kabul etmeye yatkın bir al­gılama tarzına sahiptir. Eğer mevcut olan sürüp gidiyorsa ve oluşmuşsa, bu, uzun bir tecrübenin ürünü olarak gerçekleşmiş de­mektir. Her gün yeni bir şeyi tecrübe etme­ye kalkışmak, beraberinde istikrarsızlığı ve tehlikeleri de getirir; bu da toplum hayaünı ve geleceğini tehdit altına sokar.

Bir bakı­ma bu zihni tutum, insanın alışkanlığa olan köklü yatkınhğıyla da ilgilidir, tkinci neden statüko içinde kişinin işgal ettiği sosyal, ekonomik yer, kazandığı konum, kendisine biçilen değer ve yüklenilen fonksiyon da ki­şinin muhafazakâr olup olmamasına etki eden önemli etkenlerdir. Eğer kişi, içinde yaşadığı toplumda saygın bir yere sahipse, sosyal, siyasal ve ekonomik birtakım ayrı­calıktan elinde bulundurup bunlardan ge­rektiği kadar yararlanabiliyorsa, onun mu­hafazakâr davranmasını haklı ve makul kı­lan nedenler vardır. Bu, başkaları açısından böyle olmasa bile, kendisi için anlaşılır ne­denlerdir.

Değişme bağlamında muhafazakârlık olgusunu sosyal ve ekonomik gelişmelerle tercüme edecek olursak, iki ömek verebili­riz, tiki şehirleşmenin giderek insan hayatı­nı eskisine oranla daha çok ve yoğun olarak etkilemesi, diğeri teknolojik veya ticari gelişmelerin kaçınılmaz kıldığı değişmeler.

Bir ülkenin kırsal kesiminde yani köy veya kasabada yaşayan insanlar, bazı önemli nedenlerle bulundukları yerden bü­yük şehirlere göç ettiklerinden kendi hayat­larında kaçınılmaz bir değişim meydana ge­lir. Kendileri dışında oluşmuş, gelişmiş, ku­rulmuş büyük şehir hayatı ile, geleneksel köy hayatının gerekli kıldığı sosyolojik davranışlar birbirine yabancı olduğundan, çok geçmeden bir çatışma başgösterir.

Bu, tersi yönden bir köyün yakınında büyük bir sanayi tesisinin kurulması, barajın yapılma­sı şeklinde de olur. Nitekim özellikle yüzyı­lımızda gerek Asya’da, gerekse Afrika’da benzer maddi ve sosyal değişme olguları­nın doğurduğu sorunlar sosyal bilimlerin belli başlı konulan arasında yer almıştır. Bu durumda kişi veya aile geleneksel durumu­nu, toprağa bağlı gelişmiş hayat tarzını ol­duğu gibi koruyamaz, kaçınılmaz olarak bir takım değişmelere uğrar.

Yine bunun gibi, üretim tekniklerinden meydana gelen köklü değişiklikler, üretime giren buluş ve icatlarda insanların ekono­mik hayatlarım, üretim tarzlarını değişikli­ğe uğratır. Eskiden el sanatlarıyla geçinen, evde üretim yapan aileler, sözgelimi el do­kumacılığıyla geçimini temin edenler fabri­kasyon üretim ve trikotajın ekonomiye ka­rışmasıyla, geleneksel işlerini kaybederek ya kendilerine yeni bir geçim bulur veya ay­nı mallan değişik tekniklerle üreten fabri­kaya gider, kol işçisi olur. Toprağın başlı başına bir değer olduğu, zenginlik kaynağı teşkil ettiği fedolitenin yerini, ticari ve sınai kapitalizmin almasıyla aristokratların ve kilise adamlarının gösterdikleri tepki, bir sınıfın kendi sosyal ve ekonomik konumu­nu kaybetmekle karşı karşıya kaldığında

gösterdiği muhafazakâr tepkiye örnek ol­ması bakımından ilgi çekicidir.

Ana esprisiyle benzer bir olayın Hz. Muhammed (s.)’m tebliği karşısında Mekke aristokratlarının gösterdiği şiddetli tepkide de yaşandığını gözleyebiliriz. Kur’an’ın açık ifadesiyle o günün müşrikleri Hz. Pey-gamber’e: “Eğer biz sana uyacak olursak, yerlerimizden, mevkilerimizden hızla çeki­lip alınacağız” diyorlardı. Çünkü tslamî tebliğ köklü birtakım sosyal, siyasal, ahlaki ve ekonomik değişiklikler öneriyordu.

Mekke’nin ve gencide Arap Yarımadasının köleciliğe dayanan hayatında köleler, baş­kalarının mutlak hizmetçileri değil, sorum­luluk sahibi, eşit ve onurlu insanlar olarak yeniden tanımlanıyorlardı, tik tepkiler el­bette köle sahiplerinden gelecek, buna bağlı olarak peygambere de ilk olumlu cevabı kö­leler verecekti. Çünkü köle sahipleri o gün­kü durumun, sosyal yapının muhafaza edil­mesini istiyorlardı. Bu durumda mevcut dü­zenin kendine bu sınıflardan muhafazakâr taraftarlar bulması anlaşılabilir bir şeydi.

Arap müşrikleri zaman zaman tarihin tanık­lığına başvuruyorlardı, ama son tahlilde, Peygamberin köklü değişiklik taleblerine eskilerin uydurma masalları (esatir)na da karşı çıkıyorlardı. Bu ömek de gösteriyor ki, muhafazakâr, her zaman geçmişin, tari­hin değerlerine sahip çıkmaz, aksine mev­cuda karşı bir tehdit unsuru bulursa onları da reddeder.

Son olarak genci ilkeler ile, bu ilkelere dayalı oluşmuş geleneksel değerler, sosyal kurumlar ve davranışlar arasındaki ilişkiye de bir göz atalım. İlkeler ile kurumlar ve bunların hayata geçmesini mümkün kılan sosyal yapılar arasındaki ilişki daima bazı karışıklıklara yol açmıştır. Bu karışıklık aydınlığa kavuşturulmadan muhafazakârlık olgusu da tam tanımlanamaz.

İnsanın tarihinde ve hayatında öylesine değerler var ki, bunlar hayatiyetlerini her zaman ve mekanda kaçınılmaz olarak sür­dürürler. Sözgelimi ilim öğrenmek, ibadet etmek İnsanoğlunun vazgeçilemez değer­leridir. Kuşkusuz ilmin öğrenilmesi, ibade­tin yerine getirilmesi için zaman içinde bir­takım araçlara ve kurumlara ihtiyaç duyul­muş ve bunlar insanoğlu tarafından üretil­mişlerdir. İlim Öğrenmek îslami bakımdan ele alındığında, her müslüman erkek ve ka­dın üzerinde farzdır. Geçmişte müslüman toplum bu sorumluluğu yerine getirmek için medrese, tekke vb. kurumlar ortaya çı­karmıştır. Ancak kitap, hoca, kalem, mü-rekkeb ve medrese de son tahlilde birer araçtırlar ve bunların bir arada yer aldıkları organizasyonun toplamı ilmin öğretildiği kurumu meydana getirir.

Şimdi biri çıkıp da, temelde asıl amaç olan ilim öğrenme so­rumluluğunu ikinci plana iterek medrese­nin muhafazası mücadelesine girişirse, bu tutum tipik bir muhafazakârlık olur. Çünkü toplumsal ve maddi gelişmeye paralel ola­rak kurumlar da değişir, yenilenir, başkala­şım geçirir, ancak değişmeyecek olan in­sanların ve toplumun ilme karşı duydukları temel ihtiyaçtır. Medresinin yerini zaman içinde mekteb, okul, üniversite veya akade­mi ya da başka araştırma merkezleri alabi­lir. Kurumun fikrî ve politik amacı önemli olmakla birlikte, temcide önemli olan ilmin kendisidir.

Muhafazakâr asıl olanı ihmal edebilir, arızî olanı korumaya kalkışır. Bu­nun gibi insanın gündelik İbadetlerini yeri­ne getirmesi için bir mescide, bir camiye ih­tiyacı var veya en azından bir seccadeye.

Ama bunların hiç birinin olmadığı durumlar da olabilir. Bu durumda ibadet kaçınıl­maz olarak kuruma bağımlı olmadığından ve mutlaka kurumun bünyesinde gerçekleş­me gibi bir zorunluluk taşımadığından Hristiyanlıktan farklı olarak her temiz yer­de ve uygun zamanda yerine getirilebilir.

Nitekim Peygamber efendimiz, “Bana yer­yüzü mescid kılındı” buyurur. Oysa Hristi-yanlıkta din kurumlaştığı ve kilise gibi ku­rumlara bağımlı hale getirildiği için, bir hristiyan kilise olmaksızın kamil anlamda ibadetini yerine getiremez. Bundan dolayı o kendini kilise kurumunu muhafaza etmekle sorumlu tutar.

Özet olarak, muhafazakârlık kavramının daha bir çok kelime ve kavram gibi, bize, Balı’dan ve Batılılaşma yoluyla girdiğini, bizim Batı toplumunun Özel şartlarında görülen bazı sınıfların içine düştüğü muhafazakârlık içine düşmemiz için geçerli bir neden olmadığını söyleyebiliriz

Doğruhaber

Bu haberler de ilginizi çekebilir