• DOLAR 34.593
  • EURO 36.189
  • ALTIN 3019.458
  • ...
Abd Oyununda Biz…
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

2003’te Irak’a yaptığı “hatalı” müdahalesiyle küresel dünya serüvenin seyrini değiştiren ABD, şimdi de Suriye’de tıpkı Irak’taki “nükleer silah tehdidi”ni bahane göstererek askeri inzibat showunu göstermeye hazırlanıyor. Orta Doğu’nun değişmeyen kaderi “karanlık ruhlar”la mücadelesi, akla karanın arasında gidip gelen İslam coğrafyası ve bir sarkaç gibi sağa sola yalpalanan Müslüman toplumlar bir yana dururken, öte yandan bu “renkli giysili” kalabalıkların arasından neşvu nema bulmaya çalışan Batı dünyası sarkaçlardan ve yalpalanmalardan bir şekilde faydalanmanın izinde.
 

ABD’nin bitmez tükenmez nükleer enerji korkusu! fazla değil, 2003’teki nükleer silah var furyasının gerçek dışı olduğu ortaya çıktıktan sonra hemen başka bir savunma atağı ile bu kez demokrasi ve insan hakları avukatlığına bürünmesi hafızalarımızdan silinmediyse şayet asıl amaçlarını ve gerçek yüzlerini görmüş olduk. ABD ya da Batılı ülkelerin oryantalizm ile mücadelesinin tarihçesinden bahsetmek gereksiz. Bunun yerine “ne yapmamız gerektiği” hakkında konuşulsa hedef saptaması bakımından en asgari düzeyde isabet sağlanmış olabilir.
 

Evvela Batılı ülkelerin toplumsal, kültürel ve üstün değer sistemlerinin “doğu toplumlarına” akseden yanlarını görmemiz lazım. Nelerden bahsetmemiz gerektiğini açıkça söylemek gerekiyor. Biraz düşünelim, ABD ve Batılı güçleri ayakta tutan unsurlar nelerdir? Ya da ABD ve Batı’yı güçlü kılan ne? Bunun cevabı aslında ve çoğunlukla bizim elimizde. ABD ve Batılı güçlerin savaş çığırtkanlığı ve yaratmış olduğu küresel savaş holiganlığını anlamak için algılarımızı ve beynimizi pek de yormamıza gerek yok aslında. Çevremizdeki ürün yelpazesinin kaynağının ve tüketime dair çoğu şeyin nerelerden geldiğini ve kimlerin bu işte çalıştığını neden az da olsa sorgulamıyoruz? Aslında biz bunu defalarca sorguladık. ABD ve Batılı güçlere öfkemizi dilimizdeki sloganlarla dile getirerek sorguladık, meydanlarda zalimlikleri ve zulümleri haykırarak bir şekilde tarafımızı belirleyerek en ağır eleştirilerde bulunduk. Ama bu yeterli oldu mu, ya da yeterli miydi? ABD Suriye’ye ya da orta doğu’da hala konuşlanabiliyorsa demek yaptıklarımız yeterli olmamış. Uzun yıllardan bu yana Batılı şirketlerin üretip piyasaya sunduğu üretim araç ve gereçlerinin kullanımı noktasında bir “feraset yaratma” derdi bilinçli Müslümanlardan hep bekleniyor. Bu beklenti sadece Müslümanlardan değil elbette, vicdan, hürriyet, adalet ve insan hakları savunucuları da bu işi üstlenenler ve üstlenebilenler arasında. Bu noktada Müslümanlar olarak sadece daha fazla hassas olmamız gerekiyor. Anglo-saksonlar iktisadi ve siyasi güçleriyle toplumsal ve sosyo psikolojik etkinlikleri sayesinde bize “fiili ses” çıkartmamayı üretimdeki güçleri ve bizlere yedirdikleriyle öğretmiş olmasınlar sakın!!!?? Şüphesiz Batı’nın hiç sönmeyen iktisadi teşebbüsleri ve üretim furyası onların en büyük ihtirasıdır. Tek temel güçleri ve kullandıkları en büyük silahlarıdır. Çünkü onların elindeki silahın parası da küresel dünyadaki siyasi üstünlükleri de tamamen bundan kaynaklanıyor. Doğu toplumları üretim noktasında Batı’nın üretimi kadar başarılı olmadığı gerçeği önemli bir meseledir ancak Batı kadar üretemiyor olsak bile bu onların üretim araç-gereçlerini kullanma mecburiyetinde olduğumuz anlamına gelmemelidir.
Bizler savaşın her zaman kötü olduğundan bahsederiz ama savaş hakkında pek de bir şey bilmeyiz. Savaşın sonuçlarına göre konuşuruz. Oysa bu bir süreçtir. Savaş, antik Yunan’da Yunan toplumunu eğiten ve aynı zamanda toplumsal zihin üreten ve bu zihni simülasyonlar tekniğiyle rutinleştiren tiyatrolara benzeyen ve uzun senaryo gerektiren büyük bir oyun gibidir. Tiyatro sahnesinde sırası gelenler rolleri gereği işine bakarlar sadece. Arka tarafta ise sırada bekleyen diğer oyuncular durur ve sırası gelmedikleri sürece sahneye çıkmazlar. Tiyatro oyununda en büyük iş başkahramanlara düşer. Onların performans kalitesi diğer oyunculara mukabil daha farklıdır. Giysileri, konuşmaları, görüntü ve davranışlarıyla rolleri tamamen başkadır. Asıl amaç izleyiciyi başkahramana biçilen “değerli rol” aracılığıyla bir etki altında bırakmaktır. Ve bu şekilde izleyicinin bir dahaki oyuna gelebilme ihtimali güçlendirilmiş olur. Bu bir döngü halini alır, bir dahaki oyunda izleyici kitlesi kemiyet bakımından artacaktır. Oyunu beğenen kadınlar komşularına, çocuk seyirciler akranlarına, erkekler ahbaplarına eğlenceli vakit geçirdiklerinden bahsederler ve bu şekilde izleyici kitlesi giderek artacaktır. Bundan en çok mutlu olacak olan muhtemelen “hesaplarına hesap katan” tiyatro şirketi olur. Ayakta kalmaları kendilerinden bilet alacak seyirci kitlesi ve izleyici sayısına bağlıdır. Basit bir tiyatro oyunu en basit bir şekilde insanları böyle mutlu etmenin izini sürer. Savaşlar da tıpkı basit bir tiyatrodur. Savaşlarda da bir tür simülasyonlar zinciri oluşturulur, zihinlere tek etkili güç belirtilmeye çalışılır ve bu şekilde toplumsal savaş eğitimi verilir.
 

Evet, ABD ve yanında yer alan güçlerin kurgusu da budur. Malzemeleri, kaliteleri reklamlarıdır, ürettikleridir, bizlere tükettikleridir. Yarattıkları oyuncular ise, yanlarına aldıkları üretim şirketleri ve sermayedarlar iken, bu üretim araçlarıyla sergiledikleri performanslar oyunun kalitesinin ayrı bir parçası. Savaş onlar için en büyük güç kaynağı haline geldi. ABD’ye ve Batılı güçlere savaşmamaları için bizim topraklarımıza gelip de bozgunculuk yapmamaları için bağırdık, çağırdık, uğruna evlatlarımızı, mallarımızı ve dünyamızı feda ettik ama olmadı. Onlar kararlarında ısrarcı davrandılar. O halde bir sorun daha var. Bu denli karşı çıktığımız kadar kendi benliğimize karşı gösterdiğimiz ihmalkârlık, suskunluk ve durgunluklara bir dur deseydik acaba aynı oyunlara gelebilme ihtimalimiz olabilir miydi? Batılı savaşçı ülkelerin rolleri belli, lokalimizde bulunan değerlere karşı kendi değerlerini öne sürerek zihnimizdeki rolümüze müdahale etmeyi uzun çabalı senaryolar sonucunda başarmış durumdadır. Bunun en büyük kanıtı Suriye’ye gösterdikleri muameledir. Bu muamele Irak’a gösterilmeden önce ve bugün de Suriye’ye gösterilmeden önce savaş karşıtı olarak bizlere düşen görevimizi asgari oranda yerine getirmemiz gerekmez miydi? Mesela bir Coca-Cola şirketine karşı onu tüketmeme tutumumuz onlara gösterebileceğimiz bir tepki olabilir. Ya da bir Nike markası kullanmama arzumuzu durdurmak gibi. Evet bunlar belki de ufak ve ince işler gibi geliyor. Oysa aslında onların savaş kaynağı inanın ki bunlardır. Buna benzer, ahtapot kolları misali her yanımızı saran savaş kaynaklı çalışıp üreten şirketlere göstereceğimiz tavır belli olmalıdır. Çünkü bunların savaş oyununun sürmesi için seyircilere ihtiyacı var. Seyircilerin oyuna teşviki için bineklere, yiyecek ve içeceklere ihtiyacı var.
 

Ne şartlar altında olursa olsun savaşa sürükleyen her türlü üretim ve tüketime karşı tutumumuz ve duruşumuz orantılı, istikrarlı ve aklıselim olmalıdır. Savaşın olacağı, insanların öleceği, namusların kirletileceği, çocuklarının babasız kalacağı, yetimhanelerin dolup taşacağı, çocuk emeği ve kadın tacirciliğinin yayılacağı gün uyanmamız için çok geç bir zaman olacaktır. Başkalarının bize biçtiği rolü üstlenmeden ve o role sıra gelmeden kendi rolümüzü kendimiz oynamalıyız. Bu tavrı cumhurbaşkanı dâhil her sınıftan vatandaşa kadar göstermemiz şarttır. Unutmamak gerekir ki, bir konuda pasif davranmak bir başkasının aktivitasyonunu harekete geçirir ve suskun, eylemsiz kalan saf dışı bırakılır.

 

Ramazan Güçden / Bingöl – Yaş: 23
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir