`Çatışma Yok, PKK Saldırısı Var`
Hür Bakış sitesi yazarlarından Bilal Medeni`nin yazısı: "...Öncelikle medyaya yansıyan biçimiyle bir PKK-Hizbullah çatışmasının olmadığını vurgulamamız gerekmektedir. Aksine sürekli bir biçimde bir tarafın saldırı durumu söz konusudur. Bu anlamıyla ortada bir çatışma değil sürekli bir saldırı durumu vardır."
Doksanlarda yaşanan PKK-Hizbullah çatışmalarına dair ciddi bir yüzleşmenin gerçekleştirilememesinden kaynaklı olarak bugün Kürdistan’da yeniden aynı kesimler arasında çatışmaların tohumları atılıyor.
Birçok açıdan doksanlardaki sürece benzeyen bugünkü durum politik ve alan kaygıları gözetilmeksizin engellenmeye çalışılmazsa herkesin zararlı çıkacağı bir anafora gireceğimiz kesindir.
Bu mesele bütün politik çıkarlarımızın, kazanımlarımızın, kinlerimizin ötesinde ele almamız gereken bir mevzudur. Doksanlarda bunu gerçekleştiremediğimiz için yüzlerce insanımız hayatını kaybetti ve halkımızın arasına belki bir daha kapanmayacak düşmanlıklar yerleşti.
Yüzleşmek durumunda kaldığımız bu müessif süreci aşmamız için elzem olan şey doğru bilgilen(dir)medir. Bu bilgilen(dir)me ameliyesi geçmişi ve şimdiyi kapsayacak bir nitelikte olmalıdır. Zira yaşanılan şey kimsenin kuşkusu olmasın ki geçmişin devamından başka bir şey değildir.
Öncelikle medyaya yansıyan biçimiyle bir PKK-Hizbullah çatışmasının olmadığını vurgulamamız gerekmektedir. Aksine sürekli bir biçimde bir tarafın saldırı durumu söz konusudur. Bu anlamıyla ortada bir “çatışma” değil sürekli bir “saldırı” durumu vardır.
Hizbullah tabanının legalleşip önce dernekleşmesi ardından partileşmesi ile başlayan sürece düzenli bir biçimde eşlik eden şey saldırılar oldu. Hizbullah kökenli kurumların farklı illerdeki şubelerine yüze yakın bombalı, molotoflu saldırılar yapıldı ve nihayetinde Yüksekova Mustaz’af-Der başkan yardımcısı Ubeydullah Durna bu saldırıların birinde katledildi. Bu saldırılara karşı -Ubeydullah Durna’nın katledilmesi de dâhil- Hizbullah hareketi hiçbir misillemede bulunmadı.
Yüze yakın ve ölümle sonuçlanan bu saldırıların hiçbirisine karşı PKK/BDP tarafından bir tepki verilmemesi ve hatta bunun yanında saldırıların yer yer meşru müdahaleler biçiminde sahiplenilmesi işi daha çetrefilli bir hale getirdi.
Yine PKK/BDP tarafınca, yaşanan saldırıların her gündem oluşunda, çok bilinçli bir biçimde geçmişe yani doksanlardaki kaotik ortama göndermeler yapılıp, bugünkü saldırılar geçmişteki kimi yaşanmışlıklar, konumlandırmalar üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.
Bu yönüyle geçmişteki PKK-Hizbullah çatışmasının bir devamı olarak bugünkü saldırılar devam ettirilmektedir. Bu durum aynı zamanda zımnen de olsa taraflar arasındaki fiili saldırmazlık durumunun PKK (YDG-H) tarafından ihlal edildiği anlamını taşımaktadır.
Doksanlardaki PKK-Hizbullah çatışmasının aslında bitmediğini, fiili bir aşamadan “soğuk savaşa” terfi ettiğini, Hizbullah’ın görünür olmaya başlamasıyla birlikte PKK tarafından tekrardan fiili saldırıya irca ettiğini söyleyebiliriz. İşte mesele tam da bu “bitmemiş savaş” konseptini “sonlandırılmış” bir hale dönüştürmekte yatıyor.
Bu hakikate binaen Hizbullah’ın defalarca dile getirdiği fiili ateşkesi resmileştirme ve Öcalan’ın devlete teklif ettiği “hakikatleri araştırma komisyonları”nın bir benzeri olan doksanlardaki çatışmalara dair “hakikatleri araştırma komisyonu” kurma teklifleri sürekli olarak PKK tarafınca cevapsız bırakıldı.
Adı geçen adımların atılması Kürdistan’da ve siyasetinde normalleşmeyi getireceği kesinken bu adımların mütemadiyen karşılıksız bırakılması düşündürücü olmuştur.
Mevcut sıkıntılı durumun başlaması ve gelişmesinde özellikle PKK medyasının tutumunu not etmek gerekmektedir. Aynı medya salt Hizbullah ile alakalı değil özellikle KDP’yi hedefleyen ciddi bir yalan haber üretimi gerçekleştirmektedir. Hassaten son dönemlerde sahte belgeler yayımlayarak ne denli manipülatif bir medya anlayışına sahip olduklarını göstermişlerdir. Aynı medya dilinin doksanlardaki çatışmalarda da işlevsel olduğunu vurgulamak önemli bir husustur. (PKK medyası ayrı bir yazı konusu yapılabilir)
Bu bağlamda PKK-Hizbullah çatışmalarına dair oluşturulan yargıların tamamı ve özellikle de “Hizbullah”ın ne’liğine dair tanımlamaların bütünü sorunsallaştırılmalıdır. Zira PKK merkeze alınarak yapılan Hizbullah yorumlarının kahir ekseriyeti yukarıda zikrettiğimiz medya üzerinden inşa edilmiş hakikatler(!) bütünüdür.
PKK saldırılarının varlığı, Hizbullah’ın görünür olmaya başlamasıyla yakından alakalıdır. Bu “görünür olma” hali aslında doksanlardaki çatışmanın da temel sebebiydi. Zira Kürdistan’da “görünür olma” hali PKK için çok rahat kabul edilebilir bir şey değildir. Doksanlarda illegal olarak “görünür” olan Hizbullah hedefe alınırken bugünlerde legal olarak “görünür” olan Hizbullah’ın dernekleri ve partisi hedef tahtasına oturtulmuştur.
“İktidar”, doğası gereği şiddeti mündemiçtir. Hizbullah’a yönelik saldırıların temelinde önemli bir hisse de PKK’nin sahip olduğu iktidarı ne örgütsel zemin üzerinden ve ne de legal siyaset düzleminde paylaşmak istememe güdüsüdür. Hele ki, bu yeni aktör kendi “ideolojik” konumlanmasının tam karşısında yer alıyorsa...
Bu durum aslında Kürdistan’ın fiili tek partili siyasal hayatının “çok partili” siyasal hayata geçişinin, siyasal çoğullaşmanın getirdiği sancılardır. Bu açıdan PKK’nin bu sürece direnmesi bir yanıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili hayata geçiş sürecini, buna direnen baskıcı çevrelerin reflekslerini anımsatmaktadır.
BDP/PKK (buna şimdi HDP’de eklendi)’deki üstenci, kendini merkeze alan, kendisini Kürtler ile eşitleyen indirgemeci dilin, kendi politik hedeflerini Kürdistan mücadelesinin yol haritası görecek kadar mutlakçı yapısının bir türevi olarak yaşanıyor aslında tüm bu gerilimler.
Bu kesimin tüm sözcüleri Kürtler’i kimin temsil ettiğini, Kürtler’in kimi Kürdistan’da isteyip istemediğini söylemeye yeltenecek kadar otoriter, buyurgan bir söylemi temsil ediyorlar. Tanımlamaları kendileri yapıp o tanımlara uygun davranış kodlarını kendileri belirliyorlar. Bu yapılan şey aslında tam anlamıyla bir “epistemik şiddet”tir.
Bütün bu seyir içinde aslında ilk inşa edilen şey bir “Hizbullah” algısıdır. Medyası, örgütü, siyaseti ile tesis edilen bu “Kurgusal Hizbullah” üzerinden gerçek Hizbullah’a ve onun kurumlarına fiziki şiddet uygulanma şansı oluşmaktadır. Talep oluşturup arzı gerçekleştirme de diyebiliriz buna. Dolayısıyla bu meseleyle ilgilenen herkesin ilk yapması gereken şey yaratılan, kurgusal gerçeklik ile asıl olanı tefrik etme olmalıdır.
Açıkça ifade etmek gerekirse Hizbullah’ın silaha sarılması, şiddeti yeniden bir politik enstrüman olarak kullanmaya başlaması birçok kişi için silaha sarılmamasından, şiddete başvurmamasından daha tercih edilir bir durumdur. Bu anlamıyla Hizbullah’ın eyleme kalkışması adeta “istenilir”, “teşvik edilir” bir hal almış, sivilleşmesi, siyasal bir zemin üzerinden politik bir aktöre dönüşmesi engellenmeye çalışılmıştır.
Kısacası Hizbullah/Hüda-Par faktörü kriminalize edilerek “iktidar” paylaşımından uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Bu çevreye yapılan saldırıların temel motivasyonu bundan ibarettir. PKK/KCK yönetiminin bugüne dek bu saldırıları örgütsel hiyerarşi içerisinde alenen sahiplenmemesi ve bu saldırıların YDG-H eliyle gerçekleştirilmesi de aslında aynı amaca hizmet etmektedir. Amaç Hizbullah ile ilan edilmiş bir çatışma yaşamadan Hizbullah’ı kriminalize ederek kamuoyunda etkisizleştirmektir.
Tekrar başa dönecek olursak, geçmişe dair hakikatli bir yüzleşme, hesaplaşma gerçekleştirmeden bugün değerler ve ilkeler üzerinden bir siyaset yürütmenin olanaksız olduğu aşikârdır. Dolayısıyla bir an önce BDP/PKK ve HÜDA-PAR/HİZBULLAH yetkilileri kendi aralarındaki fiili çatışmasızlığı resmi bir hüviyete dönüştürmelidirler. Bu normalleşmeyi gerçekleştirmek Kürdistan’ın en etkili iki siyasal öznesinin vazgeçilmez sorumluluğudur.
Kürdistan’da halkımızın zarar göreceği bir çatışmayı geliştirecek adımlara kimsenin yeltenmemesi gerekmektedir. Bu korkutucu senaryoların vücut bulmaması için duyarlı olan herkesin kendi siyasal kimliğini, kabullerini bir tarafa bırakarak çaba sarf etmesi elzemdir. Bu anlamıyla Kürdistan’daki örgütlü bütün çevreler, kanaat önderleri, entelektüel, yazar, sanatçı kısaca toplum üzerinde etkili olan herkese bu çatışma ihtimalini ortadan kaldırmak için zemin oluşturma sorumluluğu düşmektedir.
Unutmayalım ki, barış insanlığımızın ve Kürdistan’ın maslahatınadır... Barış’a yatırım yapacak olanların kazanacağı şiddete meyyal olanların ise kaybedeceği bir zaman ve mekândayız…
Bu noktada asıl sorulması gereken soru şudur: PKK/KCK böylesine bir sulhe yanaşma potansiyeline sahip midir?
(Hür Bakış)