Tevhid: Zindanda Sabır, Ruhta Sekine, Alemde Düzen
Yüce kitabımızın her şeyi içermesine karşılık maalesef bizim bu geniş içerikten nasibimiz az, elimizin yetiştiği kadardır. Zira kişi, farklı bir olay yaşamadan ayetlerin oraya yansıyan ışıklarını göremiyor. Yani ayetlerin ayna tuttukları gerçekleri görmek için aynanın tutulduğu alanla ilgili bir olay yaşamak gerekiyor. Ayetler sınırsız noktaya ayna tuttukları halde bizim onlardan gördüklerimiz sadece bizimle ilgili noktalardır. Bazen bir ayeti sanki ilk defa görüyormuş gibi olmamızın sebebi de budur.
Bu noktada olmak üzere “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olmuş olsaydı, yer ve gök fesada uğrardı” ayetinden anladıklarımın bir vakıa neticesinde boyutlanması buna güzel bir örnektir. Evet, o ana kadar tevhidin bu ayette geçen düzenleyici işlevini sadece kâinata, dış âleme ve nesneye hasretmiştim. Ama ne zaman ki bahsedeceğim müşahedem gerçekleşti, o zaman ayetin engin mana deryasından bir katre daha nasiplendim.
Bu noktada olmak üzere “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olmuş olsaydı, yer ve gök fesada uğrardı” ayetinden anladıklarımın bir vakıa neticesinde boyutlanması buna güzel bir örnektir. Evet, o ana kadar tevhidin bu ayette geçen düzenleyici işlevini sadece kâinata, dış âleme ve nesneye hasretmiştim. Ama ne zaman ki bahsedeceğim müşahedem gerçekleşti, o zaman ayetin engin mana deryasından bir katre daha nasiplendim.
Cezamın Yargıtay’da onanmasının bir ya da iki gün öncesiydi. Haliyle bu tevafuku Rabbimin, ben âcize bir lütfu olarak anlıyorum. Yargıtay’ın sıra Müslümanlara geldiğinde sadece noterlik yaptığını da bildiğimden cezanın kesinleşeceğini biliyordum. Bu bilmeden gelen ön hazırlık ve daha önce de cezaevine girip sonra dünyaya çıkmış olmam ve haliyle ikisini de bir nebze tanımış olmam, doğrusu beni gelecek olan cezadan fazla ürkütmüyordu. Çevremdeki arkadaşlarımın da bende gördükleri bu rahatlığa karşın derinden gelen gizli bir sancıları var mıydı, doğrusu buna “hayır” demek çok güç.
Hani bazı acılar denizlerdeki dip dalgalar gibidir, yüzeye çıkmazlar ama vardırlar ve çok güçlüdürler. Evet, evet! Böyle bir dip acı vardı ki Rabbim cezamın hemen arefesinde böyle bir melhemsi müşahedeyi nasip etti, ta ki o dip içsel acı en aza insin.Yabancı bir televizyon kanalından vaaz dinliyordum. Şu tevafuka bakın ki vaiz de bir tutuklunun acılarından bahsediyordu. Ama onun acıları öyle işaretler, sinyaller boyutunda değil, tam da depresyonel boyutta. Mahkûm şöyle diyordu: “Bütün sabrımı yitirmiştim. Ne oturmak, ne yürümek, ne koğuş, ne havalandırma fayda veriyordu. Duvarlar sanki üstüme üstüme geliyordu. Bütün gün oflayıp pufluyordum. Bir gün yüce kelamı okurken bu ayetle karşılaştım. Zihnime bir şeyler doğdu. Şöyle düşündüm: Nasıl ki dış dünyanın düzeni yüce Allah’ın birliğine bağlıdır, aynı şekilde iç dünyamızın düzen ve dirliği de onun birliği ile kaimdir. Bu durumda içimdeki keşmekeşin, deprem ve yıkımların sebebi oraya Allah’tan başka ilahların da yol bulmuş olmasıydı. Bunu anladıktan sonra bütün yalancı ilahları kırdım, içimdeki tevhidi sağladım ve huzura erdim.”
Evet, bu mahkûmun örneğinden de anlaşıldığı üzere kâinattaki düzenin de, içteki sükûnetin de, zindandaki sabrın da adıdır tevhid.
Tevhidin kâinattaki ahenge ilişkin yansımalarını tüm bilim dalları koro şeklinde terennüm ediyorlar. Onlar; kâinattaki düzen, ahenk, harmoni, tesanüt, teavün şarkılarını öyle güzel söylüyorlar ki onlara tevhid korosu demek pek güzel oturacaktır. Takdir edersiniz ki bunları daha önce de okumuştum, biliyordum. Ama bir tutuklunun kendi tecrübelerinden hareketle dile getirdiği tevhidin iç âleme dönük bu boyutunu, bahsi geçen ayette hiç görmemiştim. Ayetin bu boyutunu bu mahkûmla anladım. Gerçi başka bir ayette afak (dış âlem) ve enfüs (insan) denen iki âlemden bahsediliyordu ve Allah (CC), yakında bunlarda ayetlerini göstereceğini söylüyordu. Oysaki onun bir de mana veya ruh dediğimiz bir boyutu var ki madde boyutundan çok daha büyük, çok daha karmaşık ve acayip. O âlemde de Allah (CC)’a şerikler koşulması o karmaşıklık içindeki düzenli yapıyı karmakarışık yapıyor.
El-hak, hakikat da mahkûmun dediği gibi değil midir? İnsan duygu ve düşüncelerinde yüce Allah’a şerikler koşmazsa depresyonun haddi midir ki insana yaklaşsın. Yani her şeyin ondan geldiğine ve yine ona döneceğine, onun her şeye hâkim ve her şeyi bildiğine, her yerde hazır ve nazır olduğuna, her şeye yetip her şeyi hikmetle yaptığına inanıp ona samimice yönelen kişiye tüketici, bitirici ye’s gibi duygular nasıl yaklaşsın? İçimizdeki yıkımlar, hercümerçler ve buhranlar; yıkılması her an muhtemel yalancı ilahların içimize yol bulmasından değil de nedendir? Kendi evhamımızdan güç verdiklerimiz, hüküm atfedip hâkim zannettiklerimiz, umutla bağlandığımız yalancı ilahlardır içimizdeki dağdağanın, zirüzeberlerin, dağılma ve fesadın yegâne sebebi. Kim ki içine huzur getirmek istiyorsa orada tevhidi hükümferman kılsın ve “Allah göklerin ve yerin nurudur” nurundan içine bir nur yaksın.
Hâsılı, benim bir özgürken bir mahkûmdan dinlediğim ve şimdi bir mahkûm olarak bütün mahkûmlara ve belki bir o kadar da özgürlere söylemek istediğim bunlardır. Kâinatın da, senin moral âleminin de dirliği, düzeni tevhittedir. Bunun aksi depresyonlardır, buhranlardır, kafa yemelerdir. O zaman da ha zindana düşmüşsünüz ha dünyaya hiç fark etmez.
Tevhidin nuruyla dünyada cennete düşmeniz umuduyla vesselam.
Sait Burak
Kocaeli Kandıra
1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi
1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi