HABER MERKEZİ- Cumhuriyet Halk Partisi, bir süredir belediyelerine yönelik yolsuzluk ve “teröre yardım” suçlamalarıyla açılan soruşturmaları yalnızca yargı zemininde değil, sokak gösterileri ve sosyal medya kampanyaları üzerinden etkilemeye çalışarak yönetmeye gayret ediyor.
Son örnek, silahlı terör örgütüne yardım etme suçlamasıyla tutuklu bulunan CHP'li İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat için başlatılan kampanyada görüldü. “Sağlık durumu kötü” gerekçesiyle sosyal medya üzerinden başlatılan sistematik kampanya sonucunda Polat hakkında ev hapsi kararı verildi.
Ancak asıl trajik ve ikiyüzlü olan, bu gelişmenin CHP’nin “insan hakları” söylemini ne kadar araçsallaştırdığını bir kez daha gözler önüne sermesi oldu. Zira aynı CHP, daha birkaç hafta önce, Cumhurbaşkanı affıyla serbest bırakılan ve 2017’den bu yana cezaevinde, tüm vücuduna yayılmış kanserle mücadele eden 28 Şubat mahkumlarına karşı tam tersi bir tutum sergiledi.
Affedilen 10 kişiden özellikle İslami kimliğiyle öne çıkan iki ismi hedef alan CHP, bu kişilerin ağır hasta olmalarına rağmen serbest bırakılmaması gerektiğini savunmuş, “bu bir siyasi af” diyerek af kararını vicdansızca eleştirmişti.
CHP’nin duruşu, adaleti ve insan haklarını evrensel ilkelerle değil, parti aidiyetiyle ölçtüğünü bir kez daha gösterdi. Mahir Polat hasta denilerek serbest bırakılması istenirken, Daha ağır durumda olan, yaşlı, yatalak, terminal hastalardaki insanlar için “asla affedilmemeli” denilmesi, seçici bir vicdanın ve ilkesiz bir siyasetin ürünüdür.
Bu yaklaşım artık sadece tutarsızlık değil, ahlaki bir çöküş olarak yorumlanmaktadır.
CHP’nin “adalet” söylemi, yalnızca kendi siyasi çıkarları söz konusu olduğunda yüksek sesle dillendiriliyor. Kendi partilisine en ufak bir tedbir kararı geldiğinde “hukuk katliamı” diye ortalığı ayağa kaldıran parti, iktidar dışında kalan insanların yaşama hakkını yok saymakta beis görmüyor.
CHP’nin adaleti kendine, zulmü başkasına reva gören bu ikiyüzlü tavrı son olayda gizlenemez hale geldi. Kendi partilisi tutuklanınca “hasta, serbest bırakılsın” diye kampanya başlatanlar, ölümle pençeleşen mahkûmlara “çürüsünler içeride” diyebilecek kadar vicdandan uzaklaştı.
Muhalefetteyken hukuku bu denli eğip büken, insan haklarını yalnızca kendi yandaşları için hatırlayan, adalet terazisine siyasi rozet takan bir zihniyetin iktidarda ne yapacağı sorusu artık hayati bir meseledir. Bugün partilisine özgürlük isteyen, muhalifine mezar dileyen bu anlayış yarın devleti ele geçirdiğinde farklı fikre, inanca, kimliğe ne yapacak? Yargıyı sosyal medya trolleriyle yönlendirmeye çalışanlar, iktidarda yargıyı doğrudan susturmaya çalışmayacak mı? Bu anlayışın iktidarında adalet, sadece tabelada kalır; hukukun yerini rövanş, özgürlüklerin yerini hizaya çekme alır. Milletin zihninde artık şu sorunun cevabı berraklaşmak zorunda: Böyle bir zihniyet devleti yönetirse, adalet kime kalır?





