Hikâye bundan yaklaşık elli yıl önce yazılmış.

Ankara’nın dehlizlerinde kara ciltli bir deftere kapkara yüzlü insanlar tarafından bir şeyler karalanmıştı o gün.

Hikâye Ankara’da başlayınca karadan daha uygun bir renk seçmek abes olurdu ve hikâye de aslına uygun bir renkle başladı. Siyasalda okuma kısmına bakılırsa tapu kadastroda çalışma durumunda bir tezatlık var gibi gibi.

Sonra Urfa’nın bir köyünde kendi tabiriyle annesinin babasını adam yerine koymadığı bir evde yetişen birinin “bütün bir istihbaratı kullandım” ifadesi Keloğlan’ın padişahın güzel kızını almak kadar meşakkatli görünüyordu. Hem Keloğlan da bir Kürt masalı kahramanı değildi netekim. Ancak bizimkinin annesinin Türk(!) olmasından mı yoksa işin arkasında başka saikler mi var bilinmez. Kahramanımız Kürt masal kahramanı Siyabend dururken Keloğlan’ın rolünü kendisine daha uygun görmüş ve MİT başkanının kızına göz koymuş. Göz koymakla da kalmamış, turnayı gözünden vurmuş. Ancak aradan yaklaşık elli yıl geçtikten sonra görülen o ki kahramanımız turnayı gözünden vurmakla kalmamış, elli yıl önce Ankara’nın kapkara yüzlü insanların huzurunda kara ciltli deftere yazılı sözünde durmuş.

Önce yirmi iki kişilik bir ekiple kırsal bir yerde, kır saçlı bir adamın evinde toplanmışlar. Bir halkın umudu olma parolasıyla yola çıkan grup, bir lider belirlemek için oylama yapmış.

İlk oylamada farklı bir isim çıkınca karakaşlı, kapkara yüzlü kahramanımız yeniden seçim yapılması gerektiği ile ilgili itirazda bulunmuş ve ikinci seçim ile birlikte Ankara’nın dehlizlerindeki kara ciltli deftere bir halkın makûs talihi karalanmış. Ankara, kara, kapkara… Yirmi iki kişilik ekipten kendisiyle birlikte sadece üç kişi kalmış. Biri bayık bakarken bir hop oturup hop kalkan, bir diğeri de hangi yeminin kefareti bilinmez, ümmetin yetimlerinden öc alan.

Diğer on dokuz kişinin kaderi, Kürt halkının kaderi ile aynı olmuş. Kimi ajan diye infaz edilmiş, kimi unsur diye giyotine gönderilmiş, kimi canını kurtarmak için düşman bellediği karşı tarafa sığınmış, kimi de yurt dışına kaçarak şafak saymaya başlamış bir hiç uğruna harcanan ömrü için.

Sonra halkın beka meselesi gündemde yer bulmaya başlamış. Kandilin cılız yanmasından dem vurulmuş. “Bağımsızlık yetmez, dört parçanın birleştirilmesi esas amaçtır” diyerek sadece bulundukları bölge ile sınırlı kalmayıp dört parçada ulusal bilinci yüksek insanlar hedef tahtasına oturtulmuş. Kimi zaman göğüs göğüse, kimi zaman sinsi ve kalleşçe ancak her zaman tek bir amaç uğruna.

Kara ciltli deftere verilen söz gereğinden milim sapmadan.

Büyük şehirlerin varoşlarında yok olan milyonlarca insanın dışında yüz binlerce ölü, yıkılan ve terk edilen on binlerce yerleşim yeri, harabeye dönen onlarca şehir, iç infazla öldürülen, yani birinin kardeş bellediği birinin kurşunuyla öldüğü yirmi bin civarında insan, direğe bağlanan, ağaca asılan, ağzına para konulup sindirme amaçlı kurban seçilen binlerce insandan sonra “dizinin sezon sonuna geldik”

Baş aktör gömleğinin son düğmesini de ilikleyerek (ha bu arada düğümlenmiş son düğmeye dikkat)

Kültüralist bir şey istemiyoruz.

Pardon ülkeme hizmet etmek istiyorum.

Beni Türk Hâkimlerine Emanet Ediniz…