• DOLAR 34.438
  • EURO 36.334
  • ALTIN 2837.763
  • ...
Adalet… Mülkün temeli diye çerçeveletilip duvar süsü olarak kullanıldığından beri, terk-i diyar ve terki vicdan etmiş durumda.
 
Malumunuz Adalet`in evrensel bir sembolü var. Yunan mitolojisinden esinlenen bu sembolde, Themis denen mitolojik bir Yunan figürü, bir elinde terazi diğerinde ise kılıç ile tasvir edilmiş. Objektif olabilmesi için de gözleri kapalı olarak dizayn edilmiş.
 
Ama gelin görün ki; Adaletin terazisi, sahtekâr esnaf terazisi gibi hep bir kefesi yukarda duruyor. Kılıcın yerini “hep bana rebbena” diye her şeyi kendine doğru yontan keser almış. Gözü kapalı olduğu için görmeyen adalet, şimdi sağır da olmuş durumda. 
 
Bu kör ve sağır adalet ile baş edebilmek için adalet arayışında olanların seslerinin daha gür çıkması lazım. Mağdurlarımızın mağduriyetlerini sadece kendi mecramızla sınırlamak yerine, her türlü iletişim aracını kullanarak daha geniş kitlelere ulaştırmalıyız.
 
Bu sistemin Adaleti, kör ve sağır olduğundan, kısık sesle ona ulaşmak mümkün görünmüyor. Çünkü muktedirlerin ikbal arayışları,  kendileri dışında diğer mağduriyet ve zulümleri önemsiz kılıyor. 
 
Bu nedenle mağdurların, mağdur yakınlarının, mağdur ve mazlumların kardeşleri olduğunu belirtenlerin daha aksiyoner olmaları ve seslerinin daha gür çıkması gerekiyor.
 
Bu kör ve sağır adaletin anladığı tarzda konuşmak adalet arayışının vaciplerinden biri olsa gerek. Bazen insanın aklının almadığı şeyler oluyor. Örneğin 25 yıldan beridir zindanlarda olan Yusufilerin aileleri ve onları sevenler neden şimdiye kadar Adalet arayışı içerisinde bir yöntem olarak Meclis`in, Saray`ın, Adalet denilen Bakanlığın önüne çadır kurmadılar, oralarda seslerini duyurma çabası içinde neden olmadılar diye, düşünmeden edemiyorum.
 
Haklı olan daha bir özgüvenli ve yüksek sesli olmalıdır. Aktif sabrın pasif sabırdan daha hayırlı ve sonuç odaklı olduğu bir dönemdeyiz. Yaşanan onca acıya rağmen beli bükülmeyenlerin seslerinin de, aksiyoner yönlerinin de zincire vurulamaz olduğunu göstermeleri gerekir.
 
Elbette buna birilerinin öncülük etmesi, sivil bir inisiyatif olarak bu sorumluluğu alması elzemdir. İnsanlık adına hayra çağıran her kurum bu konuda sorumluluk sahibidir.
 
Bir diğer konu ise zulmün adını doğru koymaktır. Acaba ne zaman kadar, özellikle Yusufiler konusunda ‘FETÖ ya da 28 Şubat Zulmü` diye tanımlamalarda bulunacağız? Ne FETÖ ne de 28 Şubatçılar kalmamışken hala olmayan adreslere mektuplar yollayarak adalet arayışında olmak biraz sorunlu bir tavır değil midir?
 
Oysa ülkede olan her şeyden doğrudan ya da dolaylı olarak siyasi iktidar sorumlu değil midir? FETÖ ve 28 Şubat gibi söylemler kullanmak, iktidarın tezlerine destek olmaktan ve iktidarın nasıl olsa işi benden bilmiyorlar diye düşünmesine sebebiyet vermekten başka bir şey değildir.
 
Evet, mağdurların sesleri daha yüksek çıkmalı ve siyasi iktidarın bu zulme ortak olduğu gerçeği de göz ardı edilmemelidir.