• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Politikacılar genelde iddialı konuşmayı, mübalağa yapmayı severler. Çünkü taraftarları ya da destekçileri genelde bu tavrı satın alırlar.

Fakat hayat hakikatlerle şekillenir. Yapılanlarla kendini gösterince sözler, iddialar, hamasi nutuklar ancak o zaman anlam bulur.

Gazze’de neredeyse bir yılı bulan soykırım devam ederken sonucunda hareket olmayan, akan kanı durdurmayan, Siyonist teröristleri mağlup etmeyen hiçbir sözün, temenninin bir değeri yoktur.

Elbette sıradan insanlar ile muktedirlerin bu konudaki sorumlulukları farklıdır.  Bizim Ergani’nin herhangi bir mahallesinde ya da köyünde yaşayan bir vatandaşın TV’den katliamı izlerken ağlayarak, “artık bu zulüm yeter, birileri bir şeyler yapsın” demesi hatta gerektiğinde maddi yardımda bulunması, çağrıldığında sokağa çıkıp elinde Filistin bayrağı ile safını göstermesi onun açısından çok değerli bir tavırdır.

Ama bir muktedirin aynı tavrı takınması ise en basit tabirle bir tür teslimiyet ve acziyet ifadesidir. Başkanlık ya da Cumhurbaşkanlığı gibi makamlar ne ağlama makamı ne de temenni makamıdır.

Tam tersine emrinde orduları olan makamlar aksiyon makamıdırlar.

Türkiye’de ve diğer Müslüman devletlerdeki politikacılar nedense konu Gazze olunca birdenbire riyaset makamından temenni makamına indirgiyorlar kendilerini.

Nerede kendilerine mikrofon tutulsa ya da konu Gazze olsa; çok üzgün olduklarını, birilerinin artık katil devleti durdurması ve uluslararası toplumun harekete geçmesi gerektiğini söylüyorlar.

Kim o birileri? Türkiye Cumhuriyeti Devleti de o birilerinden biri mi? Türkiye uluslararası toplumun bir ulusu mu?

Ben buradan çok açık bir şekilde sormak istiyorum.

Türkiye bugüne kadar Gazze’de akan kanın durması, bebeklerin, çocukların öldürülmemesi için somut olarak ne yaptı.

Halen daha siyonist terör devleti ile ticaretin devam ettiğine dair iddialar var ve devlet ya da AK Parti iktidarı bu konuda milleti ikna edemedi.

Tüm bunlar açıkça ortadayken 30 Ağustos’ta Sayın Cumhurbaşkanı yaptığı bir konuşmada şunları söyledi;

“Ecdadın dört asır boyunca barış, huzur ve esenlik içinde yönettiği Kudüs'e biz sırtımızı nasıl dönebiliriz? İsrail'in 11 aydır soykırım uyguladığı Filistinli kardeşlerimizin feryatlarına kulaklarımızı nasıl tıkarız? İstanbul'la Kudüs-ü Şerif'i kim ayırabilir? Gazze'yi Gaziantep'ten kim kopartabilir? Daha bir asır önce Çanakkale'de yan yana mücadele ettiğimiz, yan yana şehit olduğumuz kardeşlerimizle aramıza kim duvar örebilir?"

Sırtımızı nasıl döneriz?

Feryatlarına kulaklarımızı nasıl tıkarız?

Ben cevaplayayım mı?

Sadece böyle hamasi nutuklar atarak, ticareti tamamen kesmeyerek, her türlü diplomatik ilişkiyi devam ettirerek, gidip Gazze’de bebekleri katledenlerin vatandaşlıklarını halen iptal etmeyerek, siyonizme yardım eden kuruluşların Türkiye’de ticari faaliyetlerde bulunmasına izin vererek…

Hiçbir aksiyon almayarak, askeri bir girişimde bulunmayı düşünmeyerek, ikna edilebilecek birkaç Müslüman devletle beraber Gazze Barış gücü oluşturup o coğrafyada bayrak göstermeyerek.

Bir yandan devlete yakışır şekilde diplomasiyi işletirken öte yandan askeri tedbirler almayarak. Gazze için harekete geçme konusunda öncü olmayarak.

Bebeklerin açlıktan ölmesini sıradan insanlar gibi ekranlardan izleyip ah vah etmek Gazze’ye sırtını dönmektir.

Adım adım Mescid-i Aksa’nın yıkılışını izlemek Gazze’ye, Kudüs’e ve de ecdada sırtını dönmek, feryatlarını duymamaktır…

Koca koca devletler olarak Gazze’deki çocuklara su, ekmek ve ilaç ulaştıramamak utancı Gazze’ye sırtını dönmektir.

Çok açık bir şekilde söyleyeyim; Gazze’de askeri olarak bulunmamak Gazze’ye sırtını dönmektir.

Gerisi kuru hamaset hatta lafıgüzaftır.