• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Bu haftanın en önemli konusu yeni bir eğitim öğretim yılının başlaması münasebetiyle ‘ilim, eğitim ve okul`du. Nitelikli bir eğitimin nasıl olacağından daha ziyade sorunlar, aksaklıklar ağızda çiğnenen sakız misali tekrar tekrar konuşuldu. Herkes topu bir diğerine attı. Birkaç duyarlı ses- o da henüz cılız çıktığı için pek duyan olmadı- dışında konunun bamteli olan ‘eğitimde nitelik, okullarda kalite`yi kimse konuşmadı.

Bir de Lice`de PKK destekli Kürtçe eğitim amaçlı(!) açılan okulun devlet yetkililerince kabul edilmeyip mühürlenmesi ve HDP`li birkaç milletvekilinin de aralarında bulunduğu bir grup tarafından yeniden açılma girişimi konuşuldu.

Okullaşma güzel bir gelişme, tamamen Kürtçe eğitim veren bir okulun açılması ise daha güzel bir gelişmedir; gel gör ki, hem devlet hem HDP kanadı böyle güzel gelişmelere ön ayak olma samimiyetinden yoksundur. Haliyle icraat veya yenilik gibi gözüken adımlar bir makyajdan öteye geçmiyor ve olaya herkes kendi tezine göre anlam biçiyor, kılıf hazırlıyor.

Anadil eğitimi noktasında adım atan devletse kendini ‘hakları savunan, eşitliği sağlayan, imkân tanıyan` olarak vitrine çıkarıyor; PKK ve bileşenleri ise bu adımı devletleştirme ilan edip ‘yok` hanesine kaydediyor.

Anadil eğitimi için adım atan PKK ve bileşenleri ise ‘devletleşme, azadilik ve öz dinamizm` olarak vitrine taşınıyor; devlet ise bu adımı bölücülük ve terör addederek ‘yok` hanesine kaydediyor.

Konuya bakış ve olayı yorumlayış durulan yere ve sahip olunan zihniyete endeksli olduğu için maalesef eğitim ve benzeri konular ‘Benim okulum senin okulunu döver, benim tezim senin tezini yener` gürültüsünde unutulup gidiyor.

Türkiye`de yaşayan kadın erkek neredeyse herkesin ömründen rahatlıkla 16 yılı alan bu okulların böyle bayatlamış, koku veren, mide bulandıran yaklaşımlara kurban edilmemesi lazımdır.

Adeta bir yazboz tahtasına dönen, açılmayan bir kavanoz kapağını ailenin her ferdinin ‘dur, bir de ben deneyeyim` demesi misali her başa gelenin türüne münhasır bir sistemle laçkalaştıkça laçkalaşan bir eğitim sisteminin düzelmesi için meydanı boş bırakmamak elzemdir.

Mektepten alınca ‘kitab`a dayanan, okuldan alınca Türkçe söz dizgisine göre ‘oku-‘ fiilinden türeyen, Latince bir kavramın türevi olarak ‘ekol`den gelen bu realiteyi kem sözlülere, art niyetlilere ve şom ağızlılara emanet etmemek gerekir.

Bu noktada alternatif eğitim, ciddi bir ihtiyaç olarak önümüzde durur.

Rabbinin risalet göreviyle taltif edilince kendisine gelen ‘İqra-oku!` emriyle ‘Ne okuyayım?` kabul ve edebiyle isteklenen Hazret-i Muhammed Aleyhisselam`a ‘Oku, yaratan Rabbinin adıyla oku!` denilmesi kastettiğimiz alternatif eğitimi bize sağlam bir şekilde sunmaktadır.

Evden mektebe, mektepten okula, okuldan sokağa uzanan bir toplumsal lüzum yolunda ‘öğren, oku, okut!` bir slogan olarak hayatımıza girmeli ve Rabbimizin adı, rızası ile şekillenip nesillerimize fayda vermelidir.

Yenilenmeyen ve geliştirmeyen bir eğitim sisteminde eğer her öğrenci ‘Benim oğlum, bina okur, döner bir daha okur.` Sözüne misal olarak bir arpa boyu yol almayıp başladığı noktaya geliyorsa,

Nasreddin Hoca`nın fıkrasındaki gibi arasına saman konulan kitabın sayfalarını açan eşek için ‘Bak, eşek de okuyor!`a örneklik teşkil edecek ezberci mantık ve kalıp objelerle öğrencilere zihne ve gönle değil haza seslenen bilgiler veriliyorsa,

‘Şu okullar olmasaydı, ben Milli eğitimi ne güzel idare ederdim!` alaycılığındaki bakanın misali toplumun değer ve yargılarıyla küs, onlara düşman kişilere söz hakkı veriliyorsa,

İnsan kitabına bakınca şükürden, kâinat kitabına bakınca tefekkürden, Kur`an kitabına bakınca hikmetten, insanlık mektebine bakınca Risaletten ders almıyorsa bir sistem; bunu kürsüsünde ders olarak okutmuyorsa bir okul,

O zaman öğrencilerin karnesinde nitelik hanesine koca bir sıfır yazılır ve bahsettiğimiz ‘alternatif eğitim` olmazsa olmaza gelip dayanıyor.