İman varsa imkan vardır
Belki de bu hayatta en zor şey, insanlara kendinizi tanıt/kanıtla/manızdır.
Durduğunuz ve insanların durduğu yere göre kabul edilir, tanınır, tanıtılır ve bilinirsiniz. Yerel veya genel yaklaşımlarda doğru bile olsanız, asla yanlış olanlar ve kendini doğru görenler tarafından doğru bilinmez, kabul edilmezsiniz.
Herkesin kendine göre kavramlara biçtikleri anlamlar onların düşünce dünyasına göre dar veya bol kalırken; zalimini mazlum, zelilini aziz, yalancısını doğru sözlü gördüğü de bir gerçeklik olarak görülüyor, biliniyor.
Belki bu nedenledir, kimi insanlar aynı olay ve konu için tanıdığı, bildiği, güvendiği veya değer verdiği yapı, grup ya da kliklerden taraf/şahsa münhasır değerlendirmeler görünce doğal olarak
‘Artık, kime inanacağımızı şaşırdık; kim doğru söylüyor anlayamadık!` diyorlar.
Geçenlerde facebookta buna benzer bir konuda yapılan yorumda aynen şu söyleniyordu:
‘Artık, kime inanacağımızı şaşırdık.` Ben de şu yorumu attım:
‘Ben kime inanacağımı şaşırmıyorum. Bir insan eli(söz, davranış, gidiş) ve diliyle diğer insanlara güven veriyorsa ben ona inanırım!`
Giyim, kuşam, eşya olarak binlerce markanın boy gösterdiği bir demde kendimize en uygun olanı bulmak için kılı kırk yardığımız, çok seçici davrandığımız bilinirken ‘doğru yola, doğru yapıya, doğru insana` ulaşmak için gevşek kalmamız, grup aidiyeti ile hareket etmemiz veya saha araştırması yapmadan etiket ve yaftalarla yetinmemiz er kişinin işi değildir.
Hoca fıkrasında olduğu gibi
Köye göre ‘eşeğe baba oğul binmek bir zulüm`,
Köye göre ‘eşeğe babanın binip oğlun yürümesi merhametsizlik`,
Köye göre ‘oğlun binip babanın yürümesi bir saygısızlık`,
Köye göre ‘eşeğin boş kalıp babayla oğlun yürümesi bir enayilik` olabiliyor.
Kişiye özel bakışlar ve yargılarla hareket etmek fıkrada olduğu gibi kişiyi kendinden çıkaran tuhaflık veya yapmacıklığa götürebilir.
O halde işin doğrusu nedir?
“Ben Müslüman`ım diyenden daha doğru sözlü kim olabilir.”
“De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümün âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”
Hakikatlerine teslim olup yapıcı eleştiriler dışında ötekileştiren, iftiraya varan, toplumsal algıyı yanıltan söylem ve eleştirilere kulak tıkayıp böylesi cahilliklere ‘selam!` deyip istikametle hedefe varmaktır...
Eğer doğru söylemek, muhatap çevreni daraltıyorsa Hz. Ebu Zer gibi yalnızlığa ‘eyvallah!` de!
Eğer adil olmak, akrabaları aleyhine çeviriyorsa Hz. Ömer gibi adalete ‘Faruk!` ol!
Eğer ölümle korkutulup susman isteniyorsa Hz. Hüseyin gibi Kerbela`da ‘izzetli ölümü` seç!
Eğer yalanlar, iftiralar sana olan inancı sarsıp ‘Mıstah, Hasan bin Sabit gibi` seçkinleri dahi etkiliyorsa Hz. Meryem gibi susup Hz. Âişe gibi sabredip ‘hakkın tecellisini` bekle!
Eğer cehdlerin sana zindan, çabaların sana hicret, çalışmaların sana maddi yoksunluk getiriyorsa Hz. Eyüp, Hz. Yusuf, Hz. İsa gibi sabırla kuşan!
Eğer Müslümanların vahdeti için çalışıp çırpınmak ‘Şii` veya ‘Suni` gibi ithamları beraberinde getiriyorsa İmam Şafii gibi sözünü eğip bükmeden birliktelik için çabala!
Eğer modernlere göre mürteci, ırkçılara göre kansız(!), solculara göre softa, muhafazakarlara göre radikal, geleneklere göre nevzuhur, diğer camialara göre abeci olarak etiketlenmişsen “İzzet Allah`ın, Resulün ve müminlerindir..” kalesiyle kuvvet bul!
Eğer her şeye rağmen anlaşılmıyor, dışlanıyor, suçlanıyor, ötekileştiriliyor, provakatör ilan ediliyorsan bil ki,
“İman varsa imkân vardır” ve “Müslüman`ca yaşamanın mümkün olmadığı bir yerde elbette Müslüman`ca ölmenin bir yolu vardır.”