• DOLAR 34.6
  • EURO 36.319
  • ALTIN 2986
  • ...

Bazen okuyucular, olayların kaleme alındığı noktada hep “olumsuz, üzücü, içler acıtan ve göz yaşartan” yaklaşımı gördüklerini söyleyip biraz da “olumlu, sevindirici, yürek serinleten” konuların öne çıkarılmasını isterler.

Elbette, bir yazar olarak değil de bir birey olarak biz de bunu istiyoruz ama hem dünyanın “Vela nebluvennekum/Sizi bazı şeylerle sınayacağız…” ile başlayan ayet kapsamında imtihan yurdu olması hem de inadi küfrün ve emperyal cephenin İslamî değerlere düşmanlığı ve Müslüman topraklardaki zenginliklere sahip olma hırsının getirdiği işgal, yıkım, talan ve katliamlar –istesek de diğer minvaldeki konuları- yazmamıza fırsat vermiyor.

Hele son bir ayda Abdulkadir Molla`nın şehadetinden Suriye`deki soğukluğun/katliamların kurbanı olan çocuklara; Gazze`de yaşanan insanlık dramından Arakan`daki Budist çetelerin vahşetine; Mısırdaki cuntanın çizmeyi çoktan aşan hadsizliklerinden ülkemizdeki paralel yapılanmanın getirdiği ekonomik çöküş ve kutuplaştıran hırsına kadar yaşanan/yaşanmakta olan nice olay, ibreyi yine hali pür melalimiz üzerine çevirmeyi zorunlu kılıyor.

Türkiye – uzman, uzman olmayan, kadın, erkek, yetkili, yetkisiz, Müslüman, İslam düşmanı– insanında en çok göze çarpan şey şudur:

İnsan hakları ihlali, tecritler, kumpaslar, kavgalar, adaletsizlikler olduğunda herkesin birer stratejist kesilip olaylar hakkında ahkâm kesmesi ve bazen gerçekten aklı zorlayan ve mide bulandıran açıklama/yorumlar yapması yukarıda kısmen çizmeye çalıştığımız yaralayıcı tablonun üzerine tuz biber olup daha da acıtıyor/incitiyor ve “El İnsaf!” dedirten bir hayıflanmaya el veriyor.

Bu tür insanlar, zulmün alasını, haksızlığın daniskasını, katliamların korkuncunu, yalanın büyüğünü, densizliğin görülmeyenini yaptıkları halde “ıslah edici, barış yanlısı, çözüm taraftarı” gözükür/öyle gösterilirler.

Bir nevi paçalarından vıcık vıcık akan necaseti görmezler, başkasının üzerine bulaşmış birkaç toz parçasından hareketle kıyametleri koparırlar. Kendi gözündeki merteği görmezler, başkasının gözüne giren çöp üzerinden habbeyi kubbe yaparlar.

Sözü getirmek istediğimiz nokta PKK/BDP ve bileşenlerinin özellikle bölgemizde kendini bu toprakların horozu sanmasının getirdiği efelenmelere misal bir-iki yeni gelişmeye değinmektir.

Abdullah Öcalan`ın, 2012`de yayınlandığı öğrenilen `Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü` adlı kitabında büyük İslam âlimi Bediüzzaman Said-i Nursi (Kürdi), Merhum Şair Mehmet Akif ve Hizbullah Cemaati hakkında ağır iftiralarda bulunduğu ortaya çıktı.

M. Akif ve Üstad`ı o günün şartlarıyla ancak değerlendirebileceğimiz bir teşkilatlanma olan Teşkilat-ı Mahsusa üzerinden dönemin yetkin erkine “ajanlık” yapma noktasına ve Hizbullah`ı “JİTEM”le ilişkilendirme basitliğine/hedef saptırmasına giderek sistemle el ele, kol kola göstermesi için ancak şunu deriz:

Her söz sahibini bağlar; eğer söz ispatlanmazsa söyleyeni müfteri yapar. 12 Eylül döneminde halen bile yurtdışına nasıl çıkabildiği bilmeyen, Yalçın Küçük`ler ve Doğu Perinçek`lerle çavuş-ahbaplık ilişkisi malum olan, doğrudan veya dolaylı kırk bin insanın katili olarak bilinen birinin halen akıl verme/stratejist/toplum mühendisi/önder(!) ayaklarına yatması ve böyle görülmesi gerçekten de hayıf ve esef verici bir durumdur.

Yine benzer bir iftirayı Sol Gazetesi yazarı Yavuz Alogan`ın satırlarında görüyoruz. Yazısında, devletin denetiminde düşük yoğunluklu iç savaşların olabildiğine değinen Alogan, geçmişte 90`lı yıllarda Hizbullah ile PKK arasında yaşanan çatışmaların da devletin denetiminde gerçekleştiği iddiasında bulundu.

 Bölge insanının, hayatlarına kast edenlere karşı kendini koruma, can güvenliğini sağlama ve İslam`ı müdafaa için mecbur kaldıkları mücadele gereksinimini 90`lı yıllarda Kürdistan`da yaşanan gerçeklikleri bilmeyen/yaşamayanlar tarafından anlaşılması bir hayli güç olduğu gibi, bunu biliyor olmasına rağmen çarpıtanların da anlaşılması bir hayli güçtür.

Bari atıyorsanız ufaktan atın, yenilir yutulur cinsten olsun; yoksa büyük atarsanız iftiralar gün gelir boynunuza dolanır ve midenize oturur. Sonra hazımsızlık çekersiniz! Demedi, demeyin!