Asil olan azmaz ve aslını bozmaz
Her şeyin bir iç yüzü ve dış yüzü vardır. Birine bakıp diğerine aldanmak, birini bilip diğerini bilmeden yargılamak doğru ve akıllı insanların kârı değildir. Her konuşan âlim, her susan cahil sanısı ne kadar yanlışsa insanları bütüncül tanımadan onlarla ilgili bir kanıya da varmak doğru değildir. Her ne kadar dış görünüş, fiziksel duruş muhatabımızla ilgili bir kanıya varmamızı sağlasa da bu sağlıklı olmaz. Algı ve olgu noktasını iyice ayırt etmek lazımdır.
Peygamberimizin (aleyhi selam) “Allah Teâlâ sizin yüzlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” Hadis-i şerifi, Mevlâna’nın "Nice insanlar gördüm, üstünde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok." Sözü bize şu hakikati öğretir. Dış görünüş, insanlar üzerinde bırakılan izlenimin birinci basamağıdır. İlk intiba her zaman çok önemlidir. Nice kravatlı ve traşlı katilin el üstünde tutulması ve nice saçı sakalı dağınık, elbisesi eski masumun da terörist olarak lanse edilmesi bu ilk izlenimle ilgilidir. Birçoğumuza öz geçmişimiz, diplomamız, dilimiz ve diksiyonumuz üzerinden değer verilmesi veya değersizleştirme bu bağlamda değerlendirilebilir.
Kişinin kendine özen göstermesi, elbisesini temiz tutması, üst başına çekidüzen vermesi önemlidir ve gereklidir. Bu bağlamda hiçbir insan değer verdiği kişilerin karşısına pejmürde bir kıyafet veya pijamayla çıkmaz. Giyilen kıyafetin düzeni, uyumu, temizliği insanların birbirine verdiği değer ve saygıyla ilgilidir. Bu ilk karşılaşma, bulunulan ortam ve yapılan iş için önemli ve gereklidir; ama asıl önemli olan dış görünüş değil, karakteri ortaya çıkaran inanç, bilgi, görgü, kültür ve düşünce gibi kazanımlar, kabuller ve tutumlardır. Çok güzel giyinmiş, centilmen izlenimi veren birinin bütün boyası veya foyası kendisiyle oturulup konuşulunca, bir münasebet geliştirince veya bir fayda zarar beklentisi oluşunca ortaya çıkar.
“İnsanlar, elbiseleriyle karşılanır fikirleriyle uğurlanır.” sözü insani yaklaşım adına önemlidir. Fiziksel duruş ve zahir olumlu ve olumsuz noktada bir algıdır. Tutum, söz, davranış, yaklaşım ve etkileşim de bir olgudur. Bu sebeple insanın şahsiyetini ortaya çıkaran giyim, kuşam ve endam değildir. Huy, tutum ve karakterdir. Haliyle insanları cemaliyle tanırız, cibilliyetleriyle kabul eder veya ret ederiz. Cibilliyetleri üzerinden onlarla dost veya düşman oluruz. Güven ve endişe de huy ve karakter bağlamında oluşur. Kişinin huy ve karakteri ne kadar saklansa da hayat ve memat meselelerinde muhakkak kendini gösterir, deşifre eder. Şen şakrak bir şekilde birbiriyle oynayan iki köpeğin karakteri ortada kemik olmadıkça anlaşılmaz; ama ikisi arasına atılan bir kemik bütün köpekliği deşifre eder.
İnsan olabilme, bir değer meselesidir. Bu; huy, karakter, cibilliyet ve fıtratla ilgili bir konudur. Her şeyin aslına çekmesi ve dönmesi de bu bağlamdadır. Biyolojide soyaçekim denilen bir kanun vardır. Milyarlarca çocuğu sünnet ederiz; ama doğan her çocuk yine sünnetsiz doğar. Yüz nesil, kuşların kanadını kesip yolsak da doğan her kuş yine kanatlarıyla doğacaktır. “Yani asıl azmaz, aslını bozmaz” atasözünü insani ilişkilerde yabana atmamak lazımdır. “Her sakallı dedemiz” algısına yenilip aksakallı büyüklerimizi nasılsa o da sakallı deyip papaza değişmemek lazımdır.
İnsani büyüklük ve küçüklük kriterlerini iyi bilmeliyiz. İyiler ve kötüler ayırdında ölçülerimiz net olmalıdır. Ölçümüz; kuvvet, imkân, makam, mal, güzellik, servet, şan ve nam mı olmalı; yoksa bilgi, inanç, ahlak, görgü, kültür, isar, diğerkâmlık, vicdan ve karakter mi olmalı?
Akla karanın, zalimle mazlumun, hakla batılın beraber pazara çıktığı bu zaman ve zeminde ölçümüz önemlidir.
Kazanayım derken kaybedenlerden olmak da var.