Kendimizi bilirsek ahlaksızın tazyiki bize zarar vermez
Hak batıl mücadelesi, doğru yalan karşıtlığı, iyi kötü çatışması, helal haram tercihi salt günümüze ait değildir. İlk insandan bu yana insanlar arasında bu kavramlar doğrultusunda bir karşı karşıya gelme olmuş ve olacaktır. Neticede dünyaya gelen her insan, ölüm vaktine kadar iradi bir yaşam sürecine tabii olur. İradesiyle hak batıl, iyi kötü, doğru yalan tercihlerinden birini yapar. Tercihler de beraberinde bir taraf olma, aidiyet hissetme ve kamplaşma getirecektir. Bu süreç, doğal olarak iki kabulün taraftarları arasında bir zıtlık, hasımlık ve düşmanlık ortaya çıkaracaktır.
Hasımlık ve düşmanlığın derecesi mücadele şartlarını ve şekillerini belirleyecektir. Mücadele zaman, zemin, güç ve muhataplık durumuna göre sözlü, eylemsel, iftira, saldırı, kavga hatta savaş şeklinde kendini gösterecektir. İki taraf da bunu biliyor/bilmelidir. Taraflardan birinden gelen bir karşıtlık veya tazyik karşısında elbette diğer taraf endişe, şaşkınlık, koruma/kollama güdüsü, tedbir ve karşı atak gibi tavırlar sergileyecektir. Bu doğaldır.
Biz hak, doğru, iyilik ve ahlak tarafı olarak batıl, yalan, kötülük ve sapıklık tarafının düşmanlığı, tazyikleri ve saldırganlığı karışışında paniklememeliyiz. İyi niyetle de olsa kötünün, kötülüğün reklamını yapmamalıyız. Sapıklık cephesinden gelen saldırı, tezyif ve tahkir ne kadar şiddetli olsa da haktan, doğru ve zamanlı davranmaktan, hak gaspına yol açabilecek tutum ve yaklaşımlardan uzak durmalıyız.
Dinimize, değerlerimize, taleplerimize, yaşam şeklimize hazımsız ve tahammülsüz olan kim olursa olsun, saldırı şekli nasıl olursa olsun bize ‘hurra, saldırıın!’ arzusu, telkini ve talebi galip gelmemelidir. Dost düşman, inanan inanmayan, tarafımız olan olmayan, asi muti her insana karşı nasıl davranmamız gerektiği noktasında önümüzde devasa bir vahiy ve siyer tecrübesi vardır. Peygamberler ve kavimleriyle olan mücadeleleri vardır. Salih insanlar ve çevresiyle olan ilişkileri bilmekteyiz. En güzel örnek olan Efendimiz Hazreti Muhammed aleyhi selamın siyer ve sireti nur misali önümüzde parıldamaktadır. Bizi öldürmeye gelenin dahi bizde dirilmesi, savaş ortamında dahi olsa bizim elimizle birinin bulduğu hidayetin dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlı olacağına dair nebevi telkinlerimiz vardır.
Batıl, küfür ve sapıklık cephesinin bize karşı düşmanlığı cehalettir. Bize karşı hazımsızlığı cehalettir. Bizim kavramlarımız üzerinden bizi vurmaya çalışması bir manevradır. Bu cephenin bize hasımlığı tercihimizden dolayı zaten olacaktır ve tarih boyunca olmuştur. Ama eğer saldırının dozu ve suçlamanın gerçeklik derecesi bizim gafletimiz, nemelazımcılığımız, zaaflarımız ve düşman karşısında güçsüzlüğümüz sebebiyle artıyor ve şiddetleniyorsa yapılacak olan ortadadır. Önce, bizim kendimize çekidüzen vermemiz gerekiyor.
Ahlaklılar safında olanlar olarak ahlaksızlar kadar cesur değilsek, sarılmamız gereken ilahi emirlere sımsıkı sarılmıyorsak, onlar idol bizler hayran oluyorsak, onlar sanatçı(!) biz sevenleri oluyorsak; onlar bilgi, teknoloji, edebiyat, ürün üreten biz ise bunları tüketen durumda isek; onlar yöneten, idare eden, düzenleyen, sevk eden bizler ise yönetilen, idare edilen, düzene tabi tutulan ve sevk edilen isek iğnemizi kenara bırakıp çuvaldızı kendimize batırmamız lazımdır.
Hak cephesinde olanlara ‘merhametli, şefkatli, kardeş ve destekçi olmamız’ mümince davranışın gereği olduğu gibi batıl cephesine karşı ‘izzetli, caydırıcı, güzel üsluplu davranma, hidayetini arzular olma, cahilce davrandıklarında onlardan uzaklaşma’ da mümince davranışın gereğidir. Aşağıdaki ayet, tüm saldırı ve saldırganlara karşı bize bir serlevha olmalıdır:
“Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.” (Al-i İmran: 120)