Mülteciler ve artan nefret söylemi
Modern yaşam, ‘din, ümmet, ahlak ve töre’ gibi toplumsal değerleri reddeder. Bu boşluğu doldurma adına bireyi kutsayan, ‘ben’i yücelten ve başkasını ‘ötekileştiren’ bir tarz öne çıkarır. Modernin önerdiği bu tarz herhangi bir boşluğu doldurmadığı gibi insanlar arasındaki maddi ve manevi uçurumu her geçen gün derinleştirir. Toplumlara birbirine karşı her zaman içten hesaplı, düşman ve çatışmalı bireyler musallat eder. Sanayileşme ve kentleşme oranı, modernleşme sürecinin zaferi sayılır. Endüstriyel gelişmeler ve kentleşme olgusu süreç içinde göçü tetikler ve cazip hale getirir. Savaşlar ve işgaller ise göçleri daha çok tetikler. Modern zaman göçleri yasal ve yasadışı göç olarak çeşitlenir.
Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrası güvenlik algısı değişmiş ve bu nedenle göç/iltica ulus devletler için bir güvenlik tehdidi kabul edilmiştir. Türkiye’de son zamanlarda artan mülteci düşmanlığının arka planında bu korku ve endişe yatar. Batılı devletlerin Suriyeli göçmenleri kabul etmemesi, onları en vahşi bir şekilde ölüme terk etmesi bu güvenlik tehdidi içinde gösterilse de Ukrayna Savaşı ile Ukraynalı göçmenlere aynı muamelenin yapılmaması büyük bir soru işareti olarak zihinlerde yer etti. Oysa güvenlik tehdidi koca bir yalandan ibarettir. Gerçek ise, Batılı aklın ve ulusalcı insanın, insana ve topluma göre keyfi muamelesinden başkası değildir.
Mülteci gerçeği ve göç olgusu kendi içinde ciddi zorluklar ve problemler barındırır. Hiç kimse keyfi olarak, durduk yerde evini, yurdunu ve kurulu düzenini terk etmez. Gönüllü gidişler dahi adına sıla, gurbet ve hasret dediğimiz duygusal yoğunluk ve daralmalara maruz kalıyorsa zorunlu gidişlerin yol açtığı zorluklar hesaba dahi gelmez. Göç ve mültecilik kendi içinde salt kendisi olarak zaten zorluk ve sıkıntı barındırmaktadır. Bunun üzerine ‘düşmanlık hissi ve ötekileştirme yaklaşımı’ zorluk ve sıkıntıları için sadece bir kördüğüm olur.
Türkiye, Suriye krizinden en çok etkilenen ülkedir. Suriye’nin Türkiye’yle en uzun sınıra sahip ülke olması bu etkilenmeyi daha da arttırmıştır. Suriye’de 2011 yılı Mart ayında başlayan meşru hak talepleri Esad rejimince kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışılmış, barışçıl protestolara silahlı ve ölümcül müdahaleler yapılmıştır. Rusya, ABD, İran, Türkiye ve başkaca ülkelerin Suriye krizine haklı haksız, gerekli gereksiz müdahil olması, Suriye’ye asker göndermesi çözümü zorlaştırmış ve ülke yaşanmaz bir hal almıştır. Birçok örgütün de çeşitli hesaplar bağlamında bu ateşe benzin dökmesi insanlarda can, mal ve namus endişesini artırmıştır. Haliyle insanlarda güvenli bölgelere gitme ihtiyacı hâsıl olmuş. Ortaya çıkan istikrarsızlık Suriyelileri güvenli bölgeler arayışı içinde zorunlu göçe maruz bırakmıştır. Zorunlu olarak göç edenlerin çok büyük bir çoğunluğu çocuklar ve kadınlar olunca trajedinin boyutu daha da artmıştır. Türkiye’nin sınır uzunluğu, ulaşım kolaylığı ve ensarca yaklaşımı Türkiye’yi Suriyeli mülteci/göçmen/muhacirler için daha albenili kılmıştır. Bu durum, Türkiye’nin ekonomik, sosyal, kültürel, insan hak ve özgürlükleri ile yaşam kalitesi açısından diğer ülkelere nazaran daha farklı ve tercih edilir olmasıyla da ilişkilidir. Halen devam eden ve ne kadar devam edeceği kestirilemeyen bu göçler hem Suriye’de hem de Suriye’ye komşu ülkelerde -özellikle Türkiye’de- sosyal, ekonomik ve siyasi birçok soruna neden olmaktadır.
Ukraynalı göçmenlere badem gözlü, sırma saçlı; Suriyeli göçmenlere ise cüzzamlı muamelesi yapan AB ulusal göç politikası kapsamında göçmenlerin iadesi veya daha niteliklileri ile takası için Türkiye’ye baskı yapmaktadır. Diğer taraftan Suriyelilere ensar muhacir yaklaşımı sergileyen Türkiye’nin arka planda bu göçmenler üzerinden AB ile bazı konularda pazarlık yapması, Suriyeli insanlara sağlıklı vatandaş yaklaşımı sergilememesi İslami ve insani haklar yönüyle kabul edilir değildir. Türkiye, savaştan kaçan Suriyelilere korumacı tedbirler ile konukseverlik kapsamınca açık kapı politikası uygulamıştır; ancak ülke içerisinde yalan yanlış bilgiler, pompalanan mülteci düşmanlığı, tırmandırılan faşist milliyetçi ruh Suriyelilere karşı hoşnutsuzlukları arttırmıştır.
Nihayetinde Türkiye her şeye rağmen yüzyılın en büyük göç dalgası ile karşı karşıyadır. Bu dalga, beraberinde ciddi toplumsal ve bireysel sorunlar getirmiştir, geleceğe dair ciddi kaygı ve endişeler üretmiştir; ama bu sorunlar çözülemez ve endişeler giderilemez değildir. Bu amaçla gerçek bir kardeşlik ruhu ve ensar yaklaşımı ile Türkiye’deki Suriyelilerin daha sağlıklı bir şekilde kayıt altına alınmaları, takip edilmeleri, eğitim ve öğretim sürecine dahil edilmeleri, nitelikli olanlardan azami seviyede istifade edilmesi, her bir Suriyeliye insanca muamele edilmesi ve en azından toplumsal birlikteliğe entegre olacakları ortam ve şartların oluşturulması kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur.
Tehlike arz eden göç ve mülteci değildir. Dünya, her zaman ve zeminde bir şekilde göç ve mülteci gerçeğiyle karşı karşıyadır. Tehlike arz eden kin, nefret ve ötekileştirmeyi tırmandıran ırkçı yaklaşım ve faşist duygulardır. Herkes bir adım geriye giderek öfkesini yutmalı, ben’ini biz deryasına teslim etmelidir.