Çöp, Çöp Kutusuna Atılır
Birkaç hafta önce bir köy muhtarının isyanı şöyle yansımıştı basına:
“Piknikçiler, geride bıraktığınız çöpleri temizlemek zorunda değiliz.”
Bu hafta da basına şöyle bir haber düştü:
“Bingöl'ün Solhan ilçesinde Boğlan Mahallesi'nde bulunan ziyaret parkı, vurdumduymaz vatandaşlar tarafından kirletildi. Parktaki kirliliği gören mahallenin gençleri ve çocukları, farkındalık oluşturmak adına ellerine aldıkları poşetlerle çöpleri topladı. Poşetlere doldurdukları çöpleri sahanın içinde toplayan çocuklar, “UTANIN” yazarak, parka gelen vatandaşların daha duyarlı olması gerektiği çağrısında bulundu.”
Temizliği imanın yarısı sayan bir dinin inananları olarak ‘çöp dökmeme, çevreyi kirletmeme’ noktasında uyarılmamız hiç hoş bir durum değildir. Maalesef gelinen nokta itibariyle uyarıdan ziyade sağa sola dökülen çöpleri ve atıkları birileri üstümüze başımıza dökse herhalde az gelir, diye düşünüyorum. Binaların pencerelerinden atılan izmaritler, dökülen çöpler, silkelenen sofralar; yolda yürürken elindeki kâğıdı, kabuğu, plastik malzemeyi yolun ortasına fütursuzca atanlar; araçla yollarda seyrederken aracın penceresinden sağa sola her türlü çöpü rahatlıkla ve patavatsızca atanlar… Hele hele insanların gelip geçtiği yere rahatlıkla balgamını atan, sümküren bedevi kılıklılar…
Sanırsınız, güzel memleketimde yere çöp atmak, tükürmek bir marifet… Oysa insanlara eziyet veren taş, cam, diken, kâğıt gibi her türlü atığı yerden kaldırmayı dinimiz imandan sayıyor. Aslan, yattığı yerden belli olur atasözünü dilimize pelesenk etmişiz; ama sokaklarımıza, çarşı ve pazarlarımıza bakınca leş kargalarının ve sivrisineklerin yattığı, uçtuğu yeri bile özler olmuşuz.
Sokağa çıktığımızda biri bize sataşır veya biz birine sataşırsak çok abes olur değil mi?
Ya da hastalık kapacağımızı bile bile virüs üreten bir ortama girmek akıl karı olur mu?
İşte yerlere çöp atmak, yere tükürmek böyle bir şey olsa gerek…
Acaba, evinin içinde yere çöp atan, halıya tüküren kaç kişi vardır?
Hepimizin açık alan olarak evi olan sokakları kirletmeyi, yere çer çöp atmayı tam da bu yüzden anlayamıyorum. Elimizdeki çöpleri birkaç dakika yanımızda taşımamız bize bir şey kaybettirmez. Zaten birkaç metre sonra muhakkak çöpümüzü atacağımız veya tükürebileceğimiz uygun bir yer bulabiliriz. "Nasıl olsa çöpçü/temizlik görevlisi var. Ben atarım, o temizler" mantığı hiç hoş değil.
Ya yakında bir temizlik görevlisi yoksa?
Ya siz o çöpü attıktan sonra rüzgârla birlikte o çöp, sağa sola uçuşursa, suya karışırsa daha mı hoş olacak?
Sadece sokağı değil çevreyi de kirletmiş olursunuz.
Yıllar önce yaşadığım şehre gelen bir yabancı üç şeye karşı hayretini ve ‘Yazıklar olsun!’unu şöyle ifade etmişti:
“Bu şehirde çöp kutuları yok mu, insanlar elindeki avucundaki çöpleri yere atıyorlar, yere rahatlıklar tükürüyorlar? Bu şehirde belediye yok mu, ortalık kazılıp da kapatılmayan çukurlardan geçilmiyor? Bu şehirde, iş güç yok mu insanlar sabahtan akşama kadar kahvelerin önünde boş boş oturuyorlar?”
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana senfoni orkestrası az…
Sokaklarının çöpten geçilmediğini, belediyenin temizlik yapmadığını Hasan El-Benna’ya şikâyet ederler. Hasan El Benna, ‘Temiz ev, temiz sokak’ isimli bir çalışma/yarışma başlatır. Bir ay sonra, şikâyet edilen sokaklardan gül ve çiçek kokuları gelmeye başlar.
Teknolojik aletlerde bile bir çöp kutusu düşünülmüşken bizim gönlümüzü ve zihnimizi çöp kutularına alıştırmamız daha güzel değil mi?
Hem sadece çöp kutusuna ihtiyacı olan maddi kirler ve çöpler mi?
Manevi kirleri ve çöpleri de atmamız gereken bir tövbe ve istiğfar kutusu hayatımızın her anında olmalı değil mi?
Bu sokaklar, çarşı pazarlar benim, sizin, dostlarımızın, sevdiklerinizin, hayvanların, bitki ve ağaçların yani hayat dolu herkesin… Unutmayalım ve utanalım!