Katliamlar, Kardeşlik ve Özür
Devlet, camia veya şahıs hem bu dünya hem ahiret için sürekli bir hesaplaşma ve yüzleşme içinde olmalıdır. Zulümler, haksızlıklar, hatalar ancak bu şekilde telafi edilir, azalır. Aynaya bakıp kendini ve eksiklerini görebilme cesareti sergileyenler böylece tarihten ders çıkarır ve yarınlara da adalet ve doğruluk adına iyi bir miras ve örneklik bırakmış olur.
Güneşin üzerine doğduğu ve battığı hiçbir gün ve zemin yoktur ki yeryüzü haksızlıklara, gasplara, işgallere ve katliamlara şahitlik etmiş olmasın. Küfr-ü zaid, fısk-ı galip ve fücr-u kesir olan bir devlet, iktidar veya şahıs yönetimi ele geçirince Kur’an diliyle onun nesli ve ekini tahrip edeceğinden şüphe yoktur. Üzücü, zor ve tuhaf olan ise bizim mahallenin zulüm, haksızlık ve katliamlarıdır. Adı Müslüman, coğrafyası İslam ve kendisi haksızlığa uğramış devlet, iktidar, camia ve kişilerin kendi zulüm, haksızlık ve hakaretlerine kör kesilmesidir.
Batılılaşma sevdası, Tanzimat, İttihat ve Terakki, Ulusallaşma arzusu, Cumhuriyetin ilanı, tek parti, Kemalizm ve darbelerle ülkenin her karesine tahakküm etmeye çalışan bir zihniyetin orta yerde duran nice hak gaspları, yargısız infazları, dil ve kimlik inkârı, dini değerlere düşmanlık ve katliamları vardır.
Yerine göre Dersim için özür dilenebiliyorsa,
Ta ötelerden Hocalı Katliamı görülebiliyorsa,
Gazze’de yaşanan vahşet yüreklerde hissedilip BM’ye taşınabiliyorsa,
Ermeni olaylarını soykırım derecesine çıkaranlara haklı olarak itiraz ediliyorsa
Bir zahmet uzaklara gitmeden içimizden ama bizden olmayan laik, faşist ve Kemalist bir zihniyetin işlediği katliamlar da görülmeli, ifşa edilmelidir.
Dün bir TV programı münasebetiyle Bingöl’ün Genç ilçesinin birkaç köyüne gittik. Bu köyler Şeyh Sait kıyamına destek veren köylerden birkaçıydı. Sayer, Gırnos, Şemsan u Guew gittiğimiz köyler ve mezralardı. Bir dönemin canlı, mazlum ve mahzun şahitleri olan bu topraklar dile gelseydi acaba neler anlatırdı neler…
Katliam korkusuyla köyün dışına kaçan köy erkeklerine gözdağı vermek için süngülenip aynı mezara konulan üç kadın mı dile gelip bunları anlatsaydı?
Dört farklı köyden toplanıp Sayer’e getirilen ve orada bir evin içine konulup ateşe verilerek yakılan 76 kadın ve çocuk mu o ateşlerin arkasında seslenip vicdanımızı sızlatsaydı?
Bu kadınlardan birinin ‘Bari bu çocuğum kurtulsun!’ diye evin penceresinden dışarı fırlattığı ama anında bir askerin süngüleyerek tekrar ateş dolu evin içine attığı masum çocuk mu bizlere ‘İnsanlık nerede kaldı?’ diye seslenseydi?
Üstad Bediüzzaman’la Kosturma’da 8 yıl sürgün kalan gazi ve mücahid Hurşid oğlu Selim mi köyüne döndüğü günün gecesinde kesilen başıyla kabrinden bizlere ‘doğruluk, hasret, özlem ve insaf’ dersi verseydi?
Bir kayalığa sıkışan bir danayı çıkarmaya çalışan; ama asker tarafından sorgusuz sualsiz birbirine bağlanarak ‘Devletin kurşununa yazıktır(!)’ diye süngülenerek katledilen 14-16 yaşlarındaki 11 genç mi bize ‘tarihe, coğrafyaya ve kardeşliğe’ yaşatılan bu utancı mı gösterseydi?
Bu coğrafya, bu topraklar, bu Müslüman ve mazlum insanlar çok şey mi istiyor?
Hayır!
Dille söylenen kardeşlik sahaya gönül ve eylem olarak yansır ve devlet adına geçmişe dair bir özür, helallik ve hak iadesi olursa saflar kaynamış kurşunlar gibi sıkı ve sağlam olur.