Irkçılık mı Dediniz?
Irkçılık, mantar hastalığı gibi olsa gerek.
Kaşıdıkça haz veren ve kanatan habis bir hastalık…
Irkçılık, kronik ve patolojik hali yaşayanın bile kınadığı bir iğrençlik ve çirkinliktir.
Birilerine renk, dil, din ve cins farklılığından ayrımcılık yapılır, herkes ‘hurraaa!’ bunu kınar.
Birileri ‘meşrep, klik, mezhep, camia ve örgütsel tercih’inden ötürü dışlanır, herkes ‘mazlum sever, zalim kınar.’ bir rol üstlenir.
Beyazların olduğu yerde siyahlar ezilir,
Yahudiler tüm insanları kendine hizmetçi görür,
Alman, Nazi kesilip yabancı düşmanlığına soyunur,
Türk yıllarca yanı başında can siperane duran Kürd’ü dışlar,
Sünni olan Şii’yi suçlar,
Fenerli olan Galata’yı yuhlar,
Erkek kadına tepeden bakar,
Yurtlar işgal edilir, şehirler talan edilir, evler viraneye çevrilir;
Batılı Doğuluya kinlenir, Kuzeyli Güneyliye dişlenir,
Ağa marabadan hazzetmez, zengin yoksulu sevmez,
Yetimler hor görülür, engelliler yük bilinir, yaşlılar evden kovulur…
Nedense adına ‘taassup mu, ayrıştırma mı, ötekileştirme mi, faşizm mi, fanatizm mi, sevgisizlik mi, tahammülsüzlük mü yoksa tümüyle ırkçılık mı?’ dediğimiz suçlu gömleğini hiç kimse giymez, bu etiketle yaftalanmak istemez
Nedense kendini ırk, dil, cinsiyet, meşrep, mezhep, makam ve imkân üzerinden merkeze alan daima ‘haklı, insancıl, yardımsever’dir. Bu algı ve aldanma içinde yaşar gider. Onun merkezine girmeyen kim varsa ‘haksız, yanlış, suçludur ve belki de insan bile değildir.’
Hz. İsa’ya getirilen kadın fuhuşla suçlanır, yuhalanır, kınanır, cezalandırılması yüksek sesle dile getirilir. İlginçtir, bir adım öne çıkıp kadına ilk taşı atacak ‘günahsız bir yürekli’ de bulunamaz. Nasreddin Hoca’nın kasaptan aldığı bir kilo ciğeri komşularıyla afiyetle yiyen eşidir; ama ciğeri yemekle suçlanan dili ve gücü olmayan kedidir. İlginçtir, kedinin tüm ağırlığı bir kilo ya vardır ya yoktur.
Hala birileri ‘Beni yanlış anladınız, ben ırkçı değilim. Ben buyum, şuyum, böyleyim, şöyleyim; ama o da böyle yapmasın, bunu istemesin, şunu talep etmesin!’ klasik savunması içinde ise o zaman aynada gözlerinin içine baka baka şu cümlelerin muhasebesini yapsın, derim.
Ben, her şeye rağmen soyumu, kabilemi, ırkımı, milletimi, meşrebimi, mezhebimi, cinsiyetimi, takımımı, sıhhatimi, makamımı, imkânımı ve farklılık adına hiçbir özelliğimi öne çıkarmıyorum. Bunlardan dolayı kimseye tepeden bakmıyorum ve kimseyi hor görmüyorum.
Toplumsal renklilik, buluşma, anlaşma ve kaynaşma vesilesi olan bu farklılık ve tercihler üzerinden kimseye kin gütmüyorum, haset beslemiyorum, husumet taşımıyorum, düşmanlık yapmıyorum.
Adı, sanı, ırkı, rengi, dini, cinsi, mezhebi, makamı, imkanı, yurdu ve yeri ne ve neresi olursa olsun ‘insani/dini kardeşlik içinde, adalet çerçevesinde, istikamet çizgisinde, paylaşım iradesinde, yardımlaşma gerekliliğinde’ kendim gibi görüyorum, empati kuruyorum, diğerkâm davranıyorum hatta kendimden bir adım önde tutuyorum.
O zaman, ey Ebuzer, Bilal’lerin iklimine hoş geldin!