Her Sakallı Dedemiz Değildir
Yaşadığımız her an, karşılaştığımız her olay, başımıza gelen her şey yeni benzerler için bir tecrübe olur. Dün dikkat etmeyip bir çukura düşmüşsek bugün ve yarın başka çukurlara düşmemek için daha bir dikkatli ve tedbirli oluruz.
Bugün dost sandığımız, sözüne inandığımız biri bizi yanıltmış veya aldatmışsa başka insanlara karşı daha temkinli yaklaşırız.
Tecrübeler üzerinde bina edilen bir hayatın sakinleri olan bizler; yaşadığımız, öğrendiğimiz, şahit olduğumuz ve duyduğumuz her şeyden bir ders alabilmeliyiz.
Bu yaşanmışlık ve şahitlikler bize tecrübe ve ders olurken şu düsturları da birer serlevha gibi gönlümüze asmamız ve göz ardı etmememiz lazımdır:
“Mümin bir delikten iki kez ısırılmaz.”,
“Hikmet müminin yitik malıdır, onu bulduğu yerde alır.”,
‘Mümin başkalarının elinden ve dilinden emin olunandır.”
Benzer hadis ve sözler toplumsal kültürü, manevi değerleri tanıma, birey ve milletin doğru duyuş, düşünüş, hayata bakış açısını anlama açısından önümüzde pedagojik bir hazine olarak durmaktadır.
Her sakallı dedemiz, hoca veya hacı değildir.
Müslümanlar olarak zaaf mı, iyi niyet mi veya güven mi desek sarıklı/takkeli, sakalı, başörtülü, elinde tespih ve yüzünde tebessümü olan herkese gönül soframızda bir yer, arkadaşlık sofamızda bir minder veririz.
Tatlı dil, güleç bir çehre ve emin bir ele itibar etmek önemlidir; ama insanların gerçek kişiliğinin bilinmesi ve tanınmasında suret kadar siretin de önemli olduğunu unutmayalım.
Dile akan cümlelerin kalp ve amel boyutunu görmeden, kavramadan ‘her sakallı hacı, her cübbeli hoca, her başı örtülü iffetlidir.’ Kanısına varmayalım.
“Polis bir gün arama yapmak üzere bir öğrenci evine girer. Polisin biri, duvarda duran Karl Marx posterine bakıp ‘Bu kim lan!’ diye gence bağırır.
Genç, polisin Marks’ı tanımadığını fark edince hem yakayı kurtarmak hem de muziplik yapmak için, ‘Rahmetli dedemdir.’ der.
Polis, bir solcu gence bir de fotoğrafa bakar ve öfkeyle bağırır: ‘Böyle nur yüzlü bir deden var. Hiç utanmıyor musun gomunistlik ve anarşistlik yapıyorsun ha!”
Örnekten de anlaşılacağı üzere insanları sureten değerlendirirsek, doğruyu yanlıştan, dostu düşmandan ayıramayız.
Her yüzümüze güleni dost, ikaz edeni düşman sanırız. Başımızı okşayan elin merhametle mi dokunduğu yoksa elinde kiri, bulaşığı saçımızla mı temizlediğini bilemeyiz. Bu bakış, yanıltıcıdır.
Cübbe, sakal, takke, tesettür bizi kişileri tanımada yanıltmamalı; ama bazıları cübbe, sakal, takke veya başörtüsüyle ihanet, günah veya ahlaksızlığa adres veya alet oluyor diye İslam’ın şiarı bu güzelliklere de hasım kesilmeyelim.
Her tebessümü sevgiden, her ikazı nefretten, her öfkeyi düşmanlıktan saymamalıyız. İnsanları tanımada ve anlamada daha duyarlı olmalıyız. Sarf edilen sözlerin, yapılan ihbarların, çekilen kılıçların, sıkılan mermilerin suretine, eline, cübbesine bakarak değil kime ve kimlere fayda sağladığına veya zarar verdiğine bakıp hareket etmeliyiz.