• DOLAR 34.568
  • EURO 36.035
  • ALTIN 3003.588
  • ...

Bildiğimiz veya bilmediğimiz darbe ve girişimlerinden hareketle Türkiye’nin siyasi yakın tarihi için ‘darbeler çöplüğü’ tabiri yanlış olmaz. 12 Eylül 1980 darbesi yakın geçmiş, bugün ve belki de yarınlar adına zulüm, utanç ve kara bir lekedir. Bu meşum darbe, 40. Yaşına girdi. Darbenin olumsuz etkisi ve sebep olduğu acılar hala taze duruyor.

15 Temmuz hariç her darbe veya darbe girişimi ‘öğretilmiş çaresizlik’ içinde benimsenmişti. Bu açıdan darbelere bakış ve tepki noktasında halkın kat ettiği aşamayı görebiliriz. 960 darbesi onur kırıcı ve açık vesayet rejimi yönüyle zihinlerde yer etti. 1971 muhtırasıyla az çok kalkınma hızını yakalayan bir hükümetin devrilmesi ve katledilen insanlar akıllarda kaldı.  

Çatışma, korku atmosferi, ideoloji furyası ve anarşi içinde 80’leri bulan bir ülke 12 Eylül 1980 sabahına yine bir darbeyle uyandı. Kendi kuşağımın aynı zamanda çocukluk endişesi, merakı ve anılarıyla yaşadığı ilk darbe… Sokaklar asker istilasına uğradı, onlarca insan asıldı, 600 bin insan işkence gördü, iki milyona yakın insan tutuklandı. Sadece bununla kalmadı, bu darbe ve darbenin karabasan ruhu günümüze kadar taşındı. Vesayetçi kafa, zalim zihniyet halktan uzak olup halkı kendisi için her zaman ayak bağı ve tuzak olarak gördü. Bugün de bu kafa ve zihniyet, iktidarda olmasa da saldığı korku, oluşturduğu algı ve kendini asıl sahip görmenin verdiği rahatlıkla bu darbenin meyvelerini toplamaktadır.

12 Eylül vesayeti; adaletten yoksun, istişareden nasipsiz, halktan habersiz, bilgiden esersiz ve yönetime uyumsuz bir anayasayla palazlandı.  Değiştirilmesi teklif dahi edilemez kanunlar, halkın iki referandumda güçlü bir şekilde ‘değiştirilsin/değiştiresin diye seni başkan yapıyoruz!’ demesine rağmen olduğu yerde, tüm gücü ve işlevselliğiyle durmaktadır.

28 Şubat 1997 ‘balans ayarlı ve dindarı/dindarlığı sosyal hayattan men amaçlı’ post-modern darbesi de 12 Eylül’den sırt alarak yapıldı. Köfteci ve boyacısına kadar memleketin fişlenmeyen dindarı kalmadı. Ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası Müslüman cemaatler için devreye sokuldu. Bugün Peygamber Sevdalıları olarak bilinen camia başta olmak üzere nice Müslüman ‘hicret, zindan, hak gasbı veya şehadet’ imtihanını çocuğu yaşlısı, kadını erkeği, okumuşu okumamışı ile iliklerine kadar yaşadı. Hukuk, medya, siyaset ve bilim; korkak ve yalaka tipler eliyle darbe vesayetinin önünde iki büklüm edildi, el pençe divan duruldu, haysiyet postalların enaniyet zevki içinde çiğnendi.

12 Eylül ve 28 Şubat darbecileri, birkaç yıl önce tiyatral bir şekilde hâkim önüne çıkarıldı, yargılandı, rütbeleri söküldü ve müebbet hapis cezası aldı. Ama ya sonrası… Tekrar iade-i itibarlar, astronomik tazminatlar, Kemalizm etiketiyle güç devşirerek mazlum ve dindarlara ‘Pışık’ yapıldı. Ve ardından 15 Temmuz 2016’da en kanlı darbe girişimi oldu. Bu sefer, vesayet ve zalim iradenin hesap edemediği bir etken devreye girdi. Halkın tanklara karşı duran iradesi ve tekbir sesleri darbecileri ezdi geçti. Darbeciler, ilk kez bu çöplüğün horozu olamayacaklarını anladılar. Hem sivil siyaset hem Müslüman halk, onları güçlü bir tokatla çöplüklerine gömdü.

Ve 2020…

Geriye dönüp baktığımızda önümüzde çok karamsar bir tablo durmuyor; ama tablo umut da vaat etmiyor. AK Parti etkisiyle bireysel ve toplumsal alanda bazı iyileşme ve rahatlamalar var. Ama 12 Eylül’ün değişmez/değiştirilemez maddeleri tapu gibi anayasada sağlam duruyor:

Laiklik, hala dindar ve dini yapıların üzerinde mengene işlevi görüyor.

Kardeşlik edebiyatı içinde ‘Türk Türkçe’ vurgulu anayasa maddesi ‘Kürt, Zaza ve diğer’ unsurların önünde hala ‘istemezük’ yaklaşımı sergiliyor.

İnsanlar, hala depolanmış fişli/iftiralı istihbari bilgilerin mağduru… Zindanlarda 30 yılını dolduranlar… Babasının mağduru olarak güvenlik engeline takılan nice gençler…

Daha neler neler…

12 Eylül darbesi mi?

Tüm ihtişamıyla arka sokaklardan homurdanmakta…